GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT
Güzel
sanatları diğer eserlerden ayıran en önemli özellik insanda coşku ve estetik
haz uyandırmasıdır.Güzel sanatlar için yapılan en iyi sınıflama bu sanatların
kullandıkları malzemelere göre yapılan sınıflandırmadır.Bu malzemeler fonetik ve plastik olarak ikiye ayrılır.Sesle
yapılan sanatlara fonetik
sanatlar, görüntüyle yapılan sanatlara ise plastik sanatlar denir.Güzel sanatların genelinde plastik malzeme
kullanılırken edebiyat ve müzik ise sese dayalı bir sanattır.
Edebiyatın malzemesi kelimelerdir ve edebiyat
dille gerçekleştirilen bir güzel sanatlar etkinliğidir.Edebiyatın asıl amacı
güzel sanatların en önemli öğesi olan estetik zevk duygusunu dil aracılığıyla gerçekleştirmektir.Edebiyatta fayda sağlamak
amaç olarak her zaman ikinci plandadır
Atatürkçülük
Anekdot:Atatürk İstanbul şehir tiyatrosu sanatçılarının oyunlarından birini
seyretmesinin ardından sanatçıları
Çankaya’ya davet eder.Sanatçıların hepsini
över.Ayrılma vakti gelince Reşit Galip sanatçılara Atatürk’ün elini öperek
ayrılmalarını söyler.Atatürk ise buna şu şekilde karşılık verir:
‘’Hayır,sanatkar el öpmez sanatkarın eli öpülür.’’
Atatürk bir konuşmasında şöyle demiştir:
Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü araç
ve önlemle besleyerek artırmak milli amacımızdır.
DİLİN
İNSAN VE TOPLUM HAYATINDAKİ YERİ
EDEBİYAT,
İNSAN VE TOPLUM
1-Edebiyat;
Tanımı, Konusu, İçeriği;Yöntemi
·
Duygu ve düşüncelerin söz ya da
yazıyla etkili ve güzel bir biçimde anlatılması sanatına edebiyat denir. Edebiyat, sözcüğü Arapça ‘’edep’’ sözcüğünden
türemiştir. Edebiyat sözcüğü ilk kez Tanzimat döneminde Şinasi tarafından
kullanılmıştır. Şinasi’den önce nazım ve nesir türlerindeki eserlere ‘’şiir ve inşa’’ denilmekteydi.
·
Bir dil ürünü olan yazılı ve
sözlü eserlerin tümü. Bu bakımdan bir gazete haberinden sanat değeri
taşıyan hikaye, roman, deneme, fıkra
türüne kadar her türlü yazı edebiyat eseri sayılır.
Edebiyatın
Konusu
Yazar ve şairlerin ortaya koydukları eserlerde ele
alıp işledikleri her şey, edebiyatın konusunu oluşturur.
Edebiyatın
İçeriği
Dil ürünlerinde kullanılan üslup,tür
(hikaye,roman,deneme,fıkra,makale vb.) edebiyatın içeriğini oluşturur.
Edebiyatın
Yöntemi
Dil ürünlerinin tüm özelliklerinin tarihi akış
içinde bilimsel olarak incelenmesi de edebiyatın yöntemini oluşturur.
Edebî
Eser; Tanımı ve Özellikleri
İnsanın duygu ve düşüncelerini; özlem ve dileklerini estetik ölçüler
içinde anlatan ve okuyucuda güzellik duygusu yaratan dil ürünlerine edebî eser denir.
Özellikleri
·
Edebî eser okuyanı
etkilemelidir.
·
Anlatımı güzel düşüncesi sağlam
ve özlü olmalıdır.
·
Konusu;ait olduğu toplumun ve
yazıldığı dönemin özelliklerini yansıtmalıdır.
·
Eser zamanın süzgecinden
geçtikten sonra toplumca anlaşılıp
beğenilmelidir.
·
Duygu ve düşünceler belli bir
edebî türe uygun olarak anlatılmalıdır.
·
Eser estetik ölçüler içinde
,belli bir sanat anlayışıyla yazılmalıdır
Edebiyat Tarihi ve Önemi
Bir
ulusun çağlar boyu yarattığı sözlü ve yazılı dil ürünlerini ve onların
yazarlarını bilimsel bir yöntemle tarihi akış içinde inceleyen bilim dalına edebiyat tarihi denir.Edebiyat tarihi
bir ulusun geçmişteki düşünce yapısını, dünya anlayışını, kültür ve uygarlık
birikimini yeni kuşaklara aktarır.Böylece kuşaklar arasında köprü kurarak yeni
kuşakların daha iyiyi, doğruyu, güzeli bulmalarına yardımcı olur.
Bizde Tanzimat dönemine kadar edebiyat tarihi
tezkirelerden ibaretti.
Tezkire: Şairlerin hayat hikayelerini anlatan biyografi türünden eserlere
denir.
Başlıca edebiyat tarihi yazarlarımız şunlardır: Ziya
Paşa,M. Fuat Köprülü,Agah Sırrı Levend,Ahmet Hamdi Tanpınar,Nihat Sami Banarlı
Dil-Kültür-Edebiyat
İlişkisi
Dil, insanların duygu düşünce ve
düşlerini; özlem ve isteklerini anlatma aracıdır . Kültür ise;dil,din,ülkü gibi
ortak duygu ve düşüncelerin bizde yarattığı değişim ve bileşimdir.Bu nedenle dil
bir ulusun temel taşıdır.Dil kültür değerlerimizi geleceğe taşır ve edebiyatın
da temel öğesidir.
Dil, edebiyatın temel öğesi;
edebiyat, kültür birikiminin kendisidir. Görüldüğü gibi dil,kültür ve edebiyat
birbirinin tamamlayıcısıdır.
Edebiyatın
Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi
Edebiyatın temel öğesi olan dil diğer bilim dallarının da anlatım
aracıdır. Bundan dolayı felsefe, psikoloji, sosyoloji, hatta tarih, coğrafya,
ekonomi vb. diğer bilim dallarıyla yakından ilişkisi vardır.
Araştırmacılar da edebiyat araştırmalarında yazarın
biyografisini yazarken tarih biliminden,yaşadığı ortamı yazarken sosyoloji
biliminden,yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumu anlatırken ise psikolojiden
faydalanırlar.
Yazarı etkileyen toplumsal,siyasal ve
felsefî görüşleri de diğer sosyal bilimlerin yardımıyla ortaya koyarlar.
Metin
Cümle, bir duyguyu, bir düşünceyi bir isteği ya da bir olayı tam
olarak anlatan ve bir yargı bildiren söz grubudur. Cümlede kesin bir yargı
bulunur; kaç sözcükten oluşursa oluşsun yargı bildirmeyen söz grubuna cümle
denmez. Yargı bildiren tek bir söz de olsa cümle sayılır. Bu nedenle bir
metnin en küçük anlamlı öğesi cümledir.
Metinde cümlelerin arka arkaya anlamsal
bir bağlantı kurularak sıralanmasından paragraflar oluşur. Paragrafta bir
ana fikir etrafında sıralanmış cümleler bulunur.
Metinde paragraflar düşünce birimidir. Bir paragraftan diğerine
geçerken dil, düşünce ve anlam birliği sağlanır. Metindeki paragrafın içinde
giriş, gelişme ve sonuç bölümleri bulunur.
Metinde paragraflar anlatılan konunun boyutuna göre uzunluk ya da
kısalık gösterir. Birkaç cümleden oluşan paragraflar olduğu gibi tek cümleden
oluşan paragraflar da vardır.
Paragrafların bir araya gelmesinden de bir metin (makale, fıkra,
söyleşi, deneme, hikâye, roman vb.) oluşur. Her metnin bir ana düşüncesi
vardır. Metinde ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler paragraflarda
dile getirilir. Ana düşünce metinde bir cümle olarak belirtilebileceği gibi
yazının bütününden de çıkartılabilir. Metin giriş, gelişme ve sonuç
bölümlerinden oluşur.
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi metinler bir duygu,
düşünce, istek ya da olayı anlatmada araç olarak kullanılır.
Edebiyat alanına giren eserler kesin olmamakla birlikte belirli
niteliklerine göre “sanat eserleri” ve düşünce eserleri” olmak üzere ikiye
ayrılır.
Sanatçıların duygu, düşünce ve hayallerini güzel ve etkili biçimde
anlatması sonucu oluşan eserlere sanat eserleri denir. Şiir, hikâye roman,
tiyatro, söylev bu tür eserlerdir. Okuyucuyu aydınlatmak, düşündürmek onlara
bazı bilgiler vermek amacıyla yazılan eserlere de düşünce eserleri denir.
Makale, fıkra deneme, eleştiri, söyleşi, anı, günlük türündeki eserler düşünce
eserleridir.
Sanatçının veya yazarın ortaya koyduğu eser zaman zaman düşünce
eseri; düşünce eseri de sanat eseri niteliği gösterebilir. Örneğin şiir,
hikâye, roman ele alınan konunun özelliğine göre düşünce eseri sayılabilir.
Edebî Metin
Sanatçı toplum içerisinde yaşayan bir birey olarak birtakım duygular
ve heyecanlar duyar ve bunları ifade etmek ister. Önüne geçilmez bir “yaratma,
ortaya koyma” arzusu içerisindedir. Sanatçı duygu ve heyecanlarını eserinde
dile getirir ve ruhunun derinliklerindekileri bizimle paylaşır. Böylece ortaya
konan eserde sanatçının kişilik özellikleri görülür. Sanatçı eserini ortaya
koyarken duygu düşünce ve hayalleriyle birlikte az çok kendi hikâyesini de
anlatır.
Sanatçılar başka insanlar gibi etrafındakilerle dertleşmek yerine
duygu düşünce ve hayallerini kafasında canlandırır, kurgular sonra da eserini
yazar.
Sanatçılar eserlerinde, söyleyeceklerini ya kendisi doğrudan söyler
ya da kahramanlarına söyletir. Bazen bu iki tarzı bir arada kullanır.
İnsanda estetik duygular uyandıran, insanların duygu düşünce ve
hayal dünyasını zenginleştiren dil ürünü eserlere edebî eser denir. Bu anlamda hikâyeler, romanlar, şiirler, tiyatro
eserleri, masallar vb. türlerinde yazılanlar birer edebi eserdir. Biz bu
eserleri okuduğumuzda içimizde bir coşku, bir heyecan duyarız.
ü Malazgirt Savaşını konu alan bir bilimsel yazı ile edebi bir metni
karşılaştırdığımızda edebi metinde konunun daha etkileyici bir dille ifade
edildiğini, konunun estetik duygular uyandıracak şekilde, hayallerle
zenginleştirilerek anlatıldığını görebiliriz. Edebi metinde verilmek istenen
mesaj, metinde yer alan kelimelerle, cümlelerle bütünleşmiştir. Bir edebi
metinde kelimelerin yerlerini değiştirmek, bir kelime yerine başka bir kelime
koymak mümkün değildir. Mesajın edebi metnin bütününe yayılmış olması nedeniyle
metinde yer alan kelime ve cümleler bağımsız olarak ele alınamaz.
Nallarımız
Şimşek olur
Değince çakmak taşları.
ü “Malazgirt Ululaması” adlı şiirden alınan yukarıdaki metinde
verilmek istenen mesaj metinde yer alan bütün kelime ve cümlelerle
bütünleşmiştir. Bu yüzden bu metinde yer alan unsurları bağımsız olarak ele
alamayız. Yine yukarıdaki metinde kelime ve cümlelerle ilgili yer değiştirme,
çıkarma ya da ekleme işlemi yapıldığında metin anlam kaybına uğrar.
ü Yukarıdaki metin “Sultan Alp Arslan, Bizans ordusunun Anadolu’da
ilerlediğini duyunca süratle hareket etti.” cümlesiyle karşılaştırıldığında
kullanılan dil bakımından önemli farklılıkların olduğu görülür. Şiirde
kelimelerin daha çok mecaz ve yan anlamlarında kullanıldığını görüyoruz. Bu da
bize edebi metnin bir özelliğini gösterir.
Edebî eserlerin özellikleri
şöyle söylenebilir:
·
İnsanların duygu, düşünce ve
hayal dünyasını geliştirir, zenginleştirir.
·
Edebi eserlerin amacı bilgi
vermek değildir.
·
Edebi eserlerde sanatsal bir
dil kullanılır. Mecazlar ve yan anlamlar vardır.
·
Edebi metinlerde kelime ve
cümleleri değiştirmek mümkün değildir.
·
Edebi metinler
kurmaca(tasarlanmış) metinlerdir.
·
İnsanlar arasında dostluğun
kurulmasını sağlar. Çevremizdeki güzellikleri bize gösterir.
·
Kişinin hissettiği ancak
tanımlayamadığı duyguları tanımlar.
·
Bir edebî eseri okuyan kişi
psikolojik yönden rahatlar, o eserin kahramanıyla empati kurar, onunla
bütünleşir.
·
Edebî eserler yazıldıkları
çağın dil, kültür ve sanat anlayışını yansıtır. Örneğin Tanzimat Edebiyatı şair
ve yazarlarından Namık Kemal’in eserlerinde o devrin sanat anlayışını, aile,
gelenek, görenek ve evlenme gibi konularını görebiliriz.
Çağlar boyunca insanlar edebî metinlerle her mekânda ve zamanda
anlatma, gösterime ve coşku ile dile getirme biçiminde kendilerini ifade etmişlerdir.
Destan, hikâye, roman türleriyle anlatma; komedya, tragedya, dram, opera vb.
türleriyle gösterme; şiirle coşku ve heyecanlarını dile getirmişlerdir.
ANLATIM YOLLARI
(İFADE ŞEKİLLERİ)
Duygu, düşünce ve hayallerin sözle ya da yazıyla güzel ve etkili bir
şekilde anlatılmasına edebiyat
denildiğini biliyorsunuz.
Demek ki edebiyat ürünleri sözlü ve yazılı olmak üzere iki türlü
dile getirilmektedir. Bunlardan sözle yapılan anlatıma sözlü anlatım; yazıyla yapılarına da yazılı anlatım denir.
Sözlü Anlatım
Duygu düşünce ve hayallerin sözle dile getirilmesine sözlü anlatım
denir. Sözlü anlatımda isteğin doğru, düzgün, yalın ve etkili bir biçimde
söylenmesi önemlidir. Ses tonu, söyleyiş vurgu, jest ve mimikler sözün etki
gücünü artırır. Gereksiz heyecan ve telaş ve yerinde yapılmayan jest ve
mimikler de sözün etki gücünü düşürür. Liderler, siyasetçiler, komutanlar sözlü
anlatımın gücünden yararlanırlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Çanakkale
Savaşı’nda; Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyet Devri’nde yaptığı konuşmalar sözlü
anlatımın başarılı örnekleridir.
Günümüzde kitle iletişim araçlarının: özellikle radyo ve televizyon
kanallarının artması, toplu yaşamanın getirdiği zorunluluklar, demokratik bir
ortamda karşılıklı hoşgörü ve güvenin oluşmasında sözlü anlatım önemli bir rol
oynamaktadır. Sözlü anlatım; nutuk, konferans, panel, açıkoturum, bilgi şöleni
gibi türlere ayrılır. Bu konularla ilgili dil ve anlatım derslerinde daha
ayrıntılı bilgiler verilmektedir.
Yazılı Anlatım
Duygu ve düşünce hayallerin güzel ve etkili biçimde yazıyla dile
getirilmesine de yazılı anlatım denir. Günlük hayatta, bir mektup yazmak, not
çıkarmak, bir yazı hazırlamak zorunda kalabiliriz. Duygu düşünce ve
özlemlerimizi, sevinçlerimizi dizeler halinde ölçülü, uyaklı söyleyebiliriz.
Ayrıca cümle ve paragraflar halinde bir fıkra, makale, deneme yazabilir; hatta
öykü, roman, tiyatro eseri yazmak isteyebiliriz. O zaman yazılı anlatıma
başvururuz.
Yazılı anlatımda yazım (imlâ) kurallarına ve noktalama işaretlerine
dikkat edilir. Yerinde kullanılmayan noktalama işaretleri, yazım hataları sözün
anlamını değiştirir.
Nesir hâlinde yazılan düşünce yazılarında giriş, gelişme ve sonuç
bölümleri bulunur. Yazının konu ile ilgili ilk bölümüne giriş; düşüncelerin
açıklanıp örneklendiği,
karşılaştırmaların yapıldığı bölüme gelişme; düşüncelerin bir sonuca,
bir yargıya varıldığı bölüme de sonuç bölümü denir. Hikâye, roman, tiyatro gibi
türlerde bu bölümlere serim, düğüm ve çözüm adı verilir.
Her yazının bir ana düşüncesi ya da ana duygusu (tema) vardır. Bir
yazıda yazarın okuyucuya vermek istediği temel düşünceye ana düşünce denir. Ana
düşünceyi destekleyen ve diğer paragraflarda yer alan düşüncelere de yardımcı
düşünce denir. Yazı düşünceler arasında bir bağ kurularak geliştirilir.
Türk edebiyatında nesir (düz yazı) biçiminde yazılan eserlere
mensur, nesir yazıcılarına nâsir, küçük nesir parçalarına da mensure denir.
Klasik edebiyatta nesre inşa, nesir yazıcılarına da münşi adı
verilir
Yazılı anlatım nazım ve
nesir olmak üzere ikiye ayrılır:
a. Nazım
Duygu, düşünce ve hayallerin ölçülü, uyaklı dizeler hâlinde
anlatılmasına nazım denir.
b. Nesir
Duygu düşünce ve hayallerin cümle ve paragraflar hâlinde dil bilgisi
kurallarına uygun olarak anlatılmasına nesir denir. Nesir sözü Arapça dağıtmak,
saçmak, yaymak anlamlarına gelir. Burada kastedilen duygu ve düşüncenin
açılması, yayılması, yani açık seçik anlaşılır hâle gelmesidir. Nesirde
düşünceler ifade edilirken noktalama işaretlerine, yazım (imlâ) kurallarına
uyulur. Yerinde kullanılmayan işaretler cümlenin anlamını bozar.
Edebi metinler coşku ve
heyecanı dile getiren metinler ve olay çerçevesinde oluşan metinler olmak üzere
ikiye ayrılır.
Coşku ve heyecanı dile getiren metinler manzum (şiir) metinlerdir.
Olay çevresinde oluşan metinler ise; anlatmaya bağlı metinler ve göstermeye
bağlı metinler olmak üzere ikiye ayrılır. Masal, destan, hikâye, roman, halk
hikâyeleri anlatmaya; komedi, trajedi, dram Karagöz, meddah, orta oyunu gibi
türler de göstermeye bağlı sanat eserlerini oluşturur.
Güzel bir cümlede şu
nitelikler bulunur:
Açıklık: Söylenmek istenen düşüncenin herkes tarafından aynı şekilde kolayca
anlaşılmasıdır.
Duruluk: Düşünce ve duygunun gerektiği kadar sözcükle anlatılmasıdır. Duru
bir cümlede gereksiz sözcüklere ve öğelere yer verilmez.
Yalınlık (sadelik) : Süse ve gösterişe kaçmadan, az sözle duygu ve düşüncelerin dile
getirilmesidir.
Akıcılık: Yazıda dile takılacak pürüzlerin olmamasına akıcılık denir.
Edebiyat ve Gerçeklik
Yazarlar günlük hayatta karşılaştığımız ya da karşılaşabileceğimiz
nitelikteki olayları oldukları gibi değil kendi iç dünyalarında kurguladıktan
sonra dışa yansıtırlar. Yaratılan kahramanlar çevremizdeki kişilere benzer.
Yazarlar çok iyi tanıdıkları bir kaç kişinin özelliklerini bir kişi üzerinde
toplayabilir. Olayları ve kişileri iyice kurguladıktan sonra eserini yazar.
Edebi metinler, yazıldığı dönemin özelliklerinden ve o dönemdeki her
türlü gerçeklikten belirli ölçüler içerisinde yararlanırlar.
Edebi eserlerde gerçeklik, kaynağını diğer bilim ve bilgi
alanlarının ortaya koyduğu sonuçlardan alabilir.
ü Kitabınızdaki “Cazgır” adlı şiirde tarihi bir gerçekliğin edebi bir
dille anlatıldığını görüyoruz.
Yine günlük yaşamımızda karşılaşabileceğimiz her türlü konu edebi
esere kaynaklık edebilir.
Edebî metnin konusu,
doğa ile ilişki hâlinde olan, duyan, düşünen, tasarlayan ve yaşayan insandır.
ÇOŞKU VE HEYECAN DİLE
GETİREN METİNLER (ŞİİR)
ŞİİR
TÜRLERİ
Her
şiirin belli bir konusu, üslubu vardır. Kimi aşk, ayrılık konusunu işler, kimi
okura bir bilgiyi özlü bir şekilde verir. Kimi birini eleştirir vs. İşte
şiirlerin bunlara göre sınıflandırılması şiir türlerini ortaya koyar. Bunlar
Yunanca’daki adlarıyla adlandırılır: Lirik, Epik, Didaktik, Pastoral, Satirik,
Dramatik. Tanzimat’tan sonra oluşan bu adlandırmadan önce Türk şiiri, nazım
şekillerine göre sınıflandırılırdı: Gazel, Kaside, Şarkı, Koşma, Destan,
Varsağı vs.
Şimdi
şiir türlerini açıklayalım.
LİRİK
ŞİİR
Aşk,
ayrılık, hasret, özlem konularını işleyen duygusal şiirlerdir. Okurun
duygularına, kalbine seslenir. Eskiden Yunanlılarda “lir” denen sazlarla
söylendiğinden bu adı almıştır. Tanzimat döneminde de bir saz adı olan “rebab”
dan dolayı bu tür şiirlere rebabi denmiştir. Divan edebiyatında gazel, şarkı;
Halk edebiyatında güzelleme türündeki koşma, semai lirik şiire girer.
EPİK
ŞİİR
Destansı
özellikler gösteren şiirlerdir. Kahramanlık, savaş, yiğitlik, konuları işlenir.
Okuyanda coşku, yiğitlik duygusu, savaşma arzusu uyandırır. Daha çok, uzun
olarak söylenir. Divan edebiyatında kasideler, Halk edebiyatında koçaklama,
destan, varsağı türleri de epik özellik gösterir. Tarihimizde birçok şanlı
zaferler yaşadığımızdan, epik şiir yönüyle bir hayli zengin bir edebiyatımız
vardır.
DİDAKTİK
ŞİİR
Bir
düşünceyi, bir bilgiyi aktarmak amacıyla yazılan şiirlerdir. Bunlar okurun
aklına seslenir. Duygu yönü az olduğundan kuru bir anlatımı vardır. Kafiye ve
ölçülerinden dolayı akılda kolay kaldığından, bilgiler bu yolla verilir. Manzum
hikayeler, fabller hep didaktik özellik gösterir.
PASTORAL ŞİİR
Doğa
güzelliklerini , çobanların doğadaki yaşayışlarını anlatan şiirlerdir. Doğaya
karşı bir sevgi bir imrenme söz konusudur bunlarda. Eğer şair doğa karşısındaki
duygulanmasını anlatıyorsa “idil”, bir çobanla karşılıklı konuşuyormuş gibi
anlatırsa eglog adını alır.
SATİRİK
ŞİİR
Eleştirici
bir anlatımı olan şiirlerdir. Bir kişi, olay, durum iğneleyici sözlerle, alaylı
ifadelerle eleştirilir. Bunlarda didaktik özellikler de görüldüğünden, didaktik
şiir içinde de incelenebilir. Ancak açık bir eleştiri olduğundan ayrı bir
sınıfa alınması daha doğrudur. Bu tür şiirlere Divan edebiyatında hiciv, Halk
edebiyatında taşlama yeni edebiyatımızda ise yergi adı verilir.
DRAMATİK
ŞİİR
Tiyatroda
kullanılan bir şiir türüdür.Eski Yunan edebiyatında oyuncuların sahnede
söyleyecekleri sözler şiir haline getirilir ve onlara ezberletilirdi. Bu durum
dram tiyatro türünün (19.yy) çıkışına kadar sürer. Bundan sonra tiyatro
metinleri düzyazıyla yazılmaya başlanır.
Dramatik
şiir harekete çevrilebilen şiir türüdür. Başlangıçta trajedi ve komedi olmak
üzere iki tür olan bu şiir türü dramın eklenmesiyle üç türe çıkmıştır.
Bizde
dramatik şiir türüne örnek verilmemiştir. Çünkü bizim Batı’ya açıldığımız
dönemde (Tanzimat) Batı’da da bu tür şiirler yazılmıyordu; nesir kullanılıyordu
tiyatroda. Bizim tiyatrocularımız da tiyatro eserlerini bundan dolayı nesirle
yazmışlardır. Ancak nadirde olsa nazımla tiyatro yazan da olmuştur. Abdülhak
Hamit Tarhan gibi...
Metin ve Zihniyet
Zihniyet, bir dönemdeki
sosyal,siyasî,idarî,adlî,dinî,ticarî hayatın birlikte oluşturduğu ortamdır.Yani
devrin kabul edilmiş sanat zevki ve hakim anlayışıdır.
Bir eser hangi dönemde verilmişse, o
dönemden izler taşır.Şairlerin şiirlerinde de yaşadıkları dönemden izler
taşır.Şairlerin şiirlerinde de yaşadıkları dönemin sosyal ve siyasal
olaylarını, kültürünü,ilişkilerini,inançlarını,sanat zevkini
görebiliriz.Dolayısıyla bir şiiri incelerken, o şiirin yazıldığı dönemin ve
şairin özelliklerini göz önüne almalıyız.
c. Şiir Dili
HAZIRLIK ÇALIŞMALARI
1- Paragraf boyutunda bir düz yazı ile bir şiir parçasını dil
bakımından karşılaştırınız. Ortak maddelerden bir poster oluşturup sınıf
duvarına asınız.
2- Şarkı söylemekle sohbet etmek; dans etmekle doğal olarak yürümek;
fotoğraf çekmekle resim yapmak arasındaki farkları araştırarak sınıfta sununuz.
İNCELEME
ÇAKIL
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar.
Bir gelincik açılır ansızın,
Bir gelincik sinsi sinsi kanar.
Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır.
Deliler gibi dönmeye başlar,
Döndükçe yumak yumak çözülür.
Çözüldükçe ufalır küçülür.
Çekirdeği henüz süt bağlamış,
Masmavi bir erik kesilir ağzımda.
Dokundukça yanar dudakların.
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
1.
Bedri Rahmi’nin şiirinde
kullanılan bütün sözcükler, herkesin günlük hayatta kullana geldiği türden
midir? Buradaki kullanımları ile günlük kullanımları arasında bir fark var
mıdır? Tartışınız.
2.
“Çakıl taşının insanın içinde
ısınması”, “kuşun yüreğin ucuna konması”,
“bir gelinciğin sinsi sinsi kanması”, “erik ağacının tepeden tırnağa
donanıp deliler gibi dönmeye başlaması”, “masmavi bir erik” gibi tanımlamalara
günlük konuşmalarımızda başvurur muyuz? Bu tanımlamalar, şiir içerisinde
sevgilinin etkileme gücü ve aşkın
boyutlarını anlatmakla nasıl bir görev üstlenmişlerdir?
3.
Bu şiirden hareketle günlük
konuşmalarımızdaki sözcüklerin, şiirlerde farklı anlamlar yüklendiğini
söyleyebilir miyiz? Niçin?
4.
Sevginin yaptığı etkiyi anlatabilmek için
insan yüreğinde bir çakıl taşının ısınması imgesi nasıl kullanılmıştır?. Bunun, içten içe insanı etkileyen bir duygu
hâli olduğunu söyleyebilir miyiz? Düşüncelerinizi ve duygularınızı anlatınız.
5.
Bir kuşun gelip yüreğin ucuna konması ve
gelinciğin açılması ile şairin duygu hâli ve doğada baharın gelişi arasında
nasıl bir ilişki kurulmaktadır? Söylenilmek istenen ile doğadaki görüntü
arasında çağrışım ve benzetme yoluna gidilmiş midir? Nasıl?
6.
“Çekirdeği henüz süt bağlamış
masmavi bir erik” tanımlaması, doğadaki en güzel gelişmeler ile aşk arasında
kurulan bağlantıdır. Burada çağrışımların rolü var mıdır? İlkbahar’ın gelişi
ile insan duygularındaki yoğunluk açısından değerlendiriniz.
7.
Siz olsanız, “çekirdeği henüz
süt bağlamış” ve masmavi” söz gruplarının yerine hangi sözü veya söz gruplarını
kullanırdınız.
8.
Burada imgeler, söz sanatları
ve çağrışımlarla günlük konuşmadan ayrıldığını, şairin kendine özgü yeni bir
dil oluşturduğunu söyleyebilir miyiz? Şiirin size çağrıştırdıkları çevresinde
düşüncelerinizi söyleyiniz.
ANLAMA -YORUMLAMA
KOŞMA
Ala gözlerini sevdiğim dilber
Sana bir tenhâda sözüm var benim
Kumaş yüküm dost köyüne çözüldü
Bir zülfü siyaha nazım var benim.
Ak ellere al kınalar yakınır
Ala göze siyah sürme çekinir
Dostu olan dost yoluna bakınır
Dosta giden yolda izim var benim.
Yiğit olan gizli sırrı bildirmez
Güzel olan gül benzini soldurmaz
Her olur olmaza meyil aldırmaz
Bir şahan avlar da bazım var benim.
Karac’oğlan der ki konanlar göçmez
Bu ayrılık bizlen arasın açmaz
Bir kötü gönlüm var güzelden geçmez
Ne güzele doymaz gözüm var benim
Karacaoğlan
1. “Ala göz”, “zülfü siyah”, “ak
eller”, “al kınalar”, “güzele doymaz göz” gibi tanımlamaların günlük hayatta
kullanımları ile şiirdeki kullanımlarını karşılaştırınız.
2. Şiirde kullanılan benzetmeler hangileridir. Bu benzetmelerin
Karacaoğlan’ın duygularını anlatmada yüklendiği anlamlar var mıdır?
3. Şiirdeki duyguları kullandığınız sözcüklerle anlatınız.
Karacaoğlan’ın anlatımıyla sizin anlatımınız arasındaki farkı tartışınız.
4. Karacaoğlan’ın şiiri, nasıl bir yaşama tarzını gözlerinizin önüne
getirmektedir? Bu yaşama tarzını kullanılan
sözcükler mi, şiirin bütününe yayılmış çağrışımlar mı hatırlatmaktadır?
Tartışınız.
UÇUN KUŞLAR
Uçun kuşlar uçun, doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır.
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.
O çay ağır akar, yorgun mu bilmem?
Mehtâbı hasta mı, solgun mu bilmem?
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem?
Yüce dağ başında siyah tül vardır.
Orda geçti benim güzel günlerim.
O demleri anıp bugün inlerim:
Destan-ı ömrümü okur dinlerim
İçimde oralı bir bülbül vardır.
Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok.
Öyle akar sular, öyle hava yok.
Feryadıma karşı aks-i seda yok.
Bu yangın yerinde soğuk kül vardır.
Hey Rıza, kederin başından aşkın,
Bitip tükenmiyor elem-i aşkın!
Sende –derya gibi- daima taşkın
Daima çalkanır bir gönül vardır.
Rıza Tevfik
Bölükbaşı
1. İlk dörtlükte yer alan dağlar, ormanlar, dikenler nasıl
tanımlanmışlardır?
2. “Çay ağır akar”, “mehtâbı hasta”, “yüce dağ başında siyah tül”,
destan-ı ömrüm”, “oralı bir bülbül”,
“çalkanır bir gönül” söz grupları sizde hangi duyguları uyandırmaktadır?
3. “Bu yangın yerinde soğuk kül vardır” şiirde hangi amaçla yer
almaktadır?
4. Şiirde hangi benzetmeler kullanılmıştır? Bu benzetmelerin şiirin
anlamına neler kazandırdığını tartışınız.
5. “Elem-i aşk” ile “daima taşkın, daima çalkanır gönül” arasında nasıl
bir ilişki vardır? Şiirin bütünü üzerinde düşünerek cevaplayınız.
SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRKÜMÜZÜ
Söyle sevda içinde türkümüzü
Aç bembeyaz bir yelken
Neden herkes güzel olmaz
Yaşamak bu kadar güzelken?
İnsan dallarla, bulutlarla bir,
Aynı mavilikten geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken?
1. “Bembeyaz bir yelken” söz grubunun günlük konuşma dilimizde ve şiir
içerisinde yüklendiği anlamlar nelerdir? Karşılaştırınız.
2. Birinci dörtlükteki “neden herkes güzel olmaz” ile ikinci
dörtlükteki “insan nasıl ölebilir” mısraları cevabı beklenen sorular mıdır?
Yoksa bir duygu hâlini vurgulamak için mi sorulmuşlardır. Bir sonraki mısralar
ile birlikte değerlendirerek cevaplayınız.
3. Dal, bulut ve mavilik şiirde
neye benzetilmişlerdir? Şair bu benzetme ile hangi duygusunu anlatmak
istemiştir?
4. Yukarıdaki şiiri, ele aldığı benzetmeler bakımından Karacaoğlan’ın
koşması ile karşılaştırınız. Farklılığın nedenlerini tartışınız.
AÇIKLAMALAR
Şiir, günlük konuşmalarımızda kullandığımız doğal dilden kaynağını
alır. Bu doğal dilin bireysel tarzda kullanımından ortaya çıkar. Şiirde insana özgü coşku ve heyecan dile
getirilir. Burada günlük hayatta konuştuğumuz doğal dilin göstergelerine yeni
anlam ve değerler yüklenerek şiir dili oluşturulur.
Bir duygunun veya bir heyecanın anlatımında, şair, herkesin
konuştuğu dille kendi dünyasını dile getirmeye çalışır. Bunu da imgeler
yardımıyla gerçekleştirir. Dil göstergeleri sayılı ve sınırlıdır. Ancak insan
hayalinin ve düşüncesinin sınırı yoktur. İşte imgelerin ortaya çıkışı sınırlı
olanla sınırsız olanı anlatabilme arzusudur. Böylece, kullanılan dilden
hareketle yeni bir dil oluşturma yoluna gidilir. Dil göstergelerinden bu tarzda yararlanarak
oluşturulan söz kalıplarına imge diyoruz.
Şiir dili imgeye dayanır. İmgelerin oluşturulmasında da mecazlara
dayanılır. Mecaz, bir sözün kendi anlamı dışında kullanılmasıdır.
Şiirde her zaman imgeye başvurulmaz. Bilinen, tanınan, her gün
görülen insanları ve durumları anlatmada imge kullanma yoluna gidilmez. Ancak
yeni karşılaşılan bir durumu veya görünüşü anlatmada imgeye başvurulur.
Şiir çeşitli söz sanatlarıyla oluşturulur. Mecazın dışında benzetme
(teşbih), kinâye gibi söz sanatlarına rastlanır. Söz sanatlarıyla, dil
birlikleri sayısız denilebilecek anlamlara ulaşır.
Şiir dilinin oluşmasında önemli öğelerden
biri de çağrışımlardır.
Çağrışım, şiirde sözcüklerin kendi anlamları dışında kullanılarak
kazandıkları anlam değerleridir. Şiiri okuyucusunu farklı dünyalara ve
duygulara taşır. Böylece de, anlamı
zenginleştirir.
Çağrışımlarda söyleyişin ve sesin de rolü vardır. Şiirde ses,
çağrışım ve söyleyişle sözcükler, kendi anlamları dışında yeni değerler
kazanır.
ŞİİR İNCELEME
YÖNTEMİ
|
|
1- Zihniyet
Şiirin
yazıldığı döneme ait sosyal, siyasi, ve kültürel özellikleri şiirin
zihniyetini oluşturur.
2- Şiirde Ahenk
Şiirin
ölçüsü, uyağı, redifi, asonans, aliterasyon, gibi ses tekrarları ahengi
oluşturan unsurlardır.
3- Şiir Dili
Şairlerin
süslü ya da süzsüz(sade), duru ya da karmaşık anlatımları şiir dilini
oluşturur.Edebi sanatlar şiirin estetiğini artırır.
4- Şiirde Yapı
5- Nazım
a)
Nazım türü : Şiirlerde işlenilen konu ve temaya göre şiirlerin aldığı
adlardır.
b)
Nazım şekli : Şiirlerin ölçü, nazım birimi, aheng özelliklerine göre aldığı adlardır.
6- Şiirde Tema
Şiirde
birimleri birbirine bağlayan anlam bütünlüğü sağlayan temel öğe temadır.
7- Şiirde Gerçeklik ve Anlam
Şairler
edebiyatın konusu olan(insan doğa
ve yaşam)alırlar ve bunların ifade ediliş biçimi şiirde kullandıkları zaman,
gerçeklik birbirinden farklıdır.Şair herkesin gördüğü bir gerçeği değişik
şekil ve boyutlarda anlatılır.(benzetmeler , mecazlar, söz sanatlarından faydalanılarak)
8- Şiir ve Gelenek
Şairlerin
yaşadıkları dönemdeki geleneği şiirlerine yansıtmalarıdır. Ritim, aheng
unsurları, ölçü, konu, tema, zihniyet aynı olsa da farklı dönemlerde yaşayan şairlerin
şiirlerinde kullanılan imgeler, semboller, birbirlerinden farklı olur.
9- Yorum
Şairin
ne anlatmak istediğini anlamaya yorum denir. Bir şiiri doğru
yorumlayabilmemiz için şairin hayatını edebi kişiliğini (zihniyetini,
geleneğini...) iyi bilmemiz ve şiir üzerinde doğru düşünebilmemiz gerekir
ŞİİR İNCELEME
PLANI
Özellikle
ilköğretim 2.kademe düzeyindeki öğrenciler aşağıdaki plana göre şiir
incelemesi yapabilirler.
A. ŞİİRİN BİÇİM YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
1.
Nazım biriminin (dörtlük,beyit) belirtilmesi
2. Kaç dörtlükten veya kaç beyitten oluştuğunun belirtilmesi 3. Şiirin ölçüsünün ve duraklarının belirtilmesi 4. Kafiye (kafiye çeşitleri belirtilecek) ve rediflerin gösterilmesi 5. Kafiye şemasının gösterilmesi
B. ŞİİRİN İÇERİK YÖNÜNDEN İNCELENMESİ
1. Anlamı bilinmeyen kelimeler ve
deyimlerin açıklanması
2. Şiirin bölümler halinde açıklanması (kıta,dörtlük,beyit) 3. Şiirin ana duygusunun (tema) belirtilmesi 4. Şiirin dil ve anlatım özelliklerinin açıklanması 5. Şiirin türü hakkında bilgiler verilmesi
C. ŞAİRİN HAYATI, SANATI VE
ESERLERİ HAKKINDA BİLGİLER
|
ANLATMAYA BAÐLI EDEBÝ METÝN ÝNCELEME
YÖNTEMÝ ÖRNEÐÝ
GÜVERCÝN
AVI
“Yoo, güvercinlerime dokunmayýnýz.” dedi.
Ýhtiyar çiftlik sahibinin hayatta en çok sevdiði þeylerden
birisi ve belki birincisi de güvercinleri idi. Genç yaþýndan beri ne tarlasý,
ne aðýlý, ne ahýrý, ne kümesler onu çiftlik binasýnýn iç avlusundaki
güvercinleri kadar iþgal etmemiþtir. Bunun için deðil midir ki, onu, kasabada
olsun köyde olsun, aile adýnýn bütün þöhretine raðmen “Kuþbaz Hüseyin Bey”
demeden kimse tanýmaz.
Hüseyin Bey’in “Kuþbaz’lýðý herþeyi bastýrdý.
Ömrünün öyle devreleri oldu ki, karýsýný, kýzlarýný ve en mühim iþlerini bu
meraký ve bu eðlencesi yoluna, âdeta, feda etti, unuttu, kendinden geçti; bir
meczup hâline girdi.
Þimdi, o havalinin (ne diyorum?) belki dünyanýn en
güzel, en nadir ve en cins güvercinlerine o sahiptir. Otuz seneden beri bu
nazenin mahlûklardan, bin ihtimam ve bin itina ile kimbilir kaç nesil
yetiþtirdikten ve bu fende, kimbilir, ne kadar alýn teri döktükten sonra
nihayet bugün en temiz bir istifaya mazhar olmuþ bu zavallý asil kuþlar
ortasýnda hayatýnýn en mesut dakikalarýný yaþýyordu. Her birini ayrý ayrý
isimleriyle çaðýrýyordu. Yabancý bir göz için hepsi bir renkte, bir boyda ve
bir þekilde görünen bu mahlûklarý birbirinden ayýran birçok gizli alâmetler
yalnýz ona zahir idi. Bazýlarýnýn boyunlarýndaki ince mercan gerdanlýklarý,
bazýlarýnýn topuklarmdaki altýn mahmuzlarý, kiminin kanatlarý altýndaki yeþil
benekleri veya gözlerinin içindeki kýzýl yýldýzlarý o görür, o bilirdi.
Avlunun içinde hepsinin derecelerine göre ayrý ayrý
daireleri vardý: Kuþbaz Hüseyin Bey, her akrurdu. Eþi:dý? Mutlaka küçük
Serfiraz Mesud’a gönül baðladý. (…) Ne yapsak acaba, ne yapsak…” derdi ve bu
endiþelerle bütün gece gözüne uyku girmezdi. Yataðýnýn içinde saðdan sola,
soldan saða dönüp dumeden içi rahat edip yemeðini yiyemezdi. (…) Acaba
Akkadýnla Süleyman Ustanýn arasý neden açýlþam üstü, insan ruhlu bu güzel
kuþlarýn her birinin kendi sevgilisiyle kendi odasýna çekildiðini gör
-Yahu, ne olur biraz da benimle meþgul olsan;
derdi.
Fakat, Kuþbaz Hüseyin Bey, bütün gönül ve cinsiyet
iþlerini yalýnýz güvercinlere mahsus bir þey zannederdi.
Hele, hep birden uçtuklarý zaman neþesine payan
olmazdý. Avlunun ortasýnda, elinde bir uzun kargý ile saatlerce baþý havada,
aðzý açýk hayran hayran dolaþýrdý.
1919 senesinin, Nisan aylarýnda bir öðle sonu bütün
civar köylerde olduðu gibi, onun çiftliðine de bir bölük düþman askeri girdiði
gün o, iþte bu vaziyette avlunun ortasýnda idi. Birden, etrafýnda adamlarýn
koþuþmaða ve içeriden karýsýyla kýzlarýnýn telâþlý telâþlý konuþmaða
baþladýðýný hissetti; döndü baktý ki iki kanadý açýk büyük avlu kapýsýndan
içeriye, bir hana inen yorgun ve sakin bir yolcu kafilesi tavrýyla, bazýsý
atlý, bazýsý yayan bir sürü düþman askeri giriyor! Kuþbaz Hüseyin Bey’in
ömründe ilk defa olacaktýr ki kuþlarý havada iken baþý yere indi; benzi
sapsarý, gelenlere doðru yürüdü; henüz bir çiftlik beyi âmirliðiyle:
-Ne var? Ne istiyorsunuz? Diye sordu. Bunun üzerine gelenlerden biri gülerek laubali bir
tavýrla ona yaklaþtý:
-Merhaba beyim; yabancý deðiliz; dedi. Hüseyin Bey,
bu sözleri söyleyerek kendisine elini uzatan genç düþman çavuþunu tanýr gibi
oldu: fakat, pek iyi hatýrlayamadý. Çavuþ sýrnaþýk bir gülüþle sordu:
-Tanýyamadýnýz mý? Ýspiro’yu tanýyamadýnýz mý?
Ýspiro, Ýspiro?
Hüseyin Bey birden:
-Ha, evet, dedi.
Bu adam, beþ sene evvel Hüseyin Bey’in yanýnda altý
ay kadar hizmetkârlýk etmiþti; eli uzunca ve açýkgöz bir delikanlý idi.
Gittikçe lâubalileþen bir tavýrla elini ihtiyar adamýn omuzuna koydu ve kulaðýna
eðildi. Yavaþça:
-Birkaç akþam burada kalacaðýz: dedi. Zabitler köy
evlerinde rahat edemezler. Biraz ikram lâzým… Hüseyin Bey þaþkýn bir hâlde:
-Peki buyursunlar dedi.
Ýþte, bunun üzerinedir ki, düþmanlar ihtiyarýn
yanýna geldiler, gülüþerek, konuþarak etrafýný aldýlar ve havada uçuþan
güvercinlere niþan almak istediler. Hüseyin Bey, elindeki kargýyý asabiyetle
sallayarak, yarý öfkeli yarý tehditli bir sesle:
-Yo, dedi; güvercinlerime dokunmayýnýz!
Fakat, o bu sözünü bitirmemiþti, ki, yaný baþýnda
bir silâh patladý. Hüseyin Bey, eteði tutuþmuþ bir adam telâþiyle ilk kurþunu
atanýn kolundan çekti:
-Ne yapýyorsun? Sakýn ha! Diye baðýrdý. Lâkin, o
bununla meþgul olduðu bir sýrada bir diðeri siseyin Bey’in elinden kargýsý
düþtü, bütün vücudu titriyordu, yüzünün rengiyle sakalýnýn rengi birbirinden
fark olunamýyordu. Ýspiro, yanýna yaklaþtý:ne döne, yavaþ vavaþ aþaðý düþmeðe
baþladý ve uçan kafilede büyük bir periþanlýk alâmeti belirdi. Hülâhýný havaya
kaldýrdý; kulaðý dibinde bir ikinci kurþun daha výzladý; havadaki kuþlardan bir
tanesi dö
-Ne
olur caným, býrak! Dedi.
-Býrak mý? Sen aklýný mý bozdun? Söyle þunlara,
vallahi sonra fena olur.
-Fena mý olur? Nasýl. Hey, kendine gel çorbacý, o
günler geçti.
Dünkü uþaðýn aðzýndan yüzüne bir tükrük gibi
fýþkýran bu sözdeki nihayetsiz hakareti iþitmedi, hissetmedi bile… Þimdi, bütün
hassasý, birbiri ardý sýra havaya kalkan silâhlar, výzýldayan kurþunlar, döne
döne, yavaþ yavaþ iri kar parçalarý hâlinde yere düþen güvercinlerle meþguldü.
Çaresiz yalvarmaða baþladý.
-Rica ederim yeter artýk, rica ederim, diyordu.
Size ne isterseniz vereyim. Bunlar ne yenir, ne içilir, yahu günahtýr,
günahtýr.
-Günah mý? O sizin dinde, cevabýný veriyorlardý ve
Ýspiro arsýz arsýz gülüyordu. Niþan alan zabitraftan el çýrpýyor, bir
taraftan haykýrýyorlar, bir taraftan da durduklarý noktada tepiniyorlardý.dý.
Bu beyaz güvercin yaðmuru altýnda yaramaz bir çocuk neþesine tutulan düþman
askerleri bir talarý üstüne, bazýlarý dýþardaki göle, bazýlarý bostana,
bazýlarý epeyce uzaklarda, tarlalara düþüyorlarden bir kaçý düþen kuþlarý
toplamaða koþtular. Bunlardan bazýsý avluya, bazýlarý çiftlik binasýnýn
damlerden birisi arkasýný döndü; kendi lisanýnda bir þeyler baðýrdý, hemen
hayvanlarla meþgul neferler
Zavallý Hüseyin Bey, kendinden geçti, bulunduðu
yere çöküverdi. Artýk hiçbir þey söylemiyor kenarlarýndan iri yaþ damlalarý sýzan gözleriyle bu vahþi avý
seyrediyordu. Ýspiro yaklaþtý dedi ki:
-Neye bu kadar
telâþlanýyorsun? Býrak, biraz eðlensinler, býrak biraz eðlensinler. Kaç gündür
savaþýyoruz. Akþam bu kuþlardan âlâ mezelik olur mu? Hep beraberiz.
Hüseyin Bey, bir þey söyleyecek oldu, söyleyemedi;
yutkundu kaldý. Þimdi gözyaþlarý dinmiþ ve bakýþýna korkunç bir manasýzlýk gelmiþti.
Beyaz kuþlarý üst üste, demet demet avlunun
ortasýna yýðýyorlardý. Ýhtiyar adam, baþýný kaldýrmýþ, havada bir noktaya
dimdik bakýyordu. Neden sonra gözlerim yere indirdi ve avlunun ortasýndaki bedan,
baþlarýndan tutup ovucunun içine aldý, kiminin gagasýndan öpüyor,yaz yýðýna
yaklaþtý, eðildi. Önünde altmýþ yetmiþ kadar güvercin vardý, hepsini birer kere
kanatlarýnkiminin
tüylerini uzun uzun, âdeta âþýkane bir
tavýrla okþuyordu. Zabitlerle konuþan Ýspiro, yüzünü ihtiyara doðru çevirdi. Ve
o sýrnaþýk gülüþüyle uzaktan baðýrdý:
- Gönder onlarý içeriye de kýzartýversinler; dedi.
Kuþbaz Hüseyin Bey, yerinden kýmýldanmadý, iþitmedi
ve kana bulanmýþ ölü kuþlarý okþamakta, yüzüne gözüne sürmekte devam etti.
Düþman zabitlerinden birisi îspiro’ya elini baþýna
doðru kaldýrýp ihtiyarý göstererek “Acaba deli midir?” mânâsýna gelen bir iþaret yaptý. Ýspiro avlunun öbür
ucundan bir daha baðýrdý:
-Hey yeter artýk, yeter; sana söylüyorum, saðýr mýsýn be. Ýçeriye gönder
güvercinleri, dedi.
Kuþbaz Hüseyin Bey, gene yerinden kýmýldamadý, gene
baþýný çevirmedi; o zaman zabitlerle beraber eski çiftlik uþaðý güvercinkümesinin baþucunda çömelen adama yaklaþtýlar; biri
omuzundan sarstý, diðeri sakalýndan çekti. Birkaçý karþýsýna çömeldi. Fakat çömelmeleriyle kalkmalarý bir
oldu. Hepsi birden haþyetle geri geri çekildiler ve birbirlerine demincek
zabitin Ýspiro’ya yaptýðý iþareti tekdý ve bakýþý bir süngünün ucu gibi
sabit, dik, sert ve mütearýzdý. Lekesiz ak sakalýrar ettiler. Filvaki,
ihtiyarýn simasýna acayip bir mehabet çökmüþtü. Gözlerinde madenî bir parýltý
varise yüzüne sürdüðü kuþlarýn
al kanýna boyanmýþtý; sanki çenesine Türk bayraðýndan bir parçasarmýþ
gibiydi.”
Yakup
Kadri Karaosmanoðlu (Millî Savaþ Hikâyeleri)
METNÝN ÝNCELENMESÝ:
1. ZÝHNÝYET:
Tanzimattan itibaren gerçekleþen yenileþme hareketleriyle, edebiyatýmýzda da
Anadolu'yu ve Anadolýlýðý olarak düþünülmelidir.maktadýr. Kuþbaz Hüseyin
Bey’in kuþlarýn kanýndan yüzünde Türk bayraðýnýn belirmesi de dönemin duyarmak
isteyiþleri Kurtuluþ Savaþý yýllarýnda yaþanabilecek olaylardýr. Okuyucuda
gerçeklik duygusu uyandýrman askerlerinin Kuþbaz Hüseyin Bey’in evine
gelmeleri, kuþlara niþan alýp öldürmeleri, kuþlarý meze yaplu insanýný edebî
eserde ele almak ihtiyacý duyulmuþtur. Metnin zihniyeti, dönemin sosyal
hayatýyla yakýndan iliþkilidir. Kuþbaz Hüseyin Bey, Türk toplumunda örneklerini
görebileceðimiz bir kiþidir. Ýspiro ve diðer düþ
2. YAPI:
a) Olay: Güvercin
Avý hikâyesinde olay örgüsü, üç olaydan oluþmaktadýr. Birinci olay Kuþbaz Hüseyin
Bey’in kuþlarýyla olan mutlu hayatýný ifade eden kuþlar - Hüseyin Bey
iliþkisidir. Kuþlar onun ailesiyle ilgilenememesine sebep olmuþtur. Fakat
bunlara raðmen Hüseyin Bey mutludur, ikinci olay, Ýspiro ve diðer düþman
askerlerinin Hüseyin Efendi’nin evine gelmeleri ve yerleþmeleriyle ilgili kýsým
çevresindedir. Son olay ise Ýspiro ve diðer düþman askerlerinin Hüseyin Bey’in
kuþlarýný öldürmeleri, o kuþlarý piþirtip yemek istemeleri ve Hüseyin Bey’in
çýldýrma anýdýr. Bu bakýmdan kuþlar yaþama sevincini ve mutluluðu, Ispiro ve
diðer düþman askerleri de zulüm ve acýyý temsil etmektedirler.
b) Kiþiler: Hikayenin
baþ kahramaný Kuþbaz Hüseyin’dir. Çiftlik sahibi olacak kadar zengin olan
kahraman, çiftlik iþlerinin yanýnda eþiyle bile ilgilenmeyecek þekilde kuþlara
düþkün biridir. Kuþbaz Hüseyin, hobilerine aþýrý düþkün, tip özellikleri gösteren evrensel bir kiþidir. Baþka bir edebî
eserde Kuþbaz Hüseyin benzeri bir tip karþýmýza çýkabilir.
Güvercin
Avý adlý hikâyede Kuþbaz Hüseyin Beyden baþka, karýsý, kýzlarý, lspiro ve
düþman askerleri vardýr. Kuþlar da Hüseyin Bey’in mutluluðunu ve mutsuzluðunu
hazýrlayan unsurlar durumundadýrlar. Bir bazar, lspiro ile o yýllarda kendi
içimizdeki, evimize kadar giren yabancýlardan yediðimiz darbeleri anlatmak
istemektedir.kýma kiþileþtirilmiþlerdir. Ýspiro, iþgal yýllarý öncesinde Kuþbaz
Hüseyin Bey’in evinde uþaklýk yapmýþtýr. Ya
c) Mekan (yer): Hikâyede
mekân Kuþbaz Hüseyin Bey’in çiftliðidir. Mekân 1919 Nisan'ýndan önce kuþlarla
yaþanan mutluluðun, sonra ise zulmün sahnesi durumundadýr. Ýspiro'nun daha önce
bu çiftlikte yaþamasý ikinci olay halkasýnýn da burada gerçekleþmesine zemin
hazýrlamýþtýr.
d) Zaman: Hikâyede
zaman Kuþbaz Hüseyin Bey’in hayatýyla iliþkilidir. Düþman iþgalinin baþladýðý
1919 senesirýn hayatý hareket noktasý alýndýðýna göre yirmi veya yirmi beþ
yýllýk bir geriye gidiþ söz konusudur. Bütün bunlar, XX. yüzyýl baþlarýný ifade
eden söz gruplarýdýr.çalarýn anlatýlmasý ile de karþýlaþmaktayýz. Çocukluk
yýllarý anlatamadýðýna ve altmýþ yaþlarýndaki bir ihtiyanin Nisan baþlarý
hikâyedeki en belirgin zamandýr. Kuþbaz Hüseyin Bey’in bundan önceki hayatýndan
par
3. TEMA: Hikâyede
zalim - zulme uðrayan karþýlaþmasý esastýr. Temada zalim suç iþlerken suçlu
aramaz. Herkes suçludur. Zalim doðal hayatýný sürdürürken suç iþler. Ýspiro ve
arkadaþlarý böyledir.
Masum
- zalim temasý Kurtuluþ Savaþý öncesi Anadolu'sundan alýnan malzemeyle
yorumlanmýþ ve somut hâlde ifade edilmiþtir. Bu tema baþka metinlerde de ele
alýnmýþtýr.
4. DÝL VE ANLATIM:
Hikâyede
olaylar bize her þeyi bilen anlatýcý tarafýndan aktarýlmaktadýr, ilahî bakýþ
açýsý. Anrumundadýr.latýcý kiþilerin özelliklerini, zihinlerinden geçenleri,
geçmiþlerini, kýsaca yaþanan her olayý bilebilir. Güvercin Avý'nda anlatýcý,
Kuþbaz Hüseyin Bey’in geçmiþ hayatýný, zevklerini, karýsýyla iliþkilerinin
boyutunu bilen du
Metinde geçen: “meczup, nazenin, mahlûklar, ihtimam, itina, fen, istifaya
mazhar olmuþ, zahir, neþesine payan olmazdý, han, zabit, asabiyet, nefer,
mütearýz…” gibi kelimeler günümüzde pek kullanýlmayan kelimelerdir. Yalnýz bu
kelimeler bizim metni anlamamýzý olumsuz etkileyecek kadar fazla deðildir. Bu
nedenle metnin dili için sade ve anlaþýlýr bir dil kullanýlmýþtýr diyebiliriz.
Nada
kullanýmý ortadan kalkar.ratýklar, özenle, ayrýlma) koyduðumuzda metnin sunduðu
gizemli havayý daðýtmýþ oluruz. Dilin bireysel tarztan mahiyettedir. Bu söz
gruplarýný ilk cümleden çýkardýðýmýzda veya söz gruplarýnýn yerine yenilerini
(yazenin mahlûklar, bin ihtimam ve bin itina ile en temiz bir istifa gibi söz gruplarý
dilin þiirsel iþlevini hatýrla
“Birden, etrafýnda adamlarýn koþuþmaða ve içeriden karýsýyla kýzlarýnýn
telâþlý telâþlý konuþmaða baþladýðýný hissetti; döndü baktý ki iki kanadý açýk
büyük avlu kapýsýndan içeriye, bir hana inen yorgun ve sakin bir yolcu
kafilesi tavrýyla, bazýsý atlý, bazýsý yayan bir sürü düþman askeri giriyor!”
“Otuz seneden beri bu nazenin mahlûklardan, bin ihtimam ve bin itina
ile kimbilir kaç nesil yetiþtirdikten ve bu fende, kimbilir, ne kadar alýn teri
döktükten sonra nihayet bugün en temiz bir istifaya mazhar olmuþ bu zavallý
asil kuþlar ortasýnda hayatýnýn en mesut dakikalarýný yaþýyordu.” gibi
cümleler, kuruluþu uzun olan cümlelerdir.
5. METÝN VE GELENEK:
Dýþ
dünyayý ve Anadolu'yu anlatmada, yazarlarýmýza, batý edebiyatý metinleri
rehberlik etmiþtir. Bu hikâye de Kurtuluþ Savaþý yýllarýnda Anadolu’da
yaþananlar anlatýlmýþtýr.
Yakup
Kadri Karaosmanoðlu, Maupassant tarzýnda hikâye (olay hikayesi) yazar.
Yazarlýða Refik Halit Karay'la birlikte
baþlayan yazarýn hikâyeciliðini de iki dönem hâlinde ele almak gerekir.
Birinci döneminde Servet-i Fünûnu deðiþik þartlar altýnda devam ettiren,
yaþanýlan hayatý bütün gerçekliðiyle gözlemleyemeyen Yakup Kadri, bu
hikâyelerinde topluma ferde ait fantezilerle bakmaktadýr.
Ýkinci
dönem hikâyeciliðinde kendi "ben"i dýþýna çýkarak Türk toplumunun
yaþadýðý siyasî ve sosyal olaylarý dikkatlere sunmak gayesindedir. Yakup Kadri
Servet-i Fünûn edebiyatýnýn etkisi ile baþladýðý hikayeciliðini Milli Edebiyat
Akýmý döneminde geliþtirerek sürdürmüþtür.
SONUÇ:
Hikâye ilk etapta
Kuþbaz Hüseyin Bey’in yaþadýklarýný, kuþlarla olan mutluluðunun düþman
kuvvetlerilanýþýný sezdirmektedir.nin kuþlarýný öldürmesiyle mutsuzluða
dönüþmesini anlatýr. Fakat Güvercin Avý adlý hikâye arka planda, Türk insanýnýn
iþgal yýllarýnda çektiði acýlarý, kendi içinden hançerleniþini, en umursamaz
insanýn bile can
TÜRK EDEBİYATININ DEVİRLERİ
İslamiyet Öncesi
İslamî Devir
Batı Etkisinde Gelişen
Türk Edebiyatı Türk
EdebiyatıTürk Edebiyatı
ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTM)
Ahenk:Ahenk kelimesi uyum anlamına gelmektedir. Edebiyatta ise kelimelerin
birbiriyle ses ve anlam bakımından etkileyici bir bütün olması anlamındadır.
Şiirde ahenk;ustaca
kullanılan ses akışı,söyleyiş,ritm,ölçü ve her türlü ses benzerliğiyle
sağlanır. Şiirde ahengi sağlamak için ölçü,uyak,vurgu,tonlama gibi değişik
unsurlar kullanılır.
Vurgu: Bir kelimede hecelerden birinin diğerlerine göre daha baskılı,daha
kuvvetli söylenmesidir. Vurgu hem kelimenin anlamını güçlendiren hem de şiiri
ahenkli kılan bir unsurdur. Vurgulama ve tonlama şiirin ahengini ve etki gücünü
bir kat daha artırır.
Ör:
Gök sarı toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı
Arkada zincirlenen Toros Dağları
Tonlama: Anlatılmak istenen duygu veya düşüncenin daha etkili ifade
edilebilmesi için ses tonunu değiştirerek okumaya tonlama denir.Böylece
acıma,üzüntü,özlem,hayranlık,sevgi gibi duygular belirginlik kazanır.
Ör:
Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren
uykudan,
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Ölçü:Ahengi sağlamak şiire belli bir düzen vermek için şiirlerde çeşitli
ölçüler kullanılır. Türk edebiyatında hece ve aruz ölçüsü olmak üzere iki çeşit
ölçü kullanılmıştır.
Hece ölçüsü: Şiirdeki tüm dizelerin hecelerinin sayısının eşit olması esasına
dayanır.
Yaş o-tuz beş yo-lun ya-rı-sı e-der
Dan-te gi-bi or-ta-sın-da-yız öm-rün
Yal-var-mak ya-kar-mak na-fi-le bu-gün
De-li-kan-lı ça-ğı-mız-da-ki cev-her
Aruz Ölçüsü: Dizelerdeki hecelerin açıklık kapalılık esasına bağlı olan bir ölçü
sistemidir. Sonu ünlü ile biten heceler ‘’açık’’, sonu ünsüzle biten heceler de
‘’kapalı’’ hece olarak adlandırılır. Ayrıca uzun ünlülü heceler ile dize
sonundaki heceler daima kapalı kabul edilir.
Uyak (Kafiye) ve Redif
Uyak: genellikle dize sonlarında bulunan ve görevleri farklı olan ses
veya ek benzerlikleridir.
Redif: Mısra sonlarında bulunan aynı görevdeki ses, ek ve kelime
tekrarlarıdır.
Her yalana kanmışım kafiye:’’an’’
Her söze inanmışım redif: ‘’mışım’’
Ben artık sevgiden de
Bıkmışım, usanmışım
Uyak Çeşitleri
a)Yarım Uyak:Sadece bir ünsüzün benzeşmesiyle oluşan kafiyeye yarım uyak denir.
Ecel büke belimizi
Söyletmeye dilimizi
Hasta iken halimizi
Soranlara selam olsun
Ördek çalkalanıt göllerde
İsimim söylenir dillerde
Kalmışım gurbet illerde
Dağlar başı duman şimdi
b)Tam Uyak:Biri ünlü biri ünsüz olmak üzere iki sesin benzerliğiyle oluşan
uyağa tam uyak denir.
Ben gideyim yol gitsin,ben gideyim yol gitsin;
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler
Tak,tak ayak sesimi aç köpekler işitsin
Yolumda bir tak olsun zulmetten taş kemerler
Bir gece yarısı ay suya
düşer
Çöllerde bir ceylan pusuya
düşer
Çimenler üstünde üç beş damla kan
Gözünü nefretle kapatır ceylan
Çırpınır ağzında bir demet keklik
Kör avcı her şeye çekilmez tetik
c)Zengin Uyak: En az üç sesin benzerliğiyle oluşan uyağa zengin uyak denir.
Bir alem ki, gökler boru içinde
Akıl almazların zoru içinde
Üst üste sorular soru
içinde
Bir idamlık Ali vardı,asıldı
Kaydını düştüler,mühür basıldı
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Cinaslı Uyak:Aynı seslerden oluşan ;fakat farklı anlamları karşılayan kelimelerle
yapılan uyağa cinaslı uyak denir. Cinas bir kelimenin tekrarı değildir. Aynı
kelimenin aynı anlamla tekrar etmesine redif denir.
Ör: ‘’Kalem böyle çalınmıştır yazıma
Yazım kışa uymaz kışım yazıma’’
Bu beyitteki ‘’yazıma’’ sözcüklerinin yazımı aynıdır; ancak birinci
dizede kaderime anlamında ikinci dizede ise yaz mevsimi anlamında
kullanıldığından cinaslı uyaktır.
NOT:Yazımları ve anlamları aynı olan iki sözcük redif;yazımları aynı ancak anlamları farklı olan iki sözcük
cinaslı kafiye oluşturur.
Uyak Düzeni(Şeması) ve Çeşitleri
Şiirler uyaklanış bakımından üçe ayrılır.
Düz uyak:Uyaklı kelimeler aaxa veya aaab şeklinde sıralanmışsa buna düz uyak
denir.
Hiç anılmaz olmuş atalar adı
Redif:’’-ı’’
Beşikte bırakmış ana evladı Kafiye:’’-ad’’
tam kafiye
Kırılmış yetimin kolu kanadı Uyak
düzeni: aaab
Zulüm pençesinden aman kalmamış
Çapraz uyak:Uyaklı kelimeler
abab şeklinde sıralanmışsa buna çapraz uyak denir.
Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında Redif.’’-yorum/-sında’’
Yürüyorum arkama bakmadan yürüyorum Kafiye:’’-rü(tam k.)/-ta(tam
k.)’’
Yolumun karanlığa saplanan noktasında Uyak düzeni:abab
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum
Necip Fazıl Kısakürek
Sarma uyak: Uyaklı kelimeler abba şeklinde sıralanmışsa buna çapraz uyak denir.
En son Bektaş Ağa çöktü diz üstü Redif:’’-ı’’
Titrek elleriyle gererken yayı Kafiye:’’-ay’’
Her yandan bir merak sardı alayı Uyak düzeni:
abba
Ok uçtu,hedefin kalbine düştü
ALIŞTIRMALAR
Gâh eserim yeller gibi
Redif:’’-ler
gibi’’
Gâh tozarım yollar gibi
Kafiye:’’-l’’ yarım kafiye
Gâh akarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi.
Yunus Emre
Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım, Redif:’’-ım’’
Ey sevdiğim,ben ümitsiz değilim gene Kafiye:’’-ne’’ (tam
kafiye)
Ak düşünce saçların kumral rengine
Kollarında son aşığın ben olacağım.
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
"Gönlünü şirinin aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."
O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudaya çoban çeşmesi.
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leylâ gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
Faruk Nafız Çamlıbel
1.,3.,4., dörtlüklerin kafiye ve redifleri bulunup uyak düzenleri
yazılacak,nazım birimi belirtilecek.
Ödev: İstiklâl Marşı’mızı aheng
ve ritm özellikleri bakımından inceleyiniz.
Aliterasyon: Bir şiirin dizelerinde sürekli aynı ünsüzün tekrarlanmasından
oluşan ahenge aliterasyon denir.
İSTANBUL’U DİNLİYORUM
İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok
uzaklarda,
Sucuların hiç
dinmeyen çıngırakları,
İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı
İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı
Kuşlar geçiyor, derken
Yükseklerden sürü sürü, çığlık çığlık
Ağlar çekiliyor dalyanlarda,
Bir kadının suya değiyor ayakları,
İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı
İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları
İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı
İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum
gözlerim kapalı
…..
Orhan Veli Kanık
‘’İstanbul’u Dinliyorum’’ adlı şiirde ‘’-r’’ ve ‘’-l’’ sesleri
kullanılarak aliterasyon yapılmıştır.
ÖDEV: Orhan Veli’nin ‘’Anlatamıyorum’’ adlı şiirinde aliterasyon
sağlayan sessizler belirlenecek. ‘’m’’ sesi ile aliterasyon yapılmıştır.
Asonans: Bir şiirin dizelerinde sürekli aynı ünlünün tekrarlanmasıyla oluşan
ahenge asonans denir.
GURBET
Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde,
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde!
Eriyorum git gide,
Evlada her ümide ,
Gurbet benliğimi de
Bitirmiş bir içimde.
Ne arzum, ne emelim,
Yaralanmış bir elim,
Ben gurbette değilim,
Gurbet benim içimde!
Kemalettin Kamu
Gurbet şiirinde ‘’a’’ ve ‘’e’’ sesleriyle asonans yapılmıştır.
ŞİİR DİLİ
Şiir insanın değişen
duygu,çoşku,özlem ve hayallerini kendine özgü bir dille ifade eder. Dili daha
canlı,daha güzel ve daha tesirli hale getirerek ona bir üst kimlik kazandırır.
Şair günlük dildeki sözcükleri özenle seçer. Onlara yepyeni anlamlar
kazandırır. Kullanılan dile yeni değerler ve anlamlar kazandırır. Benzetmelere
değişmecelere (mecaz) yer verir. Somut varlıkları soyutlaştır, soyutları da
somutlaştırır. Böylece duygu ve düşüncelerine bir anlam derinliği kazandırır.
Söz Sanatları
Teşbih
Anlama güç katmak için, aralarında gerçek ya da mecaz, çeşitli
yönlerden ilgi, benzerlik bulunan en az iki varlıktan zayıf olanı nitelik
bakımından güçlü olana benzetme sanatıdır.
Teşbih sanatında en az iki, en fazla dört öğe bulunur. Öğeleri
şunlardır :
1- Benzeyen (müşebbeh, teşbih edilen, benzetilen) : Birbirine benzetilen
şeylerden nitelik bakımından güçsüz olanıdır.
2- Kendisine Benzetilen : Birbirlerine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha üstün ve güçlü olanıdır.
3- Benzetme Yönü : benzeyen ve kendisine benzetilen arasındaki ortak noktadır. Zaten benzetme bu ortak noktayı belirtmek için yapılır. (Ancak bu ortak nokta her zaman vurgulanarak zikredilmeyebilir.)
2- Kendisine Benzetilen : Birbirlerine benzetilen şeylerden nitelik bakımından daha üstün ve güçlü olanıdır.
3- Benzetme Yönü : benzeyen ve kendisine benzetilen arasındaki ortak noktadır. Zaten benzetme bu ortak noktayı belirtmek için yapılır. (Ancak bu ortak nokta her zaman vurgulanarak zikredilmeyebilir.)
4- Benzetme Edatı :
Benzeyen ve kendisine benzetilen arasında benzetme ilgisi kuran kelime veya ektir.
Teşbihte genellikle şu kelime ya da ekler benzetme edatı olarak
kullanılır :
Ör: Ali aslan gibi cesurdur.
1- Benzeyen-benzetilen:
Ali
2- Kendisine benzetilen:
aslan
3- Benzetme yönü:
cesaret
4- Benzetme edatı: gibi
Ör: Cennet gibi güzel vatan
Ör: "Yol yılan gibi kıvrılıyor"
Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,
Bir eski çıban gibi işliyor içerime.
(Ayak Sesleri/ Necip Fazıl
Kısakürek)
Benzeyen: Sesler
Kendisine benzetilen unsur:Eski çıban
Benzetme yönü: Batmak,işlemek
Benzetme edatı: Gibi
Teşbih-i beliğ:Sadece benzeyen ve benzetilen
ile yapılan ve benzetme edatı ile benzetme
yönü bulunmayan teşbihe teşbih-i
beliğ denir.
Ör:Günlerim koklamadan attığım bir güldür.
Ör:Yarin dudağından getirilmiş
Bir katre alevdir bu
karanfil
Ahmet Haşim
Ör: Kömür gözlüm, gül dudaklım
Sen de bir gün perişan
ol
Hicranî
Ör: Aslan askerler koşuyor.
İstiare(İğretileme)
Sadece benzeyen ya da benzetilenle yapılan teşbihe istiare denir. Açık istiare ve kapalı
istiare olmak üzere ikiye ayrılır.
Açık istiare: Benzetme öğelerinden sadece kendisine benzetilenin bulunduğu
benzeyenin bulunmadığı istiaredir.
Ör: Yüce dağ başında siyah
tül vardır.
Benzeyen: bulut(söylenmemiş)
Benzetilen:siyah tül (söylenmiş)
Ör: Havada bir dost eli
okşuyor derimizi
Benzeyen: Rüzgar(söylenmemiş)
Benzetilen: dost eli(söylanmiş)
Kapalı istiare: Benzetme öğelerinden sadece benzeyenle yapılan istiaredir. Kapalı
istiarede kendisine benzetilen yer
almaz.
Ör:
Bir arslan miyav dedi
Minik fare kükredi
Fareden korktu kedi
Kedi pır uçuverdi
Dörtlükte ‘’aslan’’ , ‘’miyav’’ sözcüğüyle kediye;fare, kükredi sözcüğüyle aslana; ‘’kedi’’ ‘’uçuverdi’’ sözcüğüyle kuşa benzetilmiştir. Ancak dörtlükte benzetilene
yer verilmemiştir.
Ör: Yüce dağların başında
Salkım salkım olan
bulut.
Benzeyen:Bulut(var)
Kendisine benzetilen:üzüzm(yok)
Teşhis(Kişileştirme)
İnsan dışındaki canlı ve cansız varlıklara insana özgü bir özellik
verme sanatına teşhis denir.
Ör: Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl
Kahraman ırkıma bir gül ne bu şiddet bu celâl
Ör: Ağlama karanfil beni
de ağlatma
Sil göz yaşlarını
Ör: Gel bahar erit bu yolun karını
Geçen seneleri anmayalım hiç
Dinle bülbüllerin şarkılarını
Güllerin kıpkızıl
şarabını iç
İntak(Konuşturma)
İnsan
dışındaki canlı ve cansız varlıkların konuşturulması sanatıdır. Konuşturma
kişileştirmeden sonra gelir.Varlıklar önce kişileştirilir sonra gerekirse
konuşturulur. Her intakta bir kişileştir me vardır ama her kişileştirmede bir
intak yoktur.Fabllar bu sanata örnektir.
Ör:Mor menekşe:’’Bana
dokunma;’’diye bağırdı.
Ör:Minik
kuş:’’Anne beni rüyalar ülkesine götür.’’diye yalvarıyordu.
Tezat(Karşıtlık)
Ör:Ağlarım hatıra geldikçe
gülüştüklerimiz
Ör.Ağzına yok dediler
dediklerince var imiş
Ör: Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
Esir-i aşkın olduk gerçi
kurtulduk esaretten
Mübalağa(Abartma)
Bir sözün etkisini arttırmak amacıyla bir şeyi olduğundan çok
göstermek ya da olmayacak biçimde anlatma sanatıdır.
Ör: Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ
Ör:
Alem sele gitti gözüm yaşından.
Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Bir ah çeksem dağı taşı eritir,
Ör: Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
Gömelim gel seni tarihe
desem,sığmazsın.
Ör: O kadar zayıftı ki
Bir dalın arkasına geçse
göremezdi kimse onu
Telmih(Hatırlatnma)
Söz arasında herkesin bildiği bir olaya ya da kişiye işaret etme
sanatı.
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor teshidi,
Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
M. Akif Ersoy
Ekmek Leyla oldu bire dostlarım,
Mecnun olup ardı sıra giderim.
Şu Boğaz harbı nedir?Var mı ki dünyada eşi?
En keşif orduların yükleniyor dördü beşi.
M. Akif Ersoy
Gökyüzünde İsa ile,
Tur dağında Musa ile ,
Elindeki asa ile,
Çağırayım Mevlam seni.
Yunus Emre
Tecahül-i Arif(Bilip de
Bilmemezlikten Gelme)
Bilinen bir gerçeği bilmez görünerek anlatma
sanatıdır.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Cahit Sıtkı Tarancı
Sular mı yandı,neden tunca benziyor mermer?
Ahmet Haşim
Hüsn-i talil(Güzel Bir
Nedene Bağlama)
Sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini,gerçek sebebinin dışında
başka,güzel bir nedene bağlamadır.
Senin o gül yüzünü görmek için
Sana güneş bakmak için doğuyor.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden
Yahya Kemal Beyatlı
Tenasüp
Anlam yönünden birbiriyle ilgili sözcükleri bir arada kullanmaktır.
Ör:Yine bahar, bülbül sesinden
Seda verip seslendin mi
yaylalar
Çevre yanın lale sümbül
bürümüş
Gelin olup süsülendin mi
yaylalar
●Bu dizelerde
‘’bahar,yayla,lale, sümbül,bülbül
sesi,seda’’ birbiriyle
ilgili sözcükler olarak
Ör: Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip
Kılma derman kim helakim
zehr-i dermendadır.
●Bu dizelerde ‘’dert,derman,ilaç,tabip’’ birbiriyle
ilgili sözcükler olarak
kullanılmıştır.
Kullanılmıştır.
Mecaz-ı Mürsel (Ad Aktarması)
Bir sözün benzetme amacı
güdülmeden gerçek anlamı dışında kullanılması sanatıdır.Gerçek anlama gelmesi
imkansızdır.
Ör:Ankara bu olaya tepki gösterdi.
Burada tepki gösteren
şehir değil.Anakara da bulunan hükümettir.Mecaz-ı mürsel yapılmış.Şehir söylenmiş
hükümet kastedilmiştir.
Ör:Cemil Meriç’i her okuyuşumda yeni bir şeyler buluyorum. (Kitabını
okuyorum kendisini değil)
Ör: Kırmızı beyaz bu sene başarı gösteremedi.
Ör:Evin suyu patlamış.
ŞİİRDE YAPI
Şiirin yapısı anlam ve ses kaynaşmasından oluşur. Anlam ve ses
kaynaşmasından oluşan nazım birimlerine beyit,kıt’a,bent,mısra gibi isimler
verilir. Dize ,beyit,dörtlük gibi birimlerle ölçü, kafiye düzeni,tema ve
imgeler belli bir bütün oluşturarak şiirde
yapıyı meydana getirir.
Nazım birimi: Bir manzumede anlam
bütünlüğü taşıyan en küçük parçaya nazım birimi denir. Nazım birimi en az iki
dizeden oluşmak üzere üç, dört, beş veya daha fazla dizeden oluşabilir.
Mısra (Dize): Bir şiirin her bir
satırına dize denir.
Beyit: İki dizeden oluşan nazım birimine
beyit denir.
Ör: Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
Olmaya devlet cihanda
bir nefes sıhhat gibi
Kanuni Sultan Süleyman
Kıt’a(Dörtlük): Dört dizeden oluşan
nazım birimine kıt’a veya dörtlük denir.
Ör: Tarihim,şerefim,şiirim,her şeyim
Yer yüzünde yer beğen
Nereye dikilmek
istersen,
Seni oraya dikeyim!
Arif Nihat Asya
Bent: İkilik ve dörtlük dışında kalan
3,5,7 veya daha fazla eşit satıdaki dizelerden oluşan nazım birimine bent
denir.
Bugün Cuma
Büyük annemi hatırlıyorum
Dolayısıyla çocukluğumu
Uzun olsaydı o günler!
Yere düşen ekmek parçasını
Öpüp başıma götürdüğüm günler!
Konu: Üzerinde söz söylenen herhangi bir
olay, düşünce veya duruma konu denir. Bir şiir birden fazla konuya değinebilir.
Tema: Şiirin bütününe hakim olan duygu
veya hayale tema denir.
Şiirin yapısını oluşturan
tüm bu öğeler gerek Divan edebiyatımızda gerekse Halk edebiyatında gelenek çerçevesi içerisinde çeşitli nazım
şekilleri ve türleri oluşturmak amacıyla belli ölçülerde kullanılmıştır. Oluşan
bu nazım şekilleri ve türleri Halk
edebiyatı ve Divan edebiyatı nazım şekilleri ve türleri başlıkları altında ele
alınırlar.
TÜRK HALK EDEBİYATI
İslamiyet
öncesinden günümüze kadar kesintisiz gelen bir edebiyattır.
Halk içinde
yetişmiş ozanları icra ettiği bir edebiyattır.
Temelinde sözlü
bir gelenek vardır.
Dili sadedir.
Dörtlük ve yarım
kafiye esaslıdır.
Hece ölçüsü
kullanılmıştır.
Halkın
dertlerini, sevinçlerini, her türlü duygularını işlemektedir.
Bu edebiyatı
genellikle “aşık”adı verilen
sazlarıyla yazdıklarını besteleyip köy köy dolaşan ozanlar icra etmiştir.
Koşma, destan,
semai, varsağı, mani, ağıt, türkü, bilmece, atasözü, devriye, şathiye, ilahi,
deme gibi çeşitli nazım şekilleri vardır.
Kendi arasında :
“Âşık Tarzı, Anonim,Dini-Tasavvufi olmak üzere 3’e ayrılır.
A) ÂŞIK TARZI HALK
EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLERİ
İslamiyet'ten önce başlamıştır.
Eskiden “kam,baksı” adı
verilen ozonlara bu dönemde “AŞIK”adı
verilmiştir.
Âşıklar şiirlerini bağlama adı verilen sazlarla köy köy dolaşıp
söylemiştir.
Hece ölçüsü kullanılmıştır.
Dili
sadedir.
Nazım birimi dörtlüktür, yarım kafiye kullanılmıştır.
Son
dörtlükte şairin mahlası(adı) kullanılır.
Koşma,
mani, türkü, semai, varsağı destan gibi biçimleri mevcuttur.
Aşk,
ölüm, gurbet, ayrılık konuları sıklıkla ilenmiştir.
Coşkulu,
lirik bir söylenişi vardır.
Koşma,
mani, türkü, semai, varsağı destan gibi biçimleri mevcuttur.
17.
yüzyıldan sonra divan edebiyatından etkilenmeye başlamıştır.
Koşma
·
Aşk, ayrılık,
gurbet,sevgi,doğa,yiğitlik gibi geniş çerçeveli konuların işlendiği bir nazım
şaklidir.
·
11’li hece ölçüsüyle yazılır.
·
En az 3 en fazla 12 dörtlükten
oluşur.
·
Dili sadedir.
·
Kafiye düzeni
“abab,cccb,dddb…”şeklindedir.
·
Son dörtlükte şairin mahlası
bulunur.
·
Koşmanın konularına göre
“güzelleme, koçaklama, ağıt, taşlama”adlı türleri vardır.
Güzelleme:İnsan ve doğa
sevgisinin lirik bir edayla işlendiği koşmalara denir.
Koçaklama: Savaş, yiğitlik, kahramanlık gibi konuları işleyen koşmalara denir.
Ağıt: Ölen kişinin arkasından duyulan acının ve onun iyiliklerinin
işlendiği koşmadır.
Taşlama: Toplumun veya bireylerin aksayan yönlerini eleştiren koşmalara
denir.
Varsağı
·
Toros Dağları ve Adana
civarında yaşayan “VARSAK” boylarının söyledikleri türkülere denir.
·
Kafiye düzeni koşma gibidir.
·
4+4 şeklinde 8’li ölçüyle
söylenir.
·
“BRE, BEHEY, HEY “ nidaları
sıklıkla kullanılmıştır.Babacan ve erkekçe bir tavırla söylenir.
·
En az 3 en fazla 5 dörtlüktür.
·
Konu olarak hayattan ve
talihten şikayet gibi konular işlenir.
Semai
·
Koşma ile aynı konular işlenir.
·
Kafiye düzeni koşma ile
aynıdır.
·
4 + 4 =8 ‘li ölçüyle yazılır.
·
3–5 dörtlükten oluşur.
·
Koşmadan ezgisi,dörtlük sayısı
ve ölçüsü bakımından ayrılır
Destan
·
6+5 ‘li hece ölçüsüyle söylenir.
·
Halk edebiyatının en uzun nazım
biçimidir.
·
Kendine özgü bir söylenişi
vardır.
·
Kafiye düzeni koşma ile
aynıdır.
·
Ayaklanma, kıtlık, savaş,
hastalık gibi toplumsal konular işlendiği gibi bireysel konuların
işlendiği destanlar da vardır.
·
Dörtlük sayısında sınırlama
yoktur.
Not:Destanlar doğal ve yapma destan olmak üzere ikiye ayrılır.
Doğal Destan:Toplumu derinden etkileyen savaş,göç,afet vb. olayları halkın dilden
dile aktarması ve şairler tarafından saz eşliğinde seslendirilmesi ile oluşan
ve yazarı belli olmayan destanlardır.Halkın ortak malıdır.
Yapma Destan:Tarihi bir olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra bir yazar tarafından destan özelliklerine uygun olarak
yeniden kaleme alınmasıyla oluşan ve yazarı belli olan destanlardır.
ANONİM HALK
EDEBİYATI NAZIM ŞEKİLLERİ
Türkü
·
Kendine özgü bir ezgi ile
söylenen nazım biçimidir.
·
Genellikle anonimdir,yazarı
bilinenleri de zamanla halka mal olmuştur.
·
Aşk,
tabiat,ayrılık,hasret,gurbet,sevgi,güzellik gibi konular işlenir
·
Türküler 8’li(4+4) veya
11’li(4+4+3) hece ölçüsüyle söylenir.
·
Türkülerin konusu ve şekilleri
devirden devire değişir.
·
Türküler iki bölümden oluşur.
1-Bent:Türkünün asıl
sözlerinin bulunduğu bölümdür.
2-Kavuştak:Her bendin
sonunda tekrarlanan bölümdür. Nakarat ya
da bağlama adı da verilir.
Not:Destanlar hem aşık
tarzı hem de anonim halk edebiyatı ürünlerine dahildir.
Mani
·
Hecenin 7’li kalıbıyla
söylenirler.
·
Bir dörtlükten oluşur.
·
Uyak düzeni aaxa şeklindedir.
·
İlk iki dize doldurmadır. Asıl
konu son iki dizededir.
·
Konu sınırlaması yoktur.
Nİnni
Annelerin
çocukları uyutmak için belli bir ezgiyle söylediği sözlü edebiyat ürünleridir.
·
7’li,8’li ve 9’lu hece
ölçüsüyle söylenir.
DİNÎ TASAVVUFÎ HALK ŞİİRİ
a)Hece ölçüsü
ağırlıklıdır,az da olsa aruz ölçüsü kullanılmıştır.
b)Yarım uyak ve
redif sık kullanılmıştır.
c)Tasavvuf
terimlerinin dışında dil,halkın anlayabileceği nitelikte ve sadedir.
d)Saz eşliğinde
söylenenlerde vardır.
e)Süslemesizdir.
f)İlahi,nefes
,deme ,şathiye,nutuk ve devriye başlıca
nazım türleridir.
g)Allah
sevgisi,nefsin öldürülmesi,insan sevgisi,ölüm,Allah’a varış yolları,tasavvuf
ilkeleri temel konularıdır.
h)Coşkuludur,genellikle
didaktik şiirlerden oluşur.
I)Nazım birimi
dörtlüktür ancak beyitle oluşturulmuş türlerde vardır.
Dinî Tasavvufî Halk
Edebiyatı Nazım Türleri
İlahi: Tekke edebiyatının
ana nazım türüdür.8’li hece ölçüsüyle söylenirler 7 ve 11’li de
olabilir.Fanili,k Allah sevgisi,nefsin öldürülmesi temel konusudur.Bu türün en
büyük ustası Yunus Emre’dir.
Nefes: 8’li hece ölçüsüyle
söylenirler.İlahilerin konularının Bektaşilerce söylenmesi sonucu ortaya çıkmış
türdür.Hz. Muhammed ve Hz. Ali ile ilgili şiirler vardır.
Deme: 8’li hece ölçüsüyle
söylenir müritlere öğreticiliği esas alır.
Nutuk: 8’li hece ölçüsüyle
söylenir müritlere öğreticiliği esas alır.
Devriye: Alah’tan gelen
insanın yine Allah’a döneceğini anlatan şiirlerdir.
Şathiye: Korkuya dayalı din anlayışına eleştiri
niteliğinde olan şiirlerdir. Allah ile konuşuluyor gibi söylenir. Bu türde eser
veren başlıca ozanlar; Yunus Emre,Hacı Bayramı Veli,Süleymen
Çelebi,Nesimi,Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal,Mevlana’dır.
DİVAN
EDEBİYATI ( KLASİK EDEBİYAT)
İslamiyet’in kabulünden sonra
Türkler yaşamın her alanında Araplardan, Farslardan etkilenmişlerdir. Bu
etkileşimin en belirgin olduğu alanların başında edebiyat göze çarpmaktadır.
13. yy dan dan
itibaren şair ve yazarlar Fars- Arap etkisine girmeye başlamıştır.
Şairler
şiirlerini “DİVAN” adını verdikleri
bir kitapta topladıkları için bu edebiyatına “Divan Edebiyatı”
denilmiştir.Ayrıca “klasik-eski –zümre edebiyatı” da denilir
·
Bu edebiyatın özünde dinde
tasavvuf vardır.
·
Dil çoğunlukla halkın
anlayacağı tarzda değildir.
·
Arap ve Fars edebiyatı örnek
alınmıştır.
·
Saraydan destek gördüğü için
“saray edebiyatı” da denilmiştir
·
Ölçü olarak “aruz ölçüsü” kullanılmış.
·
Çoğunlukla aşk, şarap, kadın
övgü, din, ahlak, tasavvuf konuları işlenmiştir
·
Kafiye hem göz hem de kulak için
anlayışı hakimdir.
·
Zengin ve tam kafiye sıklıkla
kullanılmıştır.
Divan edebiyatı nazım şekilleri
Dörtlük
halindekiler Bent Halinde Beyit halindekiler
Rubai
Terci-i bent
Kıt’a
Şarkı
Terkib-i bent
Müstezat
Tuyuğ
Şehrengiz
Murabba
Gazel,kaside
Mesnevi
DİVAN EDEBİYATI NAZIM
ŞEKİLLERİ
Nazım Birimi Beyit Olanlar
Gazel
Güzellik, aşk, kadın, şarap gibi konuları işleyen nazım türüdür.
Araplarda Farslara onlardan da Türklere geçmiştir.
Gazelin ilk beytine “matla”son beytine “makta” denir.
Makta beytinde şairin
mahlası(takma adı) kullanılır.
En güzel beytine “beyt’ül gazel ya da şah beyit” denir.
Gazelin bütün beyitlerinde aynı konu işleniyorsa buna yek-ahenk gazel denir.
Bütün beyitler aynı söyleyiş güzelliğine sahip ise buna yek-âvâz gazel denir.
Kafiye şeması: “aa,ba, ca da...” şeklindedir.
En az beş en fazla on beş beyitten oluşur.
Konu birliği yoktur. Her beyit başka bir konudan bahsedebilir.
Dize sonlarındaki uyaklardan
başka dize ortalarında da uyak bulunan gazellere musammat gazel denir.
Türk edebiyatında Fuzûli,Bâki, Nedim en tanınmış gazel şairleridir.
Kaside
Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla yazılan şiirlere denir.
En az 33 en fazla 99 beyitten oluşur.
Kafiye düzeni gazelle aynıdır.
İlk beytine matla, son beytine makta, şairin adının bulunduğu beyte
taç beyit adı verilir.
Kaside: nesip-girizgâh-methiye-tegazzül-fahriye-dua bölümlerinden
oluşur.
Nesib: Kasidenin giriş bölümüdür.
Girizgah: Konuya giriş niteliğinde olan
bölümdür.
Methiye: Övülecek olan kişinin
yüceliklerinin sıralandığı bölümdür.
Fahriye: Şairin kendini övdüğü kısımdır.
Tegazzül: Şair bu bölümde bir gazele yer verir.
Dua: Övülen kişinin başarısı için
Allah’a dua edilir.
Konularına Göre Kasideler
Tevhid:Allah’ın birliğini anlatan
kasidelere denir.
Münacat:Allah’a dua etmek ve yalvarmak
için yazılanlara denir.
Methiye:Herhangi bir şahsı övmek için
yazılanlar denir.
Naat:Peygamberleri övmek için
yazılanlara denir.
Hicviye:Birini eleştirmek için
yazılanlara denir.
Mersiye:Ölen birinin arkasından
yazılanlara denir.
Edebiyatımızda kaside
türünün en güzel örneklerini Nef’i vermiştir. Onun Siham-ı Kaza adlı kasidesi bu türün en meşhur örneğidir.
Mesnevi
Beyit sayısı
sınırsızdır.
Konu sınırlaması
yoktur. Genellikle savaş, aşk,tarihi olaylar,dinî olaylar gibi konular işlenir.
Mesneviler o
dönemde roman ve hikaye türünün yerini tutuyordu.
Her beyit kendi
arasında kafiyelidir.
Uyak düzeni aa,
bb,cc,dd,ee,… şeklinde devam eder.
Bir şehrin
güzelliğini anlata mesnevilere şehrengiz denir.
Türk edebiyatındaki ünlü mesneviler
şunlardır:
Fuzuli- Leyla ile Mecnun
Şeyh Galip- Hüsm ü Aşk
Şeyhi-Harname
Ahmedi-İskendername
Nabi- Hayrabat
Süleyman Çelebi-Mevlid
Mevlana- Mesnevi
Nazım Birimi Dörtlük Olanlar
Rubai
Kafiyelenişi aaxa
şeklindedir.
Aruzun belli
kalıplarıyla yazılır.
Hayatın anlamı ve
hayat felsefesi,dünyanın nimetlerinden yararlanma ve ölüm gibi konular işlenmiştir.
İran edebiyatına
ait olan bu türün en büyük şairi Ömer Hayyam’dır.
Türkçe rubailerin
en güzel örneklerini Yahya Kemal vermiştir.
Tuyuğ
Divan
edebiyatına Türklerin kazandırdığı bir nazım şeklidir.
Felsefi
konular işlenmektedir.
Kadı
Burhanettin’in tuyuğları meşhurdur.
Uyak
düzeni rubai gibidir. Fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazılır.
Şarkı
Besteyle okunmak
için yazılan ve dörtlüklerden oluşan nazım biçimidir.
Dörtlük sayısı
3ile 5 arasında değişir.
Birinci dörtlükte
2. ve 4. dizeler diğer dörtlüklerde 4.
dizeler aynen tekrarlanır. Buna nakarat
denir.
Türklerin divan
edebiyatına kazandırdığı bir türdür.
Aşk ,sevgi,günlük
hayat gibi konular işlanir.
Halk deyişlerine
ve söyleyişlerine yer verilir.
Şarkı türünün ilk
kullanıcısı ve en önemli temsilcisi Nedim’dir.
Yahya kemal de bu
türü ustalıkla kullanmıştır.
Diğer Türler
Terkib-i Bent
Bentlerle
kurulmuş olan bir nazım şaklidir.
Her bent 7 il 10
beyitten oluşut.
Bent sayısı 5 ile
15 arasındadır.
Bentleri
birbirine bağlayan beyitlere vasıta beyti denir.
Şairin toplumsal
ve felsefi konulardaki düşünceleri konu olarak işlenir.
Terkib-i Bent
türünün en önemli ismi Bağdatlı Ruhi’dir.
Türk edebiyatında
bu türün en önemli ismi Ziya Paşa’dır.
Terci-i Bent
Terkib-i bente benzer.
Yalnız burada
bentler arasındaki vasıta beyti aynen tekrarlanır.
Konu da daha çok Allah’ın kudreti,kainatın sırları ve
kainatın zıtlıkları gibi konulara yer verilir.
Bu türün de Türk edebiyatındaki en önemli temsilcisi Ziya
Paşa’dır.
ŞİİR VE GELENEK
Şiir ve gelenek arasında ilişki kurma
KAZANIMLAR
·
Şiir geleneğinin, daha önce yaşamış şairlerin
eserleriyle oluştuğunu fark eder.
·
Sosyal ve kültürel ortamın şiire kazandırdığı farklı
söyleyiş ve özellikleri kavrar.
·
Her dilin kendine ait bir şiir geleneği olduğunu
kavrar.
·
Şiirin ait olduğu geleneğin özelliklerini belirler.
Dersten önce öğrencilerden Türk şiirindeki belli başlı şiir gelenekleri hakkında
araştırma yapmaları istenir.
HAZIRLIK ÇALIŞMALARI
·
Gelenek ne demektir?
·
Resim, müzik, mimarî, şiir
gibi alanlarda gelenekten söz edilebilir mi? Düşüncelerinizi örneklerle
açıklayınız.
·
Şiir yazıyor musunuz,; beğendiğiniz, şiirlerinden
etkilendiğiniz şairler var mı? Yazdığınız şiirlerde usta şairlerin şiirlerinin
etkisi sizce ne
kadardır?
·
Başlangıçtan günümüze kadar belli bir şiir
geleneğinden söz edilebilir mi?
·
Klasik Türk şiiri, Türk halk şiiri, Dinî Tasavvufî Türk şiiri gibi adlandırmaların şiir geleneği ile ilgisi
olabilir mi? Niçin?
·
Cumhuriyet öncesi Türk şiirinde şiirlerin özel bir adının
olmaması belirli tarzlarda yazılan şiirlerin kaside, gazel, mesnevi, koşma,
semai, .... gibi genel adlarla adlandırılmalarının nedeni neler olabilir?
İNCELEME
Öğrenciler,
gruplara ayrılır.
Gruplardan aşağıdaki farklı yüzyıllarda yazılmış beyit, dörtlük ve şiirleri; şiir dili, tema, zihniyet, yapı, ahenk
unsurları, şiirde gerçeklik ve anlam bakımından incelemeleri istenir.
“Yârin cefâsı cümle vefâdır cefâ değil
Yâri cefâ kılar diyen ehl-i
vefâ değil
Maşuku her ne kılsa revâdır
muhibbine
İllâ firâkı odına yakmak revâ
değil”
Seyyid Nesimî (14.yy)
“Mende Mecnûn’dan füzûn âşıklık isti’dâdı var
Âşık-ı sâdık
menem Mecnûn’un ancak adı var”
Fuzûlî (16.yy)
“ Meni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı
âhımdan murâdum şem’i yanmaz mı
Kamu bîmârına cânan devâ-yı
derd eder ihsân
Niçün kılmaz mana dermân meni bîmar sanmaz mı”
Fuzûlî (16.yy)
|
“Şol dilrübâ ki âşıka yüz bin cefâsı var
Hakkaa ki her cefâsına bin
bir vefâsı var
Yüz bin belâsı var ola aşkın
belâ budur
Her bir belâsının nice bin
mübtelâsı var”
Necatî (15.yy)
Âşıka ta'n etmek olmaz mübtelâdır n'eylesin
Âdeme mihr ü mahabbet bir belâdır n'eylesin Gönlü dilberden kesilmezse acep mi âşıkın Gamzesiyle tâ ezelden âşinâdır n'eylesin
Nef’i (17.yy)
“Gonca gülsün gül açılsın
cûy feryâd eylesin
Sen sus ey bülbül biraz gülşende yârim
söylesin”
Nâbî (17.yy)
“Bana kul olsun deyû hâcet
ne fermân etmeğe
Ben senin çoktan efendim
bende-i fermanınım”
Nedim
(18.yy)
|
TREN SESİ
Garibim
Ne bir güzel
var
Avutacak
gönlümü
Bu şehirde,
Ne de
tanıdık bir çehre;
Bir tren
sesi
Duymaya
göreyim
İki gözüm
iki çeşme.
Orhan Veli
|
DEĞİŞİK
Başka türlü
bir şey benim istediğim,
Ne ağaca
benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi
değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı
deniz, havası ayrı hava;
Nerde
gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka,
tadı başka.
Can Yücel
|
Yukarıdaki şiirlerden hangilerinin, hangi şiir geleneği
içerisinde oluştuğu gruplara sorulur. Şiirlerin yazıldıkları yüzyıllara dikkat çekilir. Halk şiiri ve Klasik şiir
geleneğinin yüzyıllar boyunca devam ettiği,
şairlerin kendilerinden önce yaşayan şairlerden etkilendikleri, kendi
şiir anlayışını
oluştururken gelenekten yararlandıkları
öğrencilere sezdirilir.
[!] Şiir geleneğinin
daha önce yaşamış şairlerin eserleriyle oluştuğu ve geleneği oluşturan şairler arasında ilişkiler
olduğu vurgulanır. Her dilin kendi şiir geleneğini tarihî akış içinde
oluşturduğu belirtilir. (!] Divan şiiri, halk şiiri, modern şiir, serbest şiir, saf şiir vb.)
Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum,
'Yarab! hele kalp ağrılarım durdu!' diyordum. His var mı bu âlemde nekahat gibi tatlı Gönlüm bu sevincin heyecanıyla kanatlı Bir taze bahar âlemi seyretti felekte, Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te, Akşam!.. Lekesiz,,saf, iyi bir yüz gibi akşam!.. Ta karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam; Sakin koyu,şen cepheli kasrıyle Küçüksu, Ardında vatan semtinin ormanları kuytu; Bir neşeli hengamede çepçevre yamaçlar Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar |
Dalgın duyuyor rüzgarın ahengini dal dal.
Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal. Bir lahzada bir pancur açılmış gibi yazdan Bir bestenin engin sesi yükseldi boğazdan Coşmuş yine bir aşkın uzak hatırasıyla, Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyla, Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi: Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi. Ani bir üzüntüyle bu rüyadan uyandım. Tekrar o alev gömleği giymiş gibi yandım, Her yerden o,hem aynı bakış ,aynı emelde, Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde; Her yerden o, hem aynı güzellikte göründü, Sandım bu biten gün beni ram ettiği gündü. |
ÇAKIL
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar Bir gelincik açılır ansızın Bir gelincik sinsi sinsi kanar Seni düşünürken Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır Deliler gibi dönmeğe başlar Döndükçe yumak yumak çözülür Çözüldükçe ufalır küçülür Çekirdeği henüz süt bağlamış Masmavi bir erik kesilir ağzımda Dokundukça yanar dudaklarım Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde.
Bedri Rahmi Eyüboğlu
|
FATİH’İN RESMİ (SONE)
Ayasofya kubbesinde ak bir bulut,
Baktım, gitti gider. Balrengi tesbihim Kehribar günler, düştü yaprak ve umut, Güz yağmuru indi camda düğüm düğüm. Benimdi savrulan kaftanlar, benimdi Atların boynu, yerinde yeller eser! Surların taşlarına sürdüm elimi, Benimdi İstanbul, burçlar bana benzer. Altın sahanlarda aş yedim, su içtim Altın kupadan, zorlu Tuna'dan geçtim, Ben Sultan Mehmet, Avni, tuğlarla yüce. Bir resimde kaldım cüce, ben değilim, Sarığım, soğuk kürküm, kokusuz gülüm, Ararım, aranırım yerde delice.
Oktay
Rıfat Horozcu
|
YAPRAK (TERZA RİMA)
Anıyordum baharı; çırpınarak
Düştü bir gölge şey avuçlarıma;
Baktım:ölmüş, zavallı bir yaprak...
Ey hazan artık intikam alma;
Şimdi zulmetleriyle haykıracak
Sana hüsran bakışlı mavi sema!
Bu hazan belli çok fidan kıracak,
Örtecek dallarıyla yollarımı...
Sen fakat söyle ey güzel yaprak
Söyle çehren kadar ölüm sarı mı?
Ali
Canip Yöntem
|
GÖZLERİN
Ruhumda gizli bir emel mi arar
Gözlerime bakıp dalan gözlerin Aklıma gelmedik bilmece sorar Beni hülyalara salan gözlerin Sihirdir şüphesiz bütün bu şeyler Bakışın zihnimi perişan eyler Bana aşk elinden efsane söyler Aşka inanmayan yalan gözlerin
Rıza Tevfik
Bölükbaşı
|
ANLAMA YORUMLAMA
Öğrencilerden, aşağıda verilen şiirlerin ait oldukları gelenekle ilişkilerini
araştırmaları, daha sonra birkaç öğrenciden araştırma sonuçlarını sınıfa sözlü
olarak sunması istenir.
GAZEL
Ezelden şâh-ı ışkun bende-i fermanıyuz cânâ
Mahabbet mülkinün sultân-ı âlîşânıyuz cânâ Sehâb-ı lütfün âbın teşne-dillerden dirîg itme Bu deştün bağrı yanmış lâle-i nu'mânıyuz cânâ Zamâne bizde cevher sezdügiçün dil-hırâş eyler Anunçun bağrumuz hûndur maârif kânıyuz cânâ Mükedder kılmasın gerd-i küdûret çeşme-i cânı Bilürsin âb-ı rûy-i mülket-i Osmânîyüz cânâ Cihanı câm-ı nazmum şi'r-i Bâkî gibi devr eyler Bu bezmün şimdi biz de Câmi-i devrânıyuz cânâ
Bâkî
|
1.Ey sevgili! Aşk pâdişâhının ezelden beri fermanlı kölesiyiz. Sevgi
ülkesinin yüce şanlı sultanıyız.
2.Bağış bulutunun suyunu, susamış gönüllerden esirgeme. Bu çölün bağrı yanmış gelinciğiyiz, ey sevgili! 3.Zamane, bizde cevher sezdiği için gönlümüzü tırmalar. Ey sevgili, onun için bağrımız kandır; biz maarif madeni ocağıyız. 4.Ey sevgili! Gam tozu can çeşmesini bulandırmasın. Bilirsin, Osmanlı ülkesinin yüzsuyuyuz (şerefiyiz). 5.Nazmımın kadehi, cihanı Bâkî'nin şiiri gibi devreyler. Bu mecliste şimdi biz de zamanın Câmî'siyiz, ey sevgili! |
BİR SEHER VAKTİNDE
Bir seher vaktinde indim bağlara
Öter şeyda bülbül, dil yarelenir Bakmaz mısın sinemde dağlara Derdim dökmeye dil yarelenir |
Boş geçirmeyelim gel bu çağları
Dolaşalım sahraları, dağları Bir gün gazel döker ömrün bağları Eser sam yelleri dal yarelenir |
Daimi’yim yanar aşkın çırağı
Dostun muhabbeti cennet otağı Ancak şu dünyada derdim ortağı Sazım figan eder tel yarelenir
Âşık
Daimî (20.yy)
|
HİKÂYE
Senin
dudakların pembe
Ellerin beyaz, Al tut ellerimi bebek Tut biraz! Benim doğduğum köylerde Ceviz ağaçları yoktu, Ben bu yüzden serinliğe hasretim Okşa biraz! Benim doğduğum köylerde Buğday tarlaları yoktu, Dağıt saçlarını bebek Savur biraz! Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkıyalar basardı. Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz! |
Benim
doğduğum köylerde
İnsanlar gülmesini bilmezdi, Ben bu yüzden böyle nâçar kalmışım, Gül biraz! Benim doğduğum köylerde Kuzey rüzgarları eserdi, Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır Öp biraz! Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin. Benim doğduğum köyler de güzeldi. Sen de anlat doğduğun yerleri Anlat biraz.
Cahit Külebi
|
Açıklamalar
tamamlandıktan sonra, bu aşamaya kadar incelenen tüm şiirlerden hareketle Klasik Türk şiirinin, Türk
Halk şiirinin özellikleri öğrencilerce belirlenir, serbest şiir geleneğinin
Halk şiiri ve Divan şiiri geleneğinden ayrılan özellikleri açıklanır.
Sosyal ve
kültürel ortamın şiire kazandırdığı farklı söyleyiş ve özellikleri üzerinde
durulur.
Tanzimat sonrası
edebiyat toplulukları ve şiir anlayışlarından kısaca bahsedilebilir.
DEĞERLENDİRME
İslamiyet’in kabul edilmesinden sonra Türk şiir geleneğinde görülen
değişiklikler nelerdir?
Aşağıdaki şiir parçaları farklı yüzyıllara ait ürünlerdir. Bu parçalar
arasında ne gibi benzerlikler vardır?
İslamiyet Öncesi Türk Şiiri
Örneği:
Kaz buz kamug
erüşti
Taglar suvı
akıştı
Kökşin bulut
örüşti
Kayguk bolup
egrişür
Kar buz tümü
eridi
Dağların suları
akıştı
Mavi bulut
yükseldi
Kayık gibi
sallanır
|
İslamî Dönem Türk Halk Şiiri Örneği:
Elâ gözlerini sevdiğim dilber
Salınıp geldiğin yolar öğünsün Ne güzel yaratmış seni Yaradan İnce belin saran kollar öğünsün
Gevherî
|
Cumhuriyet
Dönemi (Beş Hececiler Topluluğu) Şiir Örneği:
"Göynünü
Şirin'in aşkı sarınca
Yol almış
hayatın ufuklarınca,
O hızla
dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."
Faruk Nafiz Çamlıbel
|
Yukarıdaki şiir parçalarından hareketle Türk şiirinde “millî şiir
geleneği”nden bahsedilebilir mi? Nasıl?
Öğrencilerden
Klasik Türk şiiri, Türk Halk şiiri, Dinî Tasavvufî Türk şiiri geleneğiyle yazılmış birer
şiir bulmaları istenir. Bu şiirlerden bazıları sınıfta okunur.
ŞİİRDE TEMA
Ziller
Çalacak
Ziller çalacak…
Sizler derslerinize gireceksiniz bir bir.
Zil çalacak,
ziller çalacak benim için
Duyacağım
evlerden, kırlardan, denizlerden;
Tâ
içimden birisi gidecek uça, ese…
Ama
ben, ben artık gidemeyeceğim
Zil
çalacak… Siz geminize treninize gireceksiniz bir bir.
Zil
çalacak, ziller çalacak benim için
Duyacağım
iskelelerden istasyonlardan bütün,
Tâ içimden birisi
koşacak ardınızdan…
Ama ben,ben artık
gelemeyeceğim
Sonra bir gün bir
çalacak yine,
Hiç kimseler,
kimsecikler duymayacak…
Ne sınıflar,ne
iskeleler,ne istasyonlar, ne siz…
Tâ içimden birisi
kalacak oralarda…
Ben gideceğim.
Zeki Ömer Defne
Konu:Şiir
üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde öğretmenin öğrencilerinden ayrılışı,
ikinci bölümde öğretmenin öğrencileri tarafından unutulma korkusu son bölümde
ise yaşlılık ve ölüm korkusu konu olarak ele alınmıştır.
Tema:
Öğretmenlik mesleğinden ayrılmanın verdiği acı ve özlem veya meslek sevgisi
tema olabilir.
ANLATMAYA
BAĞLI EDEBÎ METİNLERİ İNCELEME YÖNTEMİ
a.Metin
ve Zihniyet
b.Yapı
(Olay Örgüsü, Kişiler, Mekân, Zaman)
c.Tema
ç. Dil
ve Anlatım
d.Metin
ve Gelenek
e.Anlama
ve Yorumlama
f.Metin
ve Yazar
A.METİN VE ZİHNİYET
|
NOT:Anlatmaya
bağlı edebi metinler incelenirken metnin yazıldığı dönemdeki hakim
zihniyet.metnin yazıldığı dönemin sosyal, ekonomik, siyasî yapısı, dinî
inanışları, eğitim sistemleri, sanat anlayışı ve zevki kısacası bütün
kültürel değerleri,Sanatçının dönemin kültür ve sanat hayatıyla ilişkisi
tespit edilir.
|
Edebi
eserlerdeki zihniyet dönemlere göre değişmektedir. İslam öncesi metinlerde
hakim zihniyet olağanüstü fizikî güçlerle donatılmıştır. Destanlar kavimlerin
ilk dönemlerine özgü zevk ve anlayışı dile getirir. Bu durum İslamiyet’ten
sonraki eserlerde yerini dini inanışlara ve kahramanlıklara bırakır. Yani
İslami hayat tarzı ve din için mücadele dönemi başlar.
Türk edebiyatı, Tanzimat sonrası yeni bir medeniyet dairesinin içine
girer. Doğuya has yaşama tarzından ve edebiyat anlayışından birdenbire Batılı
yaşama tarzına ve edebiyat anlayışına geçilir. Böylece Batı dünyasında
gelişen edebi akımların etkisi altına girilir. Tanzimat döneminde
etkin bir şekilde kendini hissettiren romantizm, Servet-i Fünun döneminde
yerini realizm ve natüralizm akımlarına bırakmıştır.
Bu arada edebiyatımızda başlayan Doğu-Batı çatışması, hem yaşama
tarzında hem de edebi eserin bünyesinde kendini kuvvetle hissettirir. Bu
çatışma 1940’lı yıllara kadar en çok işlenen temalardandır.
20.yüzyılın başından itibaren
Türk dünyasında görülmeye başlayan milliyetçilik hareketleri, sosyal,
bilimsel ve kültürel hayatta yankı bulmuş; edebiyat eserlerinde duru ve sade
bir Türkçenin kullanılmasına özen gösterilmiştir. Bu doğrultuda edebiyatımız
İstanbul’un sınırları dışına çıkmış, Anadolu’yu konu alan eserler kaleme
alınmaya başlamıştır.
|
B.YAPI (OLAY ÖRGÜSÜ, KİŞİLER, MEKÂN, ZAMAN)
|
*Metnin
yapısını oluşturan unsurlar
|
1-OLAY: Öykü kişilerinin başından geçenlere olay denir. Öyküde tek bir
olay ele
alınır. Bazen bu temel olaya bağlı küçük çaplı yan olaylar da olabilir. Ele alınan olayların gelişiminde mantıksal bir sıra izlenir.
Olay öykülerinde, olay ön planda olmasına
karşın, durum öykülerinde olay ya ikinci plandadır ya da yok denecek kadar
azdır.
Olay örgüsü
Metinlerde olay,ya metindeki kişiler
arasında cereyan eden ilişkiler ya da kahramanın iç çatışmaları sonucu ortaya
çıkar.Metindeki olay sadece somut gerçeklik değildir.hayal,tasarı,izlenim ve
benzeri hususlarda olay örgüsü çerçevesinde değerlendirilir.Olay örgüsü
çıkarılırken bu hususlar dikkate alınmalıdır.
Olay
örgüsünün gündelik hayattaki geçeklikle ilişkisi
Anlatmaya bağlı edebi metinlerde olay
örgüsünün her zaman aynen yaşanması mümkün değildir.Olay okuyucuda ya da
dinleyicide estetik kaygı uyandırmak amacıyla düzenlenir.Oysa günlük hayatta
yaşanan olayların anlatılmasında estetik değil gerçeklik dile
getirilmektedir.
|
2-KİŞİLER: Öyküde anlatılan olayları veya durumları yaşayan kişilerdir.
Öyküde
kişi sayısı azdır. Sadece bir veya birkaç kişi vardır ve onun başından geçenler anlatılır. Öyküde olayları yapanlara ya da olaydan etkilenenlere öykünün kahramanları denir. Kahramanın kendine özgü ayırt edici özellik taşımasına karakter denir.Benzerlerinin niteliklerini abartılı bir biçimde üzerinde toplayan kişilere tip denir. Bu bakımdan her birey bir karakterdir fakat tip değildir. Tipler belirli bir zümreyi belirgin özellikleriyle temsil eden kişilerdir.Yani kıskançlık, cimrilik, korkaklık, vb. özellikleri taşıyan kişiler birer tiptir.
Bazı metinlerde insan olan kahramanın yerini bir hayvan veya
cansız bir varlık da alabilir.
|
Olaylardaki rolüne göre kişiler iki gruba
ayrılır:
Birinci
dereceden kişiler:Olayların akışında birinci
derecede rol oynayan kişilerdir.
İkinci dereceden kişiler:Olayların akışında çok az veya dolaylı olarak etkisi olan
kişilerdir.
|
NOT:
Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken kişiler birinci ve ikinci kişiler
belirlenir. Bu kişilerin fiziki ve ruhi portreleri ortaya konur, karakter ve
tip olanlar tespit edilir. Bu kişilerin olay içerisindeki görevleri tespit
edilir.
|
3-MEKAN: Anlatmaya bağlı edebi metinlerde ele alınan olay belli bir yerde
(mekânda) geçer. Bu yer, okul, hastane, bahçe, sokak olabileceği gibi insanın
iç dünyası da olabilir. Anlatmaya bağlı edebi metinlerde olayın daha iyi
anlaşılabilmesi için yer ya da çevre, betimlemelerle tanıtılır. Ancak
betimleme yaparken gereksiz ayrıntılara girmemek gerekir.
|
NOT: Anlatmaya bağlı
edebi metinler incelenirken olayın geçtiği mekânlar özellikleriyle birlikte
tanıtılır.
|
4-ZAMAN: Öyküde ele alınan olayın başladığı ve bittiği bir zaman dilimi
mutlaka vardır. Olayların başlaması ile bitmesi arasındaki sürece zaman denir. Olaylar bu zaman dilimi içerisinde gerçekleşir. Bazı öykülerde olay veya durum son durumdan başa doğru gelişebilir.
Anlatmaya bağlı edebi metinlerde iki türlü zaman vardır.Birincisi
olayların yaşandığı,kişilerin içinde bulunduğu şimdiki zamandır.Buna gerçek
zaman denir.İkincisi romandaki kişilerin geçmişini hatırlaması üzerine
geçmişten içinde bulunan ana kadar geçen zamandır.Buna kozmik zaman adı
verilir.
|
NOT:
Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken olayları başladığı ve bittiği
zaman belirtilir. Metindeki zaman ifadeleri tespit edilir. Bu zamanların
gerçek zaman mı yoksa kozmik zaman mı olduğu belirtilir.
|
C.TEMA
|
Bir metinde yazarı yazmaya iten sebep metnin temasıdır.
|
NOT:
Anlatmaya bağlı edebi metinler incelenirken metne şu soru yöneltilir: “Yazarı
bu yazıyı yazmaya iten sebep nedir?”
Bu
sorunun cevabı metnin temasını verecektir.
Metnin teması
bulunduktan sonra temayı besleyen düşünceler, temanın sosyal hayatla, düşünce
tarihiyle ve eserin yazıldığı dönemle ilişkisi tespit edilir. Son olarak
temanın yorumlanması ve gürelleştirilmesi gerçekleştirilir.Yani bugünkü
yaşamdaki konumu belirlenir
|
Ç. DİL VE ANLATIM
|
NOT:
Anlatmaya bağlı edebi metinler dil ve anlatım yönünden incelenirken
Anlatıcının bakış açısı ve özellikleri,
Anlatmaya bağlı edebi metinlerde dilin
hangi işlevlerinin ön plana çıkarıldığı,
Metnin dilinin doğal dilden farklılığı,
Metindeki ses, kelime bilgisi ve cümle
özellikleri dikkate alınır.
|
D.
METİN VE GELENEK
NOT:
Anlatmaya bağlı edebî metni geleneği içerisinde değerlendirme
1.Metinle yazıldığı dönem arasında ilişki kurulur.
2.Okuduğu metnin önceki metinlerle ilişkisi araştırılır.
3.Tema, yapı, dil ve anlatım bakımlarından önceki metinlerle ilişki
kurulur.
4.Metnin, kendisinden önceki metinlerden etkilenip etkilenmediği
belirlenir.
5.Sanatçının gelenekle ilişkisi belirlenir.
Kültür alanındaki etkinliklerin tümü geçmişten geleceğe uzanır.
Sanatçılar geçmişten aldıklarını,kendi dönemlerinin zevk ve anlayışıyla,bilgi
birikimiyle,duyarlılığıyla yoğurarak geleceğe taşır.Bütün sanat eserleri
kendi aralarında bir düzen oluşturur.Bir bakıma bütünün parçaları
durumundadır.Bu bakımdan geçmişi bilmeden yeni bir sanat eseri oluşturmak
mümkün değildir.Sanatkar,geçmişte örüle örüle kendisine kadar gelmiş olan gelenekten
yararlanır;döneminin zevkini,düşüncesini,duyarlılığını edebi eserin bünyesine
yerleştirir.Eğer sanat gücü yüksek ise bu geleneği zenginleştirir.
Edebi metinlerin büyük çoğunluğu kendi döneminin gerçekliğini ve
düşünce hayatını yansıtır.
Her metin, kendi
tarzında daha önce yazılmış metinlerden yararlanır.Tanzimat dönemi
romanları,daha önce Türk edebiyatında roman ihtiyacını karşılayan mesneviden
ve halk hikayelerinden etkilenmiştir.Tanzimat romancıları başlangıçta Batı
romanından etkilenseler bile daha sonra bu etkileşimin dışına çıkarak kendi
roman tarzlarını oluşturmuşlar ve kendilerinden sonrakilere örnek
olmuşlardır.
|
F . ANLAMA VE YORUMLAMA
NOT:Anlatmaya
bağlı edebî metni anlama ve yorumlama
1-Metnin
anlamının nasıl oluştuğu açıklanır.
2-Metnin
anlamının özellikleri belirlenir.
3-Metin
yorumlanarak güncelleştirilir.
4-İncelenen
hikâye, roman ve tiyatro metninin yapısı, anlatımı, teması birbiriyle
ilişkilendirerek yorumlanır.
5-İncelenen
metinde açıkça dile getirilmiş olanlarla, açıkça ifade edilmemiş olanlar
anlam çevresinde ilişkilendirilir.
6-Seçilen
paragraflarda –varsa- çok anlamlı söz ve söz gruplarının metinde kazandığı
değerler belirlenir.
7-Yaşanan
gerçeklikle metindeki gerçekliğin ilişkisi belirlenir.
8-Metnin
her okunduğunda yeni anlam değerleri kazanıp kazanmadığı belirlenir.
9-Metnin okuyucuda
uyandırdığı duygular belirlenir, bu duyguların özellikleri açıklanır.
|
Edebi metinlerde dil,bilgi aktarmak veya öğretmek amacıyla
kullanılmaz.Kelimeler,günlük hayatta,herkesin bildiği,alışılmış anlamlarıyla
değil,yazarın okuyucuya sunmak istediklerine göre yeni anlamlar yüklenir.Bu
bakımdan anlatmaya bağlı edebi metinlerle bilimsel metinler birbirinden
ayrılır.Bilimsel metinlerde anlam herkes için aynıdır.Hiçbir yerde ve durumda
değişmez.Ancak edebi metinlerde,okuyucunun o anda içinde bulunduğu ruh
hali,dünya görüşü,bilgi ve kültür seviyesi edebi metinin anlamını
değiştirir.Çünkü edebi metinlerdeki sözler veya söz grupları yalnızca sözlük
anlamlarıyla metinde yer almazlar;bulundukları bağlama göre anlam değeri
kazanırlar.
Edebi metinler yan anlam bakından zengindir.Kelimeler ve kelime
grupları,metin içerisinde farklı anlamlar kazanır.
|
F.
METİN VE YAZAR
NOT:Yazarın edebî yönüyle
ilgili çıkarımlarda bulunma
1.Yazar ile metin arasındaki ilişki
açıklanır.
2.Yazarın hayat hikâyesi başta olmak üzere bilinen özellikleriyle
metin arasında ilişki kurulur.
|
Olay çevresinde oluşan edebi metinlerde, bazen yazar ile metin
arasında benzerlikler bulunur. Roman, hikaye ve tiyatro eserlerinde karşımıza
çıkabilecek bu özellik bir belge niteliği taşımaz. Olay çevresindeki edebi
metinlerin tümü kurguya dayalıdır. Dolayısıyla gerçek hayat örnek alınarak
yazılmış olsa bile bu yeniden kurgulanmıştır. Eğer yazar anlattıklarının
birebir gerçek olduğu iddiasında ise zaten anlattıkları bizim konu aldığımız
edebi metinlerin dışında tarih veya hatıra olarak değerlendirilir. Yakup
Kadri Karaosmanoğlu’nun, Halide Edip Adıvar’ın roman ve hikayelerinde
Kurtuluş Savaşı dönemi öncesi ve sonrasıyla, Türk toplumundaki sosyal
değişmelerle birlikte dile getirilir. Bu anlatılanlar dönemin gerçekliğinin
yorumlanarak dönüştürülmesidir. Bunlardan dönemin sosyal ve siyasal hayatı
öğrenilemez. Ancak yazarlar sanat dünyalarını bireysel deneyimleri ve
dönemlerinin gerçeklerinden hareketle oluştururlar. Bu da o dönemde
kullanılan eşya ve görünüşlerden yararlanmalarını gerekli kılar. Yazarların
yaşadıklarından etkilenmeleri, olay çevresinde oluşturulmuş metinlerde
bunları anlatmaları doğrudan doğruya değildir yaşadıklarını yenden
kurgulaması ve yaşadıklarından yaptıkları seçki söz konusudur. Olay
çevresinde oluşan edebi metinlerde belge niteliğinde yaşanmışlık yoktur.
Ancak yaşananlardan etkilenme söz konusudur.
|
ANLATMAYA BAĞLI EDEBÎ METİNLER
|
1.MASAL
Olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren
öykülerdir. Masal terimi öncelikle, Sindirella, Çizmeli Kedi gibi sözlü
geleneğin ürünleri olan halk öykülerini kapsar. Ama sözlü gelenekle ilişkisi
olmayan edebi yönü ağır basan bazı eserler de bu türün içinde yer alır. Halk
masalları 4 temel grupta toplanır. Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi
masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.
Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. Lafontaine masalları
bu türün en güzel örnekleridir. Şeyhi’nin Har-name adlı eseri de Divan
edebiyatındaki hayvan masalları türüne görmek gösterilebilir.
Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların yanı sıra cin, peri,
dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların
başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prenses ve prensesler,
zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir.
Güldürücü masallar okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi
amaçlayan masallardır.
Zincirleme masallarda sıkı bir mantık bağıyla
birbirine bağlanan, küçük ve önemsiz bir dizi olay art arda sıralanır.
|
2. DESTAN
|
Ulusların ulus oluşları sırasında gösterdikleri
kahramanlık, savaş, göç, doğal afetler gibi önemli olaylar etkisiyle
söylenmiş uzun manzum hikâyelere destan denir. Destanların ulusların
yaşamında önemli bir yeri vardır. Toplumların ortak duygu, düşünce ve
inançları destanlarda dile getirilir.
Destanlar tarihî bir olayı işler, ancak olayların işlenişinde ve
kahramanlıkların anlatımında olağanüstülüklere yer verilir. Gerçek olan bir
konu zaman içerisinde kuşaktan kuşağa geçerken masal, öykü gibi başka
türlerle süslenir. Çoğu zaman gerçek tanınmaz hâle gelir.
Destanların oluşmasında pek çok sanatçının rolü
vardır. Halk ozanları, toplumun ortak duygu, düşünce ve inançlarını yansıtan
sade dille, ulusal ölçüyle söylenmiş parçaları önemli günlerde kopuz adı
verilen saz eşliğinde söylerler. Bu bakımdan destanların ulusal bir karakteri
vardır.
Destanlar iki türe ayrılır.
|
a.Doğal destanlar: Toplumları etkileyen
olaylar sonucu kendiliğinden oluşan
destanlardır. Yunan edebiyatında Homeros’un İlyada ve Odissea; İran edebiyatında Şehname; Fin edebiyatında Lönnrot’un Kalevâla adlı destanları ile Türk edebiyatında Ergenekon doğal destanların en önemlileridir. |
b.Yapma destanlar: Toplumu yakından
ilgilendiren olayların sonradan bir
sanatçı tarafından işlenmesiyle oluşan destanlardır. İtalyan edebiyatında Ariosto’nun (Aryosto) Çılgın Orlando, Tasso’nun Kurtarılmış Kudüs; İngiliz edebiyatında Milton’un Kaybolmuş Cennet adlı destanları yapma destanlardandır. |
Türk
Destanları
Eski ulusların edebiyatlarında olduğu gibi Türk
edebiyatında da destan türü çok gelişmiştir. Ancak Türk destanları bir ozan
tarafından topluca yazılmadığı gibi bir folklorcu tarafından da yazıya
geçirilip yayınlanmamıştır. Bunların ancak konuları hakkında bilgimiz vardır.
İran, Arap kaynaklarında Türklere ait destan parçalarının özetleri
bulunmaktadır.
Türk Destanları Türk tarihinin gelişimine uygun olarak dört
bölümde incelenir:
1.
a.
b.
2.
Oğuz
Kağan Destanı
3.
a.
b.
4.
a.
b.
Ayrıca Türkler arasında İslamiyet kabul
edildikten sonra da Manas Destanı, Cengiz Destanı, Battalgazi Destanı gibi
destanlar oluşmuştur.
Çağdaş edebiyatımızda özellikle Kurtuluş
Savaşı'nı ele alan destanlar da yazılmıştır. Nazım Hikmet’in Kuvâ-yı Milliye
Destanı (1948), Ceyhun Âtuf Kansu’nun Sakarya Meydan Savaşı (1970), Fazıl
Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı bu tür eserlerdir.
Yapma destan türüne giren bu eserler biçim bakımından klasik
destanlardan ayrılır. İçerik bakımından ise söylencelere (efsanelere) değil
gerçek olaylara dayanır.
|
3. HALK HİKÂYESİ
Geleneksel bir içeriği olan, kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılan
öykülerdir. Söylencelerle halk öyküleri arasında kesin bir ayırım yoktur. Kimi
öyküler söylence olarak gelişmiş, aktarılmıştır. Çeşitli öykü türlerinde belli
motifler, örneğin hayvanlar, sınamalar, belli kalıp olaylar yer alır. Halk
öykülerinin başlıca türleri masallar, efsaneler, dini kişilerle ilgili
anlatılanlar, hayvan öyküleri, kahramanlık öyküleri ve fıkralardır.
4. MESNEVİ
Türk edebiyatında anlatı türünde batı tarzı yazılmış hikâye ve roman
yoktur. Ancak bu türleri karşılayan divan edebiyatında Leyla vü Mecnun,
Hüsrev-i Şirin, Yusuf u Züleyha ile Âşık Garip, Arzu ile Kanber, Battal Gazi
vb. tarzında dinî tasavvufi nitelikli hikâyeler vardır.
Mesneviler de halkın anlatı ihtiyacını karşılamak üzere yazılmış
eserlerdi. Şimdi bu türü daha ayrıntılı inceleyelim:
Mesnevi, divan edebiyatı nazım biçimlerindendir. Beyitlerle yazılır
ve her beyit kendi arasında uyaklıdır. Yani beyitler arasında gazelde olduğu
gibi uyak birliği yoktur. Bu nedenle uzun konuları işleme olanağı vardır.
Genellikle okuyucuyu sıkmaması için aruz ölçüsünün kısa kalıpları kullanılır.
Mesnevi, divan edebiyatında bulunmayan öykü ve roman türünü
karşılamaktadır. Beyit sayısı sınırlı değildir.
Mesnevi, İran’da kurulmuş ve oradan bize geçmiştir. Kurucusu da
aslen Türk olan Genceli Nizamî’dir. Nizamî arka arkaya beş tane mesnevi
yazmıştır. Divan edebiyatında beş tane mesneviye “hamse” denir. Bütün divan
şairleri hamse (beş tane mesnevi) yazmak için uğraşmışlardır. Türk edebiyatında
da Süleyman Çelebi, Şeyhî, Fuzûlî, Nâbî ve Şeyh Galip gibi sanatçılar mesnevi
yazmışlardır.
Mesneviler işlediği konular bakımından şu türlere ayrılır:
a.Cenk destanları mesnevisi: Savaş ve
kahramanlık olaylarını şairin duygu ve
düşüncesine göre işleyen mesnevilerdir. İran edebiyatında Firdevsi’nin “Şehname” adlı
eseri bu tür mesnevidir.
düşüncesine göre işleyen mesnevilerdir. İran edebiyatında Firdevsi’nin “Şehname” adlı
eseri bu tür mesnevidir.
b.Aşk hikâyeleri mesnevisi: İslâm
dünyasının ortak ürünü olan aşk öykülerini
konu alan mesnevilerdir. Şeyyad Hamza’nın “Yusuf u Züleyha”, Fuzulî’nin “Leyla vü
Mecnun” ve Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşk” adlı mesnevileri bu tür eserlerdendir.
konu alan mesnevilerdir. Şeyyad Hamza’nın “Yusuf u Züleyha”, Fuzulî’nin “Leyla vü
Mecnun” ve Şeyh Galip’in “Hüsn ü Aşk” adlı mesnevileri bu tür eserlerdendir.
c.Dinî ve tasavvufi mesnevi: Din ve
tasavvuf konularını işleyen mesnevilerdir.
Mevlana’nın “Mesnevi” adlı eseri ile Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n Necat (Mevlit)”
adlı mesnevileri bu türe girmektedir.
Mevlana’nın “Mesnevi” adlı eseri ile Süleyman Çelebi’nin “Vesiletü’n Necat (Mevlit)”
adlı mesnevileri bu türe girmektedir.
ç. Ahlaki ve didaktik mesnevi:
Bilgi ve öğüt vermek amacıyla yazılan mesnevilerdir. Şeyhi’nin “Harname” ile
Nabi’nin “Hayriyye-i Nabi” adlı eserleri bu türe girer.
d.Şehrengiz mesnevi: Padişah ya da devlet
büyüklerinden birinin bir şehri
ziyaretini veya şairin kendi şehrinin güzelliklerini anlatan mesnevilerdir. Lami’nin
“Şehrengiz-i Bursa” adlı mesnevisi bu tür bir eserdir.
ziyaretini veya şairin kendi şehrinin güzelliklerini anlatan mesnevilerdir. Lami’nin
“Şehrengiz-i Bursa” adlı mesnevisi bu tür bir eserdir.
5. MANZUM HİKÂYE
Nazım şeklinde yazılmış hikâyelere manzum hikâye denir. Diğer
hikâyede olduğu gibi manzum hikâyede de serim düğüm ve çözüm bölümleri bulunur.
Meydana gelen bir olay ve olayı yapan kişi ve olayın geçtiği yer ve zaman
vardır.
Türk edebiyatında Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy bu türde önemli
eserler vermişlerdir. Orhan Veli Kanık ve bazı başka şairler de çeşitli fabl
hikâyeleri ile Nasrettin Hoca fıkralarını manzum hikâye tarzında yazmışlardır.
1.
HİKÂYE
SİVRİADA GECELERİ
Güneş batıyor, martılar haykırıyor, karabataklar sudan çıkmış, ıslak
kanatlarını kaldırabilmek için deli gibi çırpınıyorlar, ayı balığı büyük bir
nefesle çıkıyor. Büyük bir nefesle tekrar dalıyor. Martılar geliyor,
karabataklar gidiyor. Akşam büyük bir vaveyla içinde vahşi, kırmızı dalgalar
esmer kayaları dövüyor.
Mağaranın içinde Kalafat, kıpkırmızı lekelerle sular içinde karides
avlıyordu.
-
Arkada bir tane daha var. Ama, iyi bak, üstünün bezi delik olmasın. Sotiri, diye haykırdı birdenbire. Sen
livarı hazırla da şu karidesleri koyalım.
Arkada bir tane daha var. Ama, iyi bak, üstünün bezi delik olmasın.
Sotiri, kayığın içine batmış güneşin bir parçası gibi kımıldadı.
Siyah kafası ve kırmızı elleriyle, mavi gözleriyle, kaya, deniz, güneş, balık,
renk ve kokusuyla ayaklarının dibinde kıç altına doğru uzandı.
Kalafat kepçeyi baş üstüne koydu ve kendisi de mağaranın deliğinden
fırladı:
-
Çapçağı ben uzattım. Ulan Sotiri, bulamadın mı öteki livarı?
Ver şimdilik oradan çapçağı, dedi.
Çapçağı ben uzattım.
Sotiri kıç altından boğuk boğuk:
- Bulamıyorum livarı usta, diyordu.
Mağarayı ayı balığına bırakıp Sivri’nin Yassı'ya bakan kıyısına
çıktık. Sandalı çakıla çektik.
Sotiri ile Kalafat çalı çırpı aramaya gittiler. Ben kıyıda beyaz
çakıllara oturdum. Üç adım ötemde akşamın şimdi güvermiş renklerine doğru
kırmızı bacaklarını sallayan bir martıya daldım.
Martı aka üstü yatmıştı. Kırmızı ördek ayakları ara sıra havayı
dövüyordu. Ne oluyor, diye martıya doğru gittim. Hayvanın gözleri açıktı. Güzel
kafası da ara sıra sallanıyordu.
Sotiri, sırtında kıyıya düşmüş boş bir portakal sandığıyla tepemde
gözüküverdi.
Ne oluyor bu martıya Sotiri, dedim.
Ölüyor be dedi, ne olacak?
Sahi ölüyor mu?
Yok yalandan. Ölüyor işte...
Sotiri, portakal sandığını, geceyi geçireceğimiz iki kaya arasına
fırlattı. Tekrar Kalafat’a yetişmek üzere kayalara tırmandı. Bir martı, bir
nisan akşamında sırtüstü uzanmış, hâlâ ölmeye çalışıyordu. İçimi bir keder
yaladı. Yanından ayrılmıyordum. Martının kafasını ellerime almıştım. Bir avuç
deniz suyu getirip ağzına damlattım. Şiddetle kafasını salladı. Bir titredi ve
öldü.
Yassıada’nın ışıkları yandı. Uzakta bir taka geçti. Keyfim kaçmış,
üzgün, ağlamaklı gibiyim. Canım bir taraftan acı bir türkü söylemek çekiyordu.
Onlar ateşi yakıp topladıkları midyeleri bir teneke üstünde
şişirirlerken ben hâlâ martının yanı basındaydım. Kalafat:
Ne oluyorsun be, dedi. Şair misin, nesin?
Martı öldü de, dedim.
Martı da ölür, dedi. İnsan ölmüyor mu?
Dünyanın yaratışındaydık şimdi, insanın ilk zamanlarını yaşıyorduk.
Onlar avlıyorlardı, ateş yakıyorlardı. Ben martıya ait bir mersiye yazmış,
ateşin kaşısında okumak üzereydim.
Bütün kabile halkı bana kızmıştı:
-
seyredip bize masal mı anlatacak? Bu herif çalışmayacak mı? Oturup
kayalara, düşünecek mi? Martı ölmüş, onu
seyredip bize masal mı anlatacak?
Gündüz güneşin içinde böyle söyleyenler, gece olup da kütükler, çalı
çırpı yanınca, öbür tarafta rüzgâr denizi homur homur söyletirken martılar hâlâ
deli gibi bağrışırken ben bir türkü, martının ölümünün türküsünü tutturacaktım.
Çalışanları bir üzüntü, bir garipseme, birbirine sokulma hissi saracıktı. Sonra
bu hâl belki de işe yaramaz adamın bir vazifesi olarak tanınacaktı. Bir iki gün
ağ tamir edecek, balık tutacak, beceremeyecek, fakat akşamları da onlara üzülüp
sevinme arzuları veren türküler söylemeyecektim.
- Ne susarsın be herif, diyeceklerdi. Hani
bülbül gibi öterdin geceleri?
Ertesi sabah beni balığa çıkarken uyandırmayacaklardı.
Bırakacaklardı kendi hâlime.
Kalafat:
Ee, dedi, anlat bakalım şu martının ölümünü...
Martı, dedim, üç adım ötemdeydi. Güneş yeni batmıştı. Doğrudan bir
mavi karanlık ağır ağır kayalara, çakıllara, çakıllardan vücuduma sinmeye
başlamıştı.
Kalafat’la Sotiri ,
birbirlerine bakakaldılar:
- E, sonra, dediler.
Utandım, sustum.
Ateşin kenarına koyduğum midyeyi aldım. Biraz limon sıktım. Bir
lokma ekmekle attım ağzıma.
Sotiri yanı başıma uzanmıştı. Gözleri uyku içinde yüzüme dikilmişti.
Yine;
- E, sonra, dedi.
Kalafat’a baktım. Gözlerini kapamıştı.
- Dinliyor musun, Kalafat, dedim.
Cevap vermedi. Sotiri ondan tarafa döndü.Dikkatle baktı:
Uyudu, dedi, bana anlat.
Ölen martıyı tanıyordum, dedim. Hani iki hafta önce ölen Tahir’in
martısıydı. Başka türlü martıydı o. Ötekiler gibi bağırmazdı. Bir kayanın
tepesine çıkar, oradan Tahir’in sandalını gözlerdi. Uçardı doğru Tahir’in
sandalına. Surattan da anlardı kerata. Tahir somurtkan adamdı. Pek keyifsizse
yanına sokulmazdı. Uzaktan gözlerdi. Pek keyifli ise gelir, sandalın arkasına
otururdu. Yemlerin kafasını, kılçıklarını, bekçi balıklarını, ince izmaritleri
Tahir fırlatır ona atardı. Ara sıra konuşurlardı da. Ne Tahir onsuz, ne o
Tahir’siz yaşayabilirdi. Üç gün sırta sırta rüzgâr esse, Tahir de balığa
çıkmasa, martı tenezzül edip de çöp mavnalarına doğru kanat çırpmazdı. Tembel
miydi, şair miydi bilmem ki...
Hikâyem güzel olmuyordu, farkındaydım. Ama, yavaş yavaş açılacaktım;
ateş kor kesilmişti. Ay çıkmıştı. Baktım, Sotiri’ye; Kafası düşmüş, o da
uyumuştu. Ben bütün gece uyumadım. Martılar simsiyah ayın altında dalaşıp
durdular. Sabaha karşı iskele sancak ışıkları ile durgun suları bize doğru atan
bir vapur geçti. Aman ne güzeldi bu vapur sabaha karşı, Kalafat’ı uyandırdım.
Vapuru gösterdim:
Ne güzel, bak, Kalafat, dedim.
Sen sahiden kaçıkmışsın, dedi.
Kafasını bir iki defa salladı. Bir daha vapura baktı. Bir daha
salladı. Yırtık paltosuna girip kayboldu.
Sait Faik Abasıyanık
İnceleme:
Okuduğunuz öyküde balıkçıların yaşamından bir bölüm anlatılmaktadır.
Öykü de yazar, Kalafat ve Sorti ile birlikte İstanbul’da Sivriada’da akşam
vakti balığa çıkar. Gecenin bir vaktine kadar balık, midye, karides vb.
yakalarlar. Kalafat ile Sorti yakaladıkları midye ve karidesleri kızartmak için
çalı çırpı topladıkları sırada yazar, kıyıda yaralı bir martı görür. Hemen
koşar, martının ağzına birkaç damla su verir, ancak martı ölür. Yazar burada
Kalafat’in yakaladığı balıklardan çok bildiği Tahir adlı balıkçının martısının
ölümüne üzülmektedir. Sürekli martıyı düşünür. Onunla ilgili Sorti’ye hikâyeler
anlatır. Bir süre sonra Sorti uykuya dalar. Yazar Sabaha kadar uyumaz. Yazar
martıyı sadece bir kuş olarak değil, insanla dost olan, onu anlayan insancıl
bir varlık olarak da görür. Martı da öykünün kahramanlarından biri
durumundadır.
Öykünün kahramanları yazar, Kalafat ve Sorti’dir. Bu kahramanlar her
zaman çevremizde gördüğümüz sıradan insanlardır; hiçbirinin olağanüstü bir
niteliği yoktur.
Olay Sivriada’da bir nisan akşamı geçmektedir.
7. ROMAN
YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU---YABAN
Yakup Kadri’nin Yaban romanı yüzyıllardır kaderiyle baş başa
bırakılan köylü ile aydın arasındaki uçurum dile getirilmektedir. Köylü için
İstanbul’dan gelen her aydın bir “Yaban”dır.
Okuduğunuz metinde İstanbullu bir aydın olan Ahmet Celâl’in
karşılaştığı köy gerçeği karşısındaki şaşkınlığı dile getirilmektedir.
Yaban romanı Ahmet Celâl’in anıları biçiminde verilmektedir. Yazar
eserini şöyle tanıtmaktadır.
“... Sakarya Savaşı'ndan sonra, Garp Cephesi Komutanlığının
gönderdiği Tetkiki Mezalim Heyeti, o viranelerde taşlar altında kömürleşmiş
insan kemiklerini araştırırken bu kitabı teşkil eden yazıları, arasından
yırtılmış bir defter hâlinde buldu, Köylülerden bunun sahibinin ne olduğunu
sordu. Kimse onun nereye gittiğini, bilmiyordu. Bununla beraber, onun iki üç
yıl hep bu köyde oturduğunu ve son felâket gününe kadar burada kaldığını
söyleyen de kendileri idi.
Tetkiki Mezalim Heyetinden biri bu kayıtsızlığa şaştı:
-
gittiğini, ne olduğunu bilmez mi? Nasıl olur, dedi, nasıl olur. İnsan
yıllarca beraber yaşadığı bir kimsenin nereye
gittiğini, ne olduğunu bilmez mi?
Köylüler, küskün bir tavırla omuzlarını kaldırıp uzaklaşıyorlardı.
Yalnız içlerinden biri, yaşı belirsiz küçük ve sıska bir adam, döndü.
- Dee, sizin gibi yabanın biriydi, dedi.
Romanın çeşitli tanımları yapılmıştır. Bunların ortak özellikleri
şunlardır: Romanlarda, insanların başlarından geçen olaylar ayrıntılı bir
şekilde işlenir. Böylece insanların duygu, düşünce ve hayal dünyaları geliştirilir.
Yaşam deneyimleri artırılır.
Romanda ele alınan olay etrafında pek çok küçük olay anlatılır. Ele
alınan olayın gerçek ya da gerçeğe uygun olması, kişilerin gerçek yaşamda
gördüğümüz kişilere benzemesi, olayın geçtiği yer ve zamanın belli olması çevre
ve kişilerin ruhsal çözümlemelerine yer verilmesi gerekir.
Romanlar yazıldığı devrin sosyal ve siyasal olaylarını yansıtır.
Belli bir döneme ışık tutar.
1.Romanın Tanımı
Olmuş ya da olma olasılığı bulunan olayların bir büyük olayla
örülerek ayrıntılı bir şekilde yer ve zaman gösterilerek anlatıldığı uzun
yazılara roman denir.
2.Romanda Plan
Romanda ele alınan olayların mantıksal bir gelişimi yapılır. Temel
olay çevresinde pek çok küçük olaylar işlendiğinden, kişiler ile olaylar
arasındaki ilişkinin kurulabilmesi iyi bir planlama ile olasıdır.
Romanda da öyküde olduğu gibi serim, düğüm ve çözüm bölümleri
bulunur.
Serim bölümü: Romana konu olan olaylar
ile yer, çevre ve kişilerin tanıtıldığı bölümdür. Bu bölümde olayın geçtiği
zaman ile olay kişileri ve çevre betimlemesi yapılır.
Düğüm bölümü: Romanda olayların karmaşık
bir hâl aldığı, okuyucunun merakının ve heyecanının yoğunlaştığı bölümdür.
Romanda birden fazla düğüm bölümü bulunabilir ve en uzun bölüm bu kısımdır.
Çözüm bölümü: Düğüm bölümündeki olayların
çözümlendiği, merak ve heyecanın giderildiği bölümdür. Bazı romanlarda sonuç,
okuyucunun hayal gücüne bırakılabilir.
3.Roman Çeşitleri
Romanlar bağlı oldukları akıma, işledikleri konulara ve iç
yapılarına vb. göre sınıflandırılır. Akımlarına göre; romantik roman, realist
roman, natüralist roman gibi. İşledikleri konulara göre; sosyal roman, tarihî
roman, polisiye roman gibi. Romanlar iç yapılarına göre ise aksiyon romanı,
psikolojik roman gibi çeşitli türlere ayrılır.
4.Romanın Öğeleri
a.Kişiler: Romanda anlatılan olayları
gerçekleştiren kişilerdir. Kişilerin
olağanüstü nitelikleri yoktur; gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere ya tip ya da
karakter olarak benzemelidir. Bunlardan belirli bir sosyal sınıfı ya da eğilimin özelliklerini
üstünde taşıyan kişiye tip denir. Cimri tip, içe dönük tip, sevecen tip vb. Karakter ise
kendine özgü tutum ve davranışları olan kişidir. Romanda betimlemelerle kişilerin iç ve
dış yönleri tanıtılır, çevre ile bağlantıları ortaya konur.
olağanüstü nitelikleri yoktur; gerçek yaşamda gördüğümüz kişilere ya tip ya da
karakter olarak benzemelidir. Bunlardan belirli bir sosyal sınıfı ya da eğilimin özelliklerini
üstünde taşıyan kişiye tip denir. Cimri tip, içe dönük tip, sevecen tip vb. Karakter ise
kendine özgü tutum ve davranışları olan kişidir. Romanda betimlemelerle kişilerin iç ve
dış yönleri tanıtılır, çevre ile bağlantıları ortaya konur.
b.Olay: Roman kişilerinin yaptığı
eylemlere olay denir. Romanda ana olay
çerçevesinde pek çok küçük çapta olaylar gelişir. Bu olayların her biri roman kişilerinin
bir yönünü tanıtır. Romanda gereksiz olaylara yer verilmemelidir. Gereksiz olay ve
ayrıntılar eserin değerini düşürür.
çerçevesinde pek çok küçük çapta olaylar gelişir. Bu olayların her biri roman kişilerinin
bir yönünü tanıtır. Romanda gereksiz olaylara yer verilmemelidir. Gereksiz olay ve
ayrıntılar eserin değerini düşürür.
c.Zaman: Romanda işlenen olaylar belli bir
zaman diliminde geçer. Olayların
başlaması ile bitmesi arasında bir süreç vardır. Bu sürece zaman denir.
başlaması ile bitmesi arasında bir süreç vardır. Bu sürece zaman denir.
ç. Dil ve anlatım: Roman yazarının,
kendine özgü dili kullanma becerisi vardır. Kimi uzun cümleler kurar, kimi de
kısa cümleleri benimseyebilir. Kimi de devrik tümcenin ya da atasözü ve
deyimlerin anlatım gücünden yararlanır. Bu anlatım biçimine üslup denir.
Olaylar ya roman baş kişisinin ya da üçüncü kişinin ağzından
anlatılır. İlk durumda yazar olayları yaşarken ikinci durumda yazar olaylar
karşısında gözlemcidir, tanıktır.
Yazarlar roman yazarken anılarından, kişisel gözlemlerinden ve
alınan küçük notlardan yararlanır.
A)ANLATMAYA DAYALI EDEBİ METİNLER
ROMAN
Yaşanmış ya da yaşanabilecek olayların yer, zaman
ve kişiye bağlanarak anlatıldığı uzun soluklu eserlere roman denir.
*Romanda olaylar geniş ve
ayrıntılı olarak anlatılır.
*Romandaki bütün olaylar belli bir olay etrafında gelişir.Ana olay etrafında olaycıklar vardır.
*Şahıs kadrosu geniştir.kahramanlar tüm yönleriyle tanıtılır.
*Zaman olarak geri dönüşler olur.
*Romandaki bütün olaylar belli bir olay etrafında gelişir.Ana olay etrafında olaycıklar vardır.
*Şahıs kadrosu geniştir.kahramanlar tüm yönleriyle tanıtılır.
*Zaman olarak geri dönüşler olur.
Romanlar çeşitli türlere ayrılır;
- Tarihi Roman: Konusunu tarihten alır.
- Töre Romanı: Toplumun yaşayış tarzı, gelenek,görenek ve törelerin ele alındığı romanlardır adetlerini işleyen romandır.
- Psikolojik Roman: Ruh çözümlemelerinin yapıldığı romanlardır.
- Egzotik Roman: Uzak ve yabancı ülkelerin doğa ve insanlarını anlatan romandır.
- Tezli Roman: Bir görüş veya düşünceyi savunan romandır.
- Polisiye Roman: Konularını polisi ilgilendiren olaylardan alan romanlardır.
- Töre Romanı: Toplumun yaşayış tarzı, gelenek,görenek ve törelerin ele alındığı romanlardır adetlerini işleyen romandır.
- Psikolojik Roman: Ruh çözümlemelerinin yapıldığı romanlardır.
- Egzotik Roman: Uzak ve yabancı ülkelerin doğa ve insanlarını anlatan romandır.
- Tezli Roman: Bir görüş veya düşünceyi savunan romandır.
- Polisiye Roman: Konularını polisi ilgilendiren olaylardan alan romanlardır.
HiKAYE
Olmuş ya da olması mümkün olan
olayları anlatan romana göre daha kısa olay yazılarıdır.
*Romanda birden fazla olay varken hikayelerde çoğunlukla tek
bir olay vardır.
*Şahıs kadrosu romana göre dardır.
*Hikayede ayrıntılara girmekten sakınılır,kişiler çoğu zaman hayatlarının belli bir anı içinde anlatılır.
*İki tür hikaye görülür;
*Şahıs kadrosu romana göre dardır.
*Hikayede ayrıntılara girmekten sakınılır,kişiler çoğu zaman hayatlarının belli bir anı içinde anlatılır.
*İki tür hikaye görülür;
a)Olay
Hikayesi(Klasik Hikaye): Maupassant
tarzı da denir. Olay esastır.Bizdeki temsilcisi, Ömer Seyfettindir.
b)Durum-Kesit Hikayesi: Çehov tarzı da denir. Olaydan çok insanın belli bir zaman dilimindeki durumu anlatılır.Bizdeki temsilcisi, Sait Faik Abasıyanık'tır.
b)Durum-Kesit Hikayesi: Çehov tarzı da denir. Olaydan çok insanın belli bir zaman dilimindeki durumu anlatılır.Bizdeki temsilcisi, Sait Faik Abasıyanık'tır.
MASAL
Genellikle halkın yarattığı , ağızdan ağıza , kuşaktan kuşağa sürüp gelen ,çoğunlukla olağanüstü durum ve olayları yine olağanüstü kahramanlara bağlayarak anlatan halk hikayelerine masal denir.
GENEL ÖZELLİKLERİ:
*Masallar , meydana geldikleri zaman bir kişinin malıyken , yaygınlaştıkça, yöreden yöreye, ülkeden ülkeye geçtikçe halkın malı olur.Masal , anonim bir türdür.
*Olaylar hayal
ürünüdür.
*Kahramanlar insanüstü nitelikler gösterir.
*Kahramanlar insanüstü nitelikler gösterir.
*Masallarda genellikle iyilik-kötülük, doğruluk-
haksızlık- adalet- zulüm , alçakgönüllülük – kibir…. gibi zıt durumların
temsilcisi olan kişilerin mücadelelerinden veya insanların ulaşılması güç
hayallerinden söz edilir.
*İyiler hep
iyi, kötüler hep kötüdür.
*İyiler
ödüllendirilir, kötüler cezalandırılır.
*Masallarda yer ve zaman kavramları belirsizdir.
*Anlatımda genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi ( -mişli geçmiş ) kullanılır.
*Anlatım kısa ve yoğundur.
*Masal kişileri her tabakadan seçilebilir.masallarda cinler , periler, devler: de rol alır.
*Masalların bir kısmı hayvanlarla ilgilidir.
*Masalların çoğu “ bir varmış, bir yokmuş …” ya da “ evvel zaman içinde , kalbur saman içinde …” gibi ifadelerle başlar.bunlara tekerleme ya da döşeme denir.tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir.Türk masallarında dilek bölümü ya “ onlar ermiş muradına …. “ ya da “ gökten üç elma düştü …” biçiminde başlar.
*Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez.
*Evrensel konuların işlendiği masallarda eğiticilik esastır.
*Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır.Masallar bu yönüyle didaktik ( öğretici) bir nitelik taşır.
*Günümüzde bellli bir kişinin ortaya koyduğu yapma masallarda yazılmaktadır.
*Anlatımda genellikle geniş zaman veya öğrenilen geçmiş zaman kipi ( -mişli geçmiş ) kullanılır.
*Anlatım kısa ve yoğundur.
*Masal kişileri her tabakadan seçilebilir.masallarda cinler , periler, devler: de rol alır.
*Masalların bir kısmı hayvanlarla ilgilidir.
*Masalların çoğu “ bir varmış, bir yokmuş …” ya da “ evvel zaman içinde , kalbur saman içinde …” gibi ifadelerle başlar.bunlara tekerleme ya da döşeme denir.tekerlemeden sonra olay ve dilek bölümleri gelir.Türk masallarında dilek bölümü ya “ onlar ermiş muradına …. “ ya da “ gökten üç elma düştü …” biçiminde başlar.
*Masallarda milli ve dini motiflere hemen hiç yer verilmez.
*Evrensel konuların işlendiği masallarda eğiticilik esastır.
*Masallarda genellikle bir eğitim amacı saklıdır.Masallar bu yönüyle didaktik ( öğretici) bir nitelik taşır.
*Günümüzde bellli bir kişinin ortaya koyduğu yapma masallarda yazılmaktadır.
HALK HİKAYELERİ TANIMI: Hikaye türünün
en eski örnekleri olan ve destandan modern hikayeye geçişi sağlayan anonim
eserlerdir. Başka bir tanım yapacak olursak; Türk edebiyatı ürünleri içinde
16.yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan, genellikle aşıklar tarafından
nazım-nesir karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere anlatılarak nesilden
nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikayelerdir.
GENEL ÖZELLİKLERİ: Türk
edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek Dede Korkut Hikayeleridir. Genellikle
aşk konusunun işlendiği halk hikayelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla
dini konuların işlendiği de görülmüştür.
*
Nazım- nesir karışık olarak anlatılan bu hikayelerin gelişip yayılmasında saz
şairlerinin önemli bir fonksiyonu vardır.
*Halk
hikayeleri , destanlardan; mutlaka tarihi bir olaya dayanmaması, nazım-nesir
karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, şahısların ve
olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır, kahramanlıktan çok aşk
maceralarına yer verilmesi, destanlarda yer alan olaylar kesin bir sonla
bitmediği halde halk hikayelerinde kesin bir sonun bulunmaması, halk
hikayelerinde söz konusu edilen olayların ve kişilerin oldukça azalması, toplum
karşısında anlatılmaları, hikayedeki manzum kısımların genellikle saz eşliğinde
dile getirilmesi, değişik bir anlatılma üslup ve geleneğinin olması, belli
yerlerinde tekerleme adı verilen belli söz kalıplarının bulunması gibi
hususlarda ayrılmaktadır.
*Hikayenin
kahramanı aşık olur, sevgilisine kavuşma yolunda çeşitli maceralara girer,
sonunda kavuşur veya kavuşamaz ama hikaye de orada biter.
*
Destanlarda böyle kesin bir son mevcut değildir.
*Halk
hikayelerinde anlatılan ilişkiler, toplum içi olup, fertler ve tabakalar
arasında cereyan eder. Hikayelerde olağanüstü özellikler epeyce azalmıştır.
*
Halk hikayeleri, masallara göre oldukça uzundur. Özellikle koşma şeklinde
söylenen şiirler duyguyu yoğunlaştırmaya yarar.
*Halk
hikayeleri daha çok aşıklar tarafından kahvelerde, düğün ve benzeri
toplantılarda erkeklere hitap eder.
*Halk
hikayelerinin destan döneminin kapanmasından sonra ortaya çıktığı kanaati
yaygındır. Nitekim Türk edebiyatında halk hikayelerinin en eski örneği sayılan
Dede Korkut Hikayeleri de destandan halk hikayeciliğine geçiş dönemi ürünü
olarak kabul edilmektedir.
*10.
yy’ dan itibaren halk hikayelerinin belki de destandan boşalan yeri doldurmak
üzere ortaya çıktığı söylenebilir.
*
Aşk ve kahramanlık konularının çokça işlendiği halk hikayelerinin gerçek hayat
olaylarından ayrılan, kendilerine göre bir mantık örgüsü vardır. Bu mantık
idealist ölçüler göre şekillenmiş bir hayat anlayışını savunur. Bunun sonucu
hikaye kahramanı idealist bir kişiliğe sahiptir. Son olarak şunu unutmamak
gerekir ki; kendi içinde tutarlı bir mantığa dayanmak şartıyla halk
hikayelerinde olmayacak şey yoktur.
Halk hikayeleri konularına göre dört çeşittir:
a.
Aşk Hikayeleri: Leyla ile
Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Yusuf ile Züleyha, Ercişli Emrah ve
Selvi, Tahir ile Zühre, Âşık Garip Hikayesi, Aşık Kerem Hikayesi, Elif ile Mahmut...
b.
Dini-Tarihi Halk
Hikayeleri:
Hayber Kalesi, Kan Kalesi, Battal Gazi, Danişmend Gazi, Hz. Ali ile ilgili
diğer hikayeler...
c.
Kahramanlık
Hikayeleri:
Köroğlu Hikayesi
d.
Destanî Halk
Hikâyeleri:
Dede Korkut Hikayeleri
NOT: Halk hikayeleri, destan ile roman arasındaki
aşamanın ürünüdür.
NOT: Destan geleneğinden Halk hikâyeciliğine geçişin
ilk ürünü Dede Korkut Hikayeleri’dir. Bu nedenle Dede Korkut Hikayeleri özel
bir önem taşır.
DESTAN
Bir
milletin başından geçmiş ve toplumda
derin etki bırakan savaş,göç,afet,kıtlık gibi olayların etkisiyle
söylenmiş,kimi zaman da bir kişinin kahramanlıklarını anlatan uzun manzum hikayelerdir.
Destanlar;
milletlerin tarihinde derin iz bırakmış önemli olayları harikuladeliklerle
süsleyerek anlatan uzun, manzum, milli eserlerdir. Destan anlatıcısı ozan (akın
veya baksı) onu bir kopuz eşliğinde söyler. Bir takım mimik, jest ve
taklitlerle anlatımını kuvvetlendirmeye çalışır. Halk hikayelerinde de bu
anlatım geleneği devam etmekle birlikte, bazı önemli farklar onu destandan
ayırır.
Halk hikayeleri ile destanlar arasındaki
farklar
*Halk hikayeleri
, destanlardan;
*
mutlaka tarihi bir olaya dayanmaması,
*nazım-nesir
karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması,
*şahısların
ve olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır,
*kahramanlıktan
çok aşk maceralarına yer verilmesi,
*destanlarda
yer alan olaylar kesin bir sonla bitmediği halde halk hikayelerinde kesin bir
sonun bulunmaması,
*halk
hikayelerinde söz konusu edilen olayların ve kişilerin oldukça azalması, toplum
karşısında anlatılmaları,
*hikayedeki
manzum kısımların genellikle saz eşliğinde dile getirilmesi, değişik bir
anlatılma üslup ve geleneğinin olması,
*belli
yerlerinde tekerleme adı verilen belli söz kalıplarının bulunması gibi
hususlarda ayrılmaktadır.
Masallarla
destanlar arasındaki benzerlik ve farklılıklar
Masal nesirle söylenmiş, tamamıyla hayal mahsulü olan ve anlattıklarına
inandırma iddiası bulunmayan, kısa bir anlatı türüdür. Masalın en karakteristik
özelliği, seri bir tahkiye tekniğine sahip olmasıdır. Ayrıca, masallarda olayın
geçmişe ait olduğunun belirtilmesine bilhassa dikkat edilir.
Masal ile destan arasında şu benzerlikler vardır:
1. Destanlarda, masal kahramanı olarak
bilinen perilerin yaşayışına benzer bir hayat süren destan kahramanları vardır.
Oğuz Destanı’nda Oğuz’un evlendiği kızlar gibi.
Masal ile destan
arasındaki farklar ise;
1. Masal konuları çeşitli olmasına rağmen
destan konularında kahramanlığa fazla yer verilir. Umumiyetle milletlerin
mazisindeki önemli olaylar ve büyük kahramanlar etrafında destanlar teşekkül
eder.
2. Masal kahramanlarının hayali olmasına
karşılık destan kahramanlarını biz tarih sayfalarında bulabiliriz. Oğuz Kağan
gibi.
3. Destanlar daha hacimli olur. Pek çok
olayın anlatıldığı destanların hacimleri de uygun olarak geniş bir yer kaplar.
4. Destanlar manzum olurlar, masallardaki
durum ise tamamıyla tersidir. Masallarda manzum kısımlar yok denecek kadar
azdır.
5. Masalların benzerlerine başka milletlerde
de rastlanıldığı halde destanlarda durum farklıdır. Destanlar millidir. Bir
millete aittir.
MANZUM HİKAYE
Manzum Hikaye; bir mekan, bir zaman ve kişiler etrafında gelişen olay örgüsünü şiir halinde anlatan nazım biçimidir. Türk edebiyatında Tanzimat sonrasında gelişen bu türün en güzel örneklerini Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy vermiştir.
Manzum hikâyelerin öykülerden tek farkı manzum(şiir) biçimde yazılmış olmasıdır. Bu tür hikayelerde didaktik şiir özelliği görülür.
Tarihi
Bu tür için ilk adımları Recaizade Mahmud Ekrem ile Muallim Naci atmıştır. Bu tür Servet-i Fünun döneminde etkili hale gelmeye başlamıştır. Mehmet Akif Ersoy’un ise Küfe, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi, Hasta gibi önemli manzum hikayeleri bulun
Temsilcileri
En önemli temsilcileri Mehmet Akif Ersoy ve Tevfik Fikret'tir. Bunun yanında Beş hececiler de bu türe katkıda bulunmuştur.
Manzum Hikaye; bir mekan, bir zaman ve kişiler etrafında gelişen olay örgüsünü şiir halinde anlatan nazım biçimidir. Türk edebiyatında Tanzimat sonrasında gelişen bu türün en güzel örneklerini Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy vermiştir.
Manzum hikâyelerin öykülerden tek farkı manzum(şiir) biçimde yazılmış olmasıdır. Bu tür hikayelerde didaktik şiir özelliği görülür.
Tarihi
Bu tür için ilk adımları Recaizade Mahmud Ekrem ile Muallim Naci atmıştır. Bu tür Servet-i Fünun döneminde etkili hale gelmeye başlamıştır. Mehmet Akif Ersoy’un ise Küfe, Seyfi Baba, Mahalle Kahvesi, Hasta gibi önemli manzum hikayeleri bulun
Temsilcileri
En önemli temsilcileri Mehmet Akif Ersoy ve Tevfik Fikret'tir. Bunun yanında Beş hececiler de bu türe katkıda bulunmuştur.
GENEL ÖZELLİKLERİ:
Manzum hikayeler edebi metinlerdir. Konu ve özellik bakımından hikaye ile aynı özellikleri gösterir.Eski edebiyatımızda uzun hikayeler mesnevi türü ile yazılırdı.Tanzimattan sonra ortaya çıkan manzume türü kafiyeli ve redifli, şiir biçiminde hikaye yazmak amacını güder. Manzum hikayelerde şairler ya bir olayı anlatırlar ya da bir öğüt verme çabası güderler.Manzum hikayeler genellikle bir çevre tasviriyle başlar, o çevrenin kişileri anlatılır.Sonra olay anlatılır.Amaç okuyucuya bu bölümde ders vermektir.Bir hikaye gibi sonlandırılır.Manzum hikayeler düşündürücü ve eğiticidir.Manzum hikayeler bölümlerden oluşur ilk bölümde anlatılmak istenen olay dan bahsedilir kişiler den bahsedilir.ikinci bölümde ise olaylar anlatılır örneklerle tasdik edilir.üçüncü bölümde ise olay son bulur ve okuyucuya ders vermeyi güden cümleler yer alır.
B)GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBİ METİNLER
Manzum hikayeler edebi metinlerdir. Konu ve özellik bakımından hikaye ile aynı özellikleri gösterir.Eski edebiyatımızda uzun hikayeler mesnevi türü ile yazılırdı.Tanzimattan sonra ortaya çıkan manzume türü kafiyeli ve redifli, şiir biçiminde hikaye yazmak amacını güder. Manzum hikayelerde şairler ya bir olayı anlatırlar ya da bir öğüt verme çabası güderler.Manzum hikayeler genellikle bir çevre tasviriyle başlar, o çevrenin kişileri anlatılır.Sonra olay anlatılır.Amaç okuyucuya bu bölümde ders vermektir.Bir hikaye gibi sonlandırılır.Manzum hikayeler düşündürücü ve eğiticidir.Manzum hikayeler bölümlerden oluşur ilk bölümde anlatılmak istenen olay dan bahsedilir kişiler den bahsedilir.ikinci bölümde ise olaylar anlatılır örneklerle tasdik edilir.üçüncü bölümde ise olay son bulur ve okuyucuya ders vermeyi güden cümleler yer alır.
B)GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBİ METİNLER
TİYATRO
Hayattaki olayları konu edinen,
sahnede oynanmak amacıyla yazılan edebi eserdir.
Tiyatro göstermeye bağlı bir güzel sanat dalı olarak “dramatik sanatlar” dan biridir.
*Roman ve hikaye soyut olduğu halde, tiyatro somuttur.
*Tiyatro metinlerindeki temel ifade biçimi “ gösterme” ve “anlatma” dır
*Tiyatro eserleri, konularına göre dram, trajedi ve komedi gibi türlere ayrılır.
*Tiyatro eserleri, konularına göre dram, trajedi ve komedi gibi türlere ayrılır.
MODERN TÜRLER
A-TRAJEDİ:
Seyirciye, hayatın acıklı yönlerini
göstermek, ahlak, erdemi anlatmak için yazılmış manzum eserlerdir.
*Konusunu seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden alır.
*Kahramanları tanrılar, tanrıçalar ve soylu kimselerdir.
*Kusursuz bir üslubu vardır. Kaba sözlere yer verilmez.
*Eser baştan sona kadar ağırbaşlı, ciddi bir hava içinde geçer.
*Çirkin olaylar, seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez, sahne arkasında gerçekleştirilir. Bu olaylar haberciler tarafından sahnede aktarılır.
*Üç birlik kuralına uyulur.( Yer, zaman, olay )
*Oyunda koroya yer verilir.
*Ünlü trajedi yazarları;
*Kahramanları tanrılar, tanrıçalar ve soylu kimselerdir.
*Kusursuz bir üslubu vardır. Kaba sözlere yer verilmez.
*Eser baştan sona kadar ağırbaşlı, ciddi bir hava içinde geçer.
*Çirkin olaylar, seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez, sahne arkasında gerçekleştirilir. Bu olaylar haberciler tarafından sahnede aktarılır.
*Üç birlik kuralına uyulur.( Yer, zaman, olay )
*Oyunda koroya yer verilir.
*Ünlü trajedi yazarları;
Eski Yunan; Aiskhylos,
Eurupides, Sophokles.
Fransız; Corneille, Racine.
B-KOMEDİ:
İnsanların ve olayların gülünç
yönlerini ortaya koymak, izleyenleri güldürmek ve düşündürmek amacıyla yazılmış
tiyatro eseridir.
*Konusunu, yaşanılan hayattan ve günlük olaylardan alır.
*Kişiler halktan ve yüksek zümreden her çeşit insan olabilir.
*Her türlü söze şakaya yer verilir.
*Kişilerin her türlü davranışları sahnede gösterilir.
*Birbirini izleyen diyalog ve koro bölümlerinden oluşur.
*Manzum olarak yazılır.
*Üç birlik kuralına uyulur.
*Kişiler halktan ve yüksek zümreden her çeşit insan olabilir.
*Her türlü söze şakaya yer verilir.
*Kişilerin her türlü davranışları sahnede gösterilir.
*Birbirini izleyen diyalog ve koro bölümlerinden oluşur.
*Manzum olarak yazılır.
*Üç birlik kuralına uyulur.
Türün yazarları, Yunan-Aristophanes,
Fransız- Moliere.
C-DRAM:
Hayatı olduğu gibi acıklı ve gülünç
yönleriyle sahnede göstermek için yazılan tiyatro eseridir.
*Hayatı olduğu gibi yansıtır. Trajedi ve Komedi kaynaşmıştır.
*Konusunu günlük yaşamdan ve tarihten alır.
*Üçbirlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur.
*Olaylar, çirkin dahi olsa sahnede gösterildiği gibi kişiler hangi sınıf ve halktan olursa olsun dramda yer alır.
*Konusunu günlük yaşamdan ve tarihten alır.
*Üçbirlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur.
*Olaylar, çirkin dahi olsa sahnede gösterildiği gibi kişiler hangi sınıf ve halktan olursa olsun dramda yer alır.
B)GELENEKSEL
TÜRK TİYATROSU TÜRLERİ GÖSTERMEYE edebi
metinler
KARAGÖZ
Seyirlik halk
oyunlarından olan Karagöz, bir gölge oyunudur. Oyunda Karagöz cahil halk
tipini; Hacivat ise aydın tipini temsil eder. Geleneksel Türk Tiyatrosu
ürünlerindendir. Manda ve deve
derisinden yapılan resimlerin, bir ışık yardımıyla sahnedeki perdeye yansıtılmasıyla
oluşur. Bir gölge oyunudur. Bu nedenle bazı kaynaklarda “Hayal-i Zıl” şeklinde
de adlandırılır. Kahramanları Karagöz, Hacivat, eşraftan kimseler, Beberuhi,
Tuzsuz Deli Bekir, satıcılardır. Karagöz; okumamış, hazır cevap, söylenenleri
ters anlayan ve buna göre cevaplar veren kaba bir adamdır. Hacivat ise aydın ve
yarı aydın kişileri temsil eder. Karagöz oyununda bütün konuşmalar perdenin
arkasındaki tek kişi tarafından yapılır. Bu nedenle Karagöz oynatmak zor bir
iştir. Karagöz oyununun oynatıldığı perdeye “hayal perdesi” denir. Oynatan
kişiye de hayali ya da hayalbaz olarak adlandırılan tek kişi
tarafından oynatılır.
Karagöz oyunu
dört bölümden oluşur:
1) Öndeyiş ve
giriş: Sahneye göstermelik denen bir resim konulur.
2) Muhavere:
Karagöz ve Hacivat’ın karşılıklı konuşmaları
3) Fasıl (Asıl
oyun)
4) Bitiş: Oyunun
sonunda hatalar için özür dilenen ve bir sonraki oyunun yerinin belirtildiği
bölümdür.
Karagöz oyunundaki tipler ana hatlarıyla şöyle
tasnif edilir:
a)Asıl Tipler:Karagöz, Hacivat
b)Şive taklitleri yapan tipler:Kastamonulu,Kayserili,Bolulu,Eğinli,Arap,
Acem,Arnavut,Laz;Kürt,Rumelili, Muhacir,Ermeni,Yahudi,Rum ,Frenk
c)Hasta Tipler:Beberuhi,Tiryaki,
Kekeme,Altıkulaç, Sarhoş ,Esrarkeş, Deli,orta oyununda da yer alan Aptal Denyo
d)Diğer Tipler:Çelebi,Köçek,Zenne
ORTAOYUNU
Seyircilerle
çevrilmiş bir alanda, yazılı bir metne bağlı kalmadan ve doğaçlama (tuluat)
yoluyla oynanan bir oyundur. Pişekar ve Kavuklu oyunun temel kişileridir.
Halkın ortak
malıdır. Oyunların güldürme unsurları karşılıklı konuşmalardaki söz oyunları,
hazır cevaplılık, yanlış anlamalar ve yöresel konuşmaların taklitleridir.
Oyunda Karagöz ile Kavuklu’nun; Pişekâr ile Hacivat’ın bütün özellikleri
aynıdır. Karagöz ile Ortaoyunun farkı ise, Karagöz’ün perdede, Orta Oyun’un
meydanda oynanmasıdır. Yani Orta Oyunu canlı kişilerle oynanırken Karagöz’de
tasvirlerin gölgesi oynatılır.
Meddah
Geleneksel
tiyatro içinde yer alan Meddah
hikâyelerinde rol alan bütün kişileri, hikâyeyi anlatan ve meddah adıyla
anılan tek kişi canlandırırdı. Önceleri tarihî ve dinî konuları nakleden
meddahlar, sonraları günlük hayattan alınan kesitleri komik bir üslûpla
nakletme yoluna yönelmişlerdir.
Hikâye
anlatmak olan meddahlık taklit yapma sanatıdır. Perdesi, sahnesi, dekoru,
kostümü bir sanatkârda toplanmış bir temaşadır.
Meddah bir
sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâyeler anlatır. Meddahın anlatışını,
günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, hikâyeler ve efsaneler
oluşturur.
Meddahın
aksesuarını bir mendil ile bir sopa (baston) oluşturur. Genellikle güldürücü,
ahlâkî ve edebi sonuç çıkarılacak hikâyelerine klişeleşmiş "râvıyân-ı
ahbar ve nâkılân-ı âsar ve muhaddisân-ı ruzigâr şöyle rivayet ederler ki"
şeklinde söz başı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikâyesini anlatır.
Meddah hikâyenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleri ile konuşturan
insandır.
NOT:
Geleneksel tiyatro
türlerini modern tiyatro türlerinden ayıran özellikler:
*Yazılı
bir metnin bulunmayışı
*Karakterlerden
çok belirli tiplerin bulunması
*Bir
sahne ve dekor anlayışının olmayışı
*Doğaçlama
olarak oynanması,yani yazılı bir metne bağlı kalmadan oynanması
*Usta
çırak ilişkisiyle sonraki nesillere aktarılması