Yunus Emre’nin edebi kişiliği, edebiyat özellikleri nelerdir? Yunus Emre ve eserlerinin Edebiyatımızdaki yeri hakkında bilgi.
derskonum.com'un değerli öğretmen-öğrenci-edebiyat sever takipçileri.
Her dönem olduğu gibi yeni dönemde de edebiyat haberleri, güncel eğitim haberleri, kitap cevapları,konu anlatımı,pdf ders notları ile sizlerin yanınızdayız..
Bu sayfamızda …YUNUS EMRE FİKRİ VE EDEBİ YÖNÜ KİŞİLİĞİ HAYATI ESERLERİ üzerine bir paylaşım yapacağız.
Sizde eğer bize ve tüm eğitim camiasına yardımcı olmak adına hazırladığınız yazılıları-notları-soruları-videoları paylaşmak isterseniz mail adresinden bize ulaşabilirsiniz.
İyi çalışmalar..
destek olmak için lütfen LİNK paylaşınız
doğru konum = derskonum
- YUNUS EMRE
- 1238'de doğduğu 1320'de öldüğü tahmin ediliyor.
- -Yaşına ilişkin bilgiler sınırlıdır. Doğum ve ölüm yeri kesin olarak bilinmemektedir.
- -13. yüzyılın ortalarına doğru Moğol İstilası ve Selçuklu Devleti'nin yıkıldığı dönemde Anadolu'da yaşadığı sanılıyor.
- -Taptuk Emre'nin dergahında hizmet etti. Taptuk Emre'nin düşüncelerini yaymak için Anadolu'da köy köy kasaba kasaba dolaştı.
- -Şiirlerinde içli bir Allah aşkı ve derin bir insan sevgisi vardır.
- -Tüm şiirlerinde Allah'a ulaşma çabasıyla duyduğu mutluluk, O'na kavuşma isteğinin coşkusu ve kavuşamamanın verdiği acı vardır.
- -İlahi türünün en güzel örneklerini vermiştir.
- -Çoğunlukla hece ölçüsü kulllanmıştır. Risaletü'n Nushiyye adlı eserinde ise aruz ölçüsünü kullanmıştır.
- -Sade bir Türkçe ile söylemiştir. Halk dilinin deyiş ve özelliklerini de şiirlerinde kullanmıştır. Süsten uzak ve içten söylemiştir.
- -Tasavvufun çizgilerini ve felsefesini halka en iyi anlatan mutasavvıftır.
DAHA DETAYLI BİLGİ AŞAĞIDA
YUNUS EMRE ŞİİRLERİ SÖZLERİ - TÜM ŞİİRLERİ İÇİN TIKLAAA
YUNUS EMRE ŞİİRLERİ SÖZLERİ - TÜM ŞİİRLERİ İÇİN TIKLAAA
- Yûnus Emre
Hayatı hakkında pÜek az şey bilinen Yûnus Emre’nin doğum ve ölü yılları belli değildir. Pek çok kaynak doğumu ve ölümü hakkıda farklı tarihler vermektedir.
Hayat süresi hakkında söylenebilecek en doğru bilgi Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağıldığı, Anadolu'da çeşitli Türk Beylikleri'nin oluşmaya başladığı yıllarda doğmuş Osmanlı Beyliği'nin filizlendiği 14 yy ilk çeyreğinde yaşıyor olmasıdır. Bu bakımdan 1238 dolaylarında doğduğu kesin olmadığı gibi; ı 1320 dolaylarında Eskişehir’de öldüğü görüşü de kesin değildir.
Yûnus'un yaşadığı yıllar, Anadolu’da Moğol akınlarının ve yağmalarının devam ettiği yıllardır. Anadolu Selçukluları dağılmakta beylikler ortaya çıkmaktadır. İiç kavga ve çekişmeler, otorite zayıflığı, kıtlık ve kuraklık halkı canından bezdirmiştir. İnsanlar ne yapacaklarını, neye inanacaklarını, hangi otoriteye veya güce boyun eğeceklerini bilememektedir. Bu kaos ortamı insanları tekke ve tasavvufa yöneltmekte, dünyanın felaketlerinden manevi huzuru sığınmamanın çarelerini aramaktadır.
Yunus’un ilk çocukluk ve gençlik yıllarından itibaren 13. yy'ın ikinci yarısı, sadece siyasî değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı ve çatıştığı bir zamandır. Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî, gibi Yûnus Emre de işte o yılardaki bu kaos ortamında halkı manevi huzur sükun ve kurtuluşa yönelten kurtarıcılar olmuşlar, halk tekke ve dergahlara sığınarak hem bir nebze feraha ermiş hem de Allah sevgisi, güzel ahlakı öğrenmişler hem de her türlü batıl inanca ve batını düşüncelere karşı, gerçek İslam tasavvufunu öğrenmişlerdir.
Yûnus Emre, "Risalet-ün Nushiyye" adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;
Söze târîh yedi yüz yediydiYûnus cânı bu yolda fidîyidi
beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır. Bu eserini bu tarihte iken yazdığını da ifade etmiş olur. “Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi'nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır: Vefât-ı Yûnus Emre, Müddet-i 'Ömr 82, Sene 720”
Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yûnus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-1) yılında ölmüştür.
Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babai Şeyhi olan Taptuk Emre'nin dervişi olmuş onun işareti ile Anadolu’yu belki de Suriye Şam ve Azerbaycan’ı gezmiş ve tekrar memleketi olan Sakarya’ civarlarına gelmiştir. M. Fuat Köprülü nerede öldüğü ve nerede doğduğunun kesin olmadığını belirtirken öldüğü yer hakkında bir kanaat belirterek “ Bizce Porsuk çayının, Sakarya nehrine karıştığı bir yerde mefdun olması ihtimali hepsinden kuvvetlidir “ diye yazmaktadır. Nihat Sami Banarlı ‘da buna yakın bir kanaat taşır.
Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgisi Vilayetname'den kaynaklanmaktadır. Esasında Hacı Bektaşi Veli ile görüşmesi yaşadıkları devirleraçısından mümkün görülmemektedir. Bu görüşme halkın muhayyilesinde ve dervişlerin hayallerinde üretilmiş bir rivayettir.
Kenidini “ Ümmi “ olarak tanıtmasına rağmen Şiirlerinden, okuma yazma, kısmen Arapça ve aruz veznini öğrenecek kadar okuryazar olduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen medresede tahsil görmüş danişmend olduğu da söylenemez. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam'a gittiği, kabul edilebilecekken Mevlana ve Hacı Bektaşi Veli ile görüştükleri hususu karanlık kalmaktadır.
Düşünceleri, işlediği konularla Anadolu'da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi, yaşarlığını çağlar boyu sürdürdü. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah'la ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağına hâkim olan düşünüş biçimini ve kültürü konuşulan dille, yalın akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran ozanlarının, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi, kendi adına bağlanan tekke şiirinin Anadolu'daki ilk temsilcilerindendir.
Yûnus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlar; Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman'da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Aksaray ile Kırşehir arası; Ünye; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta'nın Gönen ilçesi; Afyon'un Sandıklı ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Ayrıca Tokat'ın Niksar ilçesinde de bulunmaktadır. Hatta Azerbaycanlılar bile mezarına sahip çıkmış Yunus’un mezarının Azerbaycan’da olduğunu iddia etmişlerdir. Şeki’de Yunus Emre ve Hacı Taptık’ın kabirlerinin bulunduğu Oğuz Kabristanı ve Şeki Türk Şehitliği vardır. Bu durum, Tükler arasında ve Türk dünyasında Yunus Emre’nin ne kadar sevildiğini ve benimsendiğini gösterir.
Ünlü mutasavvıf Niyazi Mısri, Yunus Emre'nin mezarının (veya makamının) Limni Adası'nda bulunduğunu ifade etmiştir. Bunlar arasında bilim adamlarınca tartışma, Karaman ve Eskişehir'deki türbeler üzerine yoğunlaşmışsa da, Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili menkıbe düşünüldüğünde Aksaray - Kırşehir arasındaki türbenin asıl Yunus Emre türbesi olduğu düşünülebilir.
Edebi Kişiliği
Yunus Emre, tasavvuf edebiyatının halk şiiri tarzındaki Ahmet Yesevi’den sonra ikinci şairidir. Üstelik yaşadığı günden bu güne kadar ondan daha önemli Dini Tasvvufi âşık edebiyatı şairi yetişmemiştir. Yunus Emre Tekke ve Zümre edebiyatımızın bir zirvesi olmuş bir daha da aşılamamıştır.. Ahmed Yesevi ile başlayan tasavvufi halk şiiri; Yunus Emre ile zirveye çıkmış ve sürekli olarak da en büyük o kalmıştır.
Yunus’u hazırlayan kültürün kaynağında Yesevi tarzı tasavvuf anlayışı ile Hanefi mezhebi çerçevesindeki İslam inancı vardır. “Yûnus, hakîkatin tarîkatsız, tarîkatın şerîatsız, şerîatın da ibâdetsiz olmayacağına inanır.”
Yunus,; fakir, zengin, Hıristiyan ve Müslüman ayrımı yapmadan insanı “ Yaradandan ötürü seven “ bir hoşgörü içinde sever. Onda ki insan sevgisi, insanı Allah'tan bir parça olarak kabul etmesinden kaynaklan bir sevgidir. Yunus, insana “yaratılmışların en şereflisi, parça bütün ilişkisi içinde insanı sevmek Allahı sevmektir” düşüncesi ile bakmakta ve bu anlayış ile sevmektedir. Yunus, âlemi ve parçası olan insanı yaratanın görüntüsü, olarak kabul eder. Kendi güzelliğini görmek isteyen Allah âlemi yaratmış, bu nedenle de âlemi Allah’ın bir görüntüsü kabul etmiştir. O’na göre bütün varlıklar Allah’tan gelmiştir. Varlık tektir ve bunu bilen kişi nereye bakarsa yalnızca Tanrı’nın cemâlini görecektir. Yaratılmış her şey bu nedenle Allahtan bir parça kabul edilir. Üstelik Yaratan insanı yaratırken kendi ruhundan üflemiş olduğundan insanı sevmek, en şerefli mahlûku sevmek anlamında olmaktadır. Parçayı sevmekten maksat bütünü, yani Allah’ı sevmektedir.
“Bir vücuttur cümle eşya, ayni eşyadır Huda,Hep hüviyettir görünen, yok Huda’dan maada… “
Ona göre nefse hoş gelen şeylerden ötürü Cenneti sevmek bile hoş değildir. Yunus’un felsefesinde mutlak sevgili Allah’tır. Tek derdi Hakk’a ermek ve onunla bir olmaktır. Bu nedenle Yunus için cennetin önemi yoktur. Maksat cennete erişmek değil Allah ile bir olmaktır.
Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç hûri;
İsteyene ver anları,
Bana seni gerek seni!..
Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç hûri;
İsteyene ver anları,
Bana seni gerek seni!..
Ona göre güzel çirkin, kötü diye bir ayrım yoktur. Güzel ve çirkin, iyi ile kötü birdir ve eş değerdedir.Onun düşüncesine göre ölmek ve yaşamak birdir. Ölmek geldiği yere yani üflendiği ruha kavuşmak anlamındadır. Çünkü her şey birden gelip geldiği bire ve aslına dönecektir. O yüzden ölüm onun için bitiş değil başlangıçtır. Ölüm kavuşmak demektir.
Hayat vatandan uzak kalmak anlamındadır. Çünkü ruh geldiği yere dönmek arzusundadır.
“Aklın ererse sor bana, ben evvelde kandayıdım ( nerede)
Dilerisen deyüverem, ezelî vatandayıdım.
Kâlû belâ söylenmeden, tertip-düzen eylenmeden
Hakk’dan ayrı değil idim, ol ulu dîvândayıdım.”
Yunus’a göre insanların vatanı bir olan Allah’ın ruhudur. Oradan gelmiş ve oraya dönecektir.
Mal, mülk, şan şeref gibi dünyevi zevklerle oyalansa da doymaz. Ruh bunlarla tatmin olmaz. Onun arzusu “ aslına rucu “ etmektir. O yüzden Yunus nefse hoş gelen, mal, mülk, para gibi şeylere hiç değer vermez. Nefsine hoş gelen her şey ruhun özlemine terstir.
Bu dünyaya kanmayalım fanidir aldanmayalım,
Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül…
Bir iken ayrılmayalım gel dosta gidelim gönül…
Tasavvuf düşüncesinde zamandan ve mekândan ari olan cisimler Allah Kendi güzelliğini görmek dileyince “ol “ demiş, âlem ve cisimler vucut bulmuştur. Yaratılan her şey o mutlak güzelliğin aynadaki görüntüsü gibi yaratanın kendisidir.
ADEM yaratılmadan can kalıba girmedenŞeytan lanet olmadan arş idi seyran bana
Mani evine daldık, vücuda seyran kıldıkİki cihan seyrini, cümle vücudda bulduk
Yedi gök yedi yeri, dağları denizleriCenneti cehennemi, cümle vücudda bulduk
Nefsin dünyevi arzularından kaçınmak, nefsin isteklerine karşı çıkmayı erdemi olarak görür. Hayat ve ömür vatandan uzak bırakan bir imtihan süresidir. Yunus'un arzu ettiği Allah diyarına varmak ve ona yakın olmaktır. Yunus’un şiirlerinde işte bu düşünce vardır. Şiirlerinin konusu bu fikirlerle doludur. Bu özet düşünceleri çok daha basit anlatan büyük bir dil ustasıdır. Sehl-i mümteni denilen zoru çok kolay söylemek onda basit hale gelir.
Yunus’un şiirlerinde yabancı sözcük bulunmaz. En karmaşık fikirleri çok basit ifade eden muazzam bir yetenektir. O karmaşık ifadeler sanattan ödün vermeden, dilde kusura düşmeden, ahenkten fire vermeden çok çok basit hale gelir. Onun şairlik kudreti normalin çok üstündedir.
ESERLERİ
Divan
Yunus Emre'nin şiirleri bu Divanda toplanmıştır. Eldeki divanların en eskisi 15. Yy da yazılmıştır. Bu bakımdan şiirlerin hepsinin Yunus’a ait olup olmadığı, ona isnat edilp edilemediği pek belli değildir. Fuat Köprülü, Şahabettin Tekindağ, Cahit Öztelli, Müjgân Cunbur ve Âmil Çelebioğlu. Abdülbaki Gölpınarlı ve Hasibe Mazıoğlu gibi araştırmacılar Yunus’a ait divan nüshaları üzerinde çalışmalar yapmışlardır.
Bu şiirler ve divanı Abdülbaki Gölpınarlı tarafından taranmış Yunus’a ait olanlar ile olmayanlar seçilmeye çalışılmıştır. Gölpınarlı titiz çalışınalar sonucunda gerçek Yunus’a ait olması gereken şiirleri toplayarak yayımlamıştır. Yunus Emre Divanı farklı el yazma nüshaları ile veya bu nüshaların karşılaştırılması yolu ile defalarca ve pek çok bilim adamı tarafından yayımlanmıştır.
Şiirler aruz ölçüsüyle ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Fatih nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Yahya Efendi nüshası, Kahraman (Karaman?) nüshası, Balıkesir nüshası, Niyazi Mısrî nüshası, Bursa nüshası diye nüsha (kopya)ları bulunmaktadır.
Dr. Mustafa Tatcı, Yûnus Emre'nin elde edilen son belge ve bilgilerle hayatını ve şiirlerini ortaya koyan kapsamlı bir eser yayımlamıştır.[8] Eserde yazma kaynakların karsılaştırılmasıyla elde edilen 417 şiiri bulunur.
Risalet-ün Nushiyye,
Risalet-ün Nushiyye, Yunus Emre'nin Divanı'ndan sonra ikinci büyük eseridir. "Nasihatler Kitabı" anlamına gelen bu eser mesnevi biçiminde yazılmıştır. Risalenin sonunda yazıldığına göre "Söze tarih yedi yüz yediydi, Yunus canı bu yolda fidiydi." mısraından 1307 veya 1308 yılında yazıldığı tarih düşme sanatıyla belirtilmiştir.
Aruz ölçüsü ile yazılmış şiirler 573 beyittir. Failatün failün ölçüsüyle yazılmış 13 beyitlik bir başlangıçtan sonra, kısa bir düz yazı vardır. Arkasından ruh, nefis, kanaat, gazap, sabır, haset, cimrilik, akıl gibi konuların işlendiği destanlar gelir. Buradaki beyitler mefailün mefailün feulün ölçüsüyle yazılmıştır. Dizeler mefâilün mefâilün feûlün? ölçüsüne uyuyorsa da, her dizede birkaç uzatma yapmak gerektiğinden, hecenin 6+5=11 ölçüsüyle yazılmış olmasının daha akla yakın göründüğünü söyleyenler de vardır. Fakat pek çok dizenin bu aruz kalıbına yatkın olması tesadüfî olmayacağına göre Yunus’un bu aruz kalıbını koşma düzenine bilinçli olarak uyguladığını gösterir.
Eserin toplam beş nüshası bulunmaktadır:
- Fatih Kitaplığı,
- Selimağa Kitaplığında,
- Yahya Efendi Kitaplığında ,
- Nur-i Osmani Kitaplığında
- Taşbasması Nüsha[9]
Yunus Emre aşıklık geleneği içinde yetişti. Aşıklık geleneği Türk halk edebiyatının özüdür. Türk halk edebiyatının çatısı şiirle ve sözlü geleneğe, aşık geleneğine bağlı olarak kuruldu. Şiir, yüzyıllar boyu süregelen bir aşıklık geleneğinin ürünü olarak yaratıldı. Aşıklar, halkın zevkte ve kültürde birer eğitimcisi oldular. Şairlerden bir öncekinin çırağı, kendilerinden sonrakilerin ustasıydılar. Saz eşliğindeki deyişleri hem haber, hem müzik, hem hikaye, hem masal, hem destan, hem bilmece, hem türküydü. Kendileri bir ustadan yetiştiler, bir usta da yetiştirdiler. Aşıktan aşığa, kitlelerden kitlelere sürüp gitti bu gelenek. Bu geleneği sürdürürken çeşidi sazlar çaldılar: saz, meydan sazı, divan sazı, kopuz, çöğür, karadüzen, bağlama. Ustalarından aldıklarıyla, halkın yaşayışlarını ve kendi yeteneklerini birleştirerek, ürünlerini yarattılar. Bunlar kulaktan kulağa söylene geldi. Bu nedenle söyleyen yeni bir şairin dilinde, sazında biraz onun kişiliğini alarak, küçük değişikliklere uğradı. Yunus Emre’de Türkçenin en güzel örnekleri ortaya çıktı. İşte bir örnek:
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Hey Emre’m Yunus biçare
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şara
Şöyle garip bencileyin
Bir garip ölmüş diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin
Hey Emre’m Yunus biçare
Bulunmaz derdine çare
Var imdi gez şardan şara
Şöyle garip bencileyin
Aşıklık geleneğinde, şiirlerde adı geçen kişiler hep şairdir. Ancak burada, kişilerden çok olaylar önemlidir. Zaten zamanla da yaratıcısı yani şairi ortadan kalkar ve anonimleşir. Ama güçlü şairlerinki unutulmaz. Üstelik de her güzel eser, ona maledilir. Bu bize şairin halkla bütünleştiğini, aşıklık geleneğinin de güçlülüğünü, giderek de Yunus Emre’nin yetişme koşullarını gösterir.
Yunus Emre, 700 yılı aşkın bir süre Türkçe konuşulan bütün yerlerde okundu, tanındı ve sevildi. Onun şiirleriyle Türkçe, kolaylığı ve yalınlığı içinde olağanüstü bir seviyeye yükseldi. Yunus Emre, çağları etkileyen bir şair oldu. Bütün kalpleri, şiirinin sihriyle fethetti. Bütün gönüllerde kendine bir taht Kurdu. Divan’ı, kurulan bu tahtın boşuna olmadığını gösteren belgelerdir. Şiirlerinde genellikle hece ölçüsü kullandı. Zaman zaman da aruz ölçüsünü kullandığı görüldü. Aruzlu olanların sayısı Abdülbaki Gölpınarlı’ya göre, 66 tanedir.
O sözün gücünü çok iyi kavramış bir ozandır. İyilik ve kötülüğün sözden geldiğini, anlatımı doğru olmayan sözün nelere yol açabileceğini iyi bilir. Bunun için de sözün insanları dost da düşman da yapabilecek bir araç olduğunu söyledi. İnsanlara önem verdi. Din, tarikat, görünüşte farklı olan yollardı.Ama hepsinin amacının iyi insan olmak ve insanlık hedefine ulaşmak olduğunu belirtti.
Edebiyatımızdaki yeri
Türk şiiri Yunus Emre’yle başladı. O, Anadolu Türkçesinin büyük bir ustasıdır. Şiirlerinde yer alan yalınlık, anlatım derinliği, yoğunluk hemen kendini belli eder. O, Türk halk edebiyatının da temeline ilk harcı koyan ustadır. Üzerinde yapılan incelemelere, şiirlerinin ortaya koyduğu bulgu ve bilgilere göre, Yunus Emre, bir Türkmen köylüsüdür. Beldenin
şeyhi (hocası) Taptuk Emre’ye kırk yıl derviş olarak hizmet eder. İşte Taptuk Emre’nin hizmetinde geçen kırk yıl, “tasavvufa ve şiire adanan kırk yıl+dır. Konya, Şam, Azerbaycan’ı dolaşan Yunus Emre, Mevlana ile görüştü. Ona Mesnevi’si için, “Uzun yazmışsın, ben olsam;
Ete, kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm.
derdim, olur biterdi” dedi. Söylentiye göre, Mevlana da “Tanrısal mertebelerin hangisine yükseldimse bu Türkmen kocasını izim üzerinde buldum ve onu geçemedim” diye konuştu. Yunus Emre’nin halk arasındaki yaygın sevgisi, kendisinin Erzurum, Karaman, Bursa gibi dokuz yerde mezartaşını, rivayetlerini ortaya çıkardı. Halen de bu tartışmalar sürmektedir.
Türk şiiri Yunus Emre’yle başladı. O, Anadolu Türkçesinin büyük bir ustasıdır. Şiirlerinde yer alan yalınlık, anlatım derinliği, yoğunluk hemen kendini belli eder. O, Türk halk edebiyatının da temeline ilk harcı koyan ustadır. Üzerinde yapılan incelemelere, şiirlerinin ortaya koyduğu bulgu ve bilgilere göre, Yunus Emre, bir Türkmen köylüsüdür. Beldenin
şeyhi (hocası) Taptuk Emre’ye kırk yıl derviş olarak hizmet eder. İşte Taptuk Emre’nin hizmetinde geçen kırk yıl, “tasavvufa ve şiire adanan kırk yıl+dır. Konya, Şam, Azerbaycan’ı dolaşan Yunus Emre, Mevlana ile görüştü. Ona Mesnevi’si için, “Uzun yazmışsın, ben olsam;
Ete, kemiğe büründüm,
Yunus diye göründüm.
derdim, olur biterdi” dedi. Söylentiye göre, Mevlana da “Tanrısal mertebelerin hangisine yükseldimse bu Türkmen kocasını izim üzerinde buldum ve onu geçemedim” diye konuştu. Yunus Emre’nin halk arasındaki yaygın sevgisi, kendisinin Erzurum, Karaman, Bursa gibi dokuz yerde mezartaşını, rivayetlerini ortaya çıkardı. Halen de bu tartışmalar sürmektedir.
İşte Yunus Emre denince, VIII. yüzyılda ilk örneklerini veren Türk edebiyatının XI. yüzyılda Türkler’in Anadolu’ya geçmesiyle Türkiyelileştiği ve Türkiyelileşen Türk edebiyatının ilk örneğini yaratan bir büyük ustası aklımıza gelir. Şiirleriyle içindeki banş ve sevgi özlemini, coşkusunu dile getirdi. Hoşgörüsüyle bütün dünyaya örnek oldu. Bu nedenle Unesco, 1991 yılını tüm dünyada “Yunus Emre Yılı” olarak kutladı.
Yunus Emre, şiirlerinin çoğunu hece ölçüsüyle, halkın anlayacağı bir dille yazdı. Divan edebiyatının nazım şekilleriyle yazdıkları da var. Bunların sayısının 66 tane olduğu biliniyor. Kendisine ana konu olarak tasavvufu seçti.
Eserleri
Yunus Emre’nin Risilatü’n Nushiyye (1307-1308, Öğüt /Nasihat Kitabı) ve Yunus Emre Divanı-adlı iki eseri bulunuyor. ilki öğretici bir kitaptır. Klasik edebiyata uygun olarak bölümlere ayrılmıştır. Başta giriş sonrası onüç beyit “failatün failatün failatün” vezninde, bundan sonrası da “mefailün mefailün feulün” vezniyle ve mesnevi tarzındadır ve toplam 600 beyittir. Altı ana konu işlenmektedir. Bunları Dr. Mustafa Tatçı baştaki giriş manzumesinde ‘Adem’in yaratılışı’ ve ‘Anasır-ı Erbaa’nın açıklanmasından sonra ‘ruh ve akıl’, ‘kibir ve kanaat’, ‘buşu ve gazab’, ‘sabır’, ‘buhl ve hased’, ‘gaybet ve bühtan’ olarak saptar. En eski beş nüshası beş ayn kütüphanede ve değişik yüzyıllardan kalan el yazmalarıdır.
Yunus Emre’nin Risilatü’n Nushiyye (1307-1308, Öğüt /Nasihat Kitabı) ve Yunus Emre Divanı-adlı iki eseri bulunuyor. ilki öğretici bir kitaptır. Klasik edebiyata uygun olarak bölümlere ayrılmıştır. Başta giriş sonrası onüç beyit “failatün failatün failatün” vezninde, bundan sonrası da “mefailün mefailün feulün” vezniyle ve mesnevi tarzındadır ve toplam 600 beyittir. Altı ana konu işlenmektedir. Bunları Dr. Mustafa Tatçı baştaki giriş manzumesinde ‘Adem’in yaratılışı’ ve ‘Anasır-ı Erbaa’nın açıklanmasından sonra ‘ruh ve akıl’, ‘kibir ve kanaat’, ‘buşu ve gazab’, ‘sabır’, ‘buhl ve hased’, ‘gaybet ve bühtan’ olarak saptar. En eski beş nüshası beş ayn kütüphanede ve değişik yüzyıllardan kalan el yazmalarıdır.
Bunlar: 1. Süleymaniye Kütüphanesi (XV. yy), 2. Karaman Nüshası (XIV. yy), 3. Yahya Efendi Nüshası (XVI. yy), 4. Nuruosmaniye Nüshası (XVI. yy), 5. Bursa İl Halk Kütüphanesi (XV. yy). İkincisinde Yunus Emre’nin büyük ozan oluşunu haykıran şiirler vardır. Buradaki kırkbir şiir aruzla, 262 şiir de heceyledir. Yeni harflerle birçok defa basılmıştır. Bunlardan bazıları: Divan (Eski harflerle, 1885. Yeni harflerle: Burhan Toprak, Yunus Emre Divanı, üç cilt, 1933-34/ S. Tevfik Özzorluoğlu, Yunus Emre Divanı, 1937 / Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre Divanı, iki cilt, 1943-48/ İsmail N. Ergenel, Yunus Emre Divanı, 1942), Risalit al Nushiyya (Hazırlayan: Abdülbaki Gölpınarlı, Risalat al-Nushiyya ve Divan), Yunus Emre, Bütün Şiirleri (Cahit Öztelli, 1971), Yunus Emre Divanı, Risiletü’n- Nushiyye /Tenkitli Metin Dr. Mustafa Tatçı, 1991 (3 cilt)).