TANZİMAT SONRASI TÜRK EDEBİYATINDA EDEBİ ÇATIŞMALAR, TANZİMAT SONRASI TÜRK EDEBİYATINDA ESKİ-YENİ ÇATIŞMASI, TÜRK EDEBİYATINDA ABES-MUKTEBES ÇATIŞMASI,
TANZİMAT SONRASI TÜRK EDEBİYATINDA ESKİ – YENİ ÇATIŞMASI VE SERVETİFÜNUN EDEBİYATININ OLUŞMASI
Tanzimat Döneminde Şinasi ve Namık Kemal’le hızlı bir şekilde başlayan yenileşme hareketi, II. Abdülhamit Döneminde yavaşlamıştı. 1876’da “Meclis-i Mebusan“ı kapatarak bütün yetkileri kendisinde toplayan Abdülhamit zamanında yeni bir edebiyat meydana gelmişti. Namık Kemal gibi sesi çıkacak olan edebiyat ve düşünce adamlarını ceza vermeden hatta yüksek maaş ve makamlarla İstanbul’dan uzaklaştırmak, böylece İstanbul’da kendi hâkimiyetini sağlamlaştırmak, kimsenin eleştirisine fırsat vermemek, Abdülhamit’in siyasetiydi. Dış siyasette çok güçlü ve başarılı olan fakat iç siyasette zaman zaman yanlış anlaşılmalara yol açacak uygulamalarda bulunan Padişah, Osmanlı Devleti üzerinde oynanmak istenen oyunların farkındaydı ve bunlara karşı tedbir almaya çalışıyordu. Bu arada farklı bir ses – haklı bile olsa – bu siyaseti bozabilir, zaten problemli olan ülkeyi büsbütün çıkmaza sokabilirdi. Padişahın en büyük üzüntüsü memleketin parçalanmasıydı. Bu da yanlış bir söz veya davranışla bazen bir an meselesi hâline geliyordu. Bütün bu nedenlerle toplumsal bir edebiyat, baştan yasaklanmış oluyordu. Edebiyat ve düşünce adamları İstanbul’dan ve olaylardan uzakta, dağınık bir hâldeydiler; dolayısıyla söz söyleyecek bir durumda değildiler. Önceden çıkmakta olan gazete ve dergiler, edebiyat dışı konulara yönelmişti. Fennî (bilimsel) konulara ağırlık veriliyordu. Sanatçılar, edebî hayatımızda sonradan büyük etki gösterecek olan yeni bir sahaya yönelmişlerdi: tercüme. 1891’de Servetifünun dergisi çıkmaya başladığı zaman Türk yayın hayatı işte bu durumdaydı. Mehmet Kaplan‘ın “ara nesil” olarak adlandırdığı bir edebiyatçılar, daha doğrusu şairler grubu vardı. Bu sanatçılar, yeni bir edebiyatın bütün prensipleriyle yerleşmesinde rol oynayacak güçte değildiler.
1880’den itibaren Ekrem – Naci tartışması olarak bilinen eski ve yeni edebiyat çatışması başlamıştı. Recaizade Mahmut Ekrem‘e göre yeni edebiyat henüz bütün bir hayat anlayışı ile memleketimizde oluşmamıştı. Eskinin karşısına çıkacak güçlü, radikal bir topluluğa ve bu topluluğun vereceği eserlere ihtiyaç vardı. Eski edebiyat sahası da Muallim Naci‘nin ölümüyle yetersiz kişilerin elinde kalmıştı.
Bu dönemdeki eğilimleri şu şekilde açıklayabiliriz:
a. Yeniyi Savunanlar: Tanzimat sonrası Türk edebiyatında Recaizade Mahmut Ekrem ve onun etrafında bir araya gelenler, yani Servetifünun sanatçıları yeniyi savunanları temsil etmektedirler.
b. Orta Yolu Savunanlar (Ilımlılar): Ilımlıların başında Muallim Naci yer almıştır. Muallim Naci, divan şiirine (eski edebiyata) karşı “ılımlı” yaklaşmıştır; Batı edebiyatının etkisiyle gelişen yeni edebiyata geçişin yavaş ve doğal bir süreçte gerçekleşmesi gerektiğine inanmıştır. Muallim Naci, eski edebiyatın tamamen atılmasına karşı çıkarak iyi yönlerinin korunması gerektiğini ileri sürmüş ve yeni edebiyatla bir sentez oluşturma yolu aramıştır.
Eskiyi tamamen reddetmeyen, Batı’yı da olduğu gibi taklide kalkmayan bu gruba “orta görüşte olanlar (ılımlılar)” denmiştir. Muallim Naci, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Rasim gibi sanatçılar bu gruba dâhil edilir.
c. Eskiyi (Divan Edebiyatı Geleneğini) Savunanlar: Hacı İbrahim Efendi ve grubu, eski edebiyatın kesin savunuculuğunu yapmışlardır.
Eski edebiyatı savunanlarla ılımlılar, geleneksel yaşama biçimini sürdürmüşler; yeniyi savunanlar ise Batılı yaşama biçimini benimsemişlerdir.
Hocalık özelliği sanatından güçlü olan ve sağlam teorik esaslara dayanan Ekrem, edebiyatta ve düşünce hayatındaki bu boşlukların farkındaydı ve düşündüklerini gerçekleştirmek için fırsat arıyordu.
“Malumat” dergisi, 1895’te Hasan Âsaf adlı genç bir şairin “Burhan-ı Kudret” adlı şiirini yayımladı. Şiirin,
“Malumat” dergisi, 1895’te Hasan Âsaf adlı genç bir şairin “Burhan-ı Kudret” adlı şiirini yayımladı. Şiirin,
Zerre-i nurundan iken muktebesMihr ü mâha etmek işaret abes
beyti anlam ve uyak bakımından hatalı bulunuyor ve eleştiriliyordu. Eski kafiye anlayışına göre kafiye kulak için değil, göz içindi. Yani sesin aynı olması yetmezdi, yazılışı da aynı olmalıydı. Bunun için “muktebes” ve “abes” sözcükleri farklı “se” harfleriyle (biri sin, diğeri peltek se) yazıldıklarından kafiye olamazdı. Şiirin anlam bakımından eleştirilmesi o kadar önemli değildi. Edebiyat tarihimizde büyük bir tartışma yaratan işte böyle şekle ait, bugün için önemsiz görünen bir kafiye sorunu oldu. Bugün için önemi olmayan bu düşünce, asırlardır devam eden klasik edebiyat (divan edebiyatı) geleneğinin önemli unsurlarından biriydi. Kafiye, uzun zamandır kulağa değil göze hitap etmişti ve kulağa hitap eden bir kafiye anlayışı henüz oluşmamıştı. Divan şiiri geleneği içinde buna ihtiyaç da yoktu çünkü divan şiiri, kendi kalıplarının ve prensiplerinin içinde tartışmasız bir şekilde devam etmiş; bazı şekil zorluk: larına da çareler bulunmuştu. Yeni bir medeniyetle karşılaşan toplumda birtakım sıkıntılar işte böyle basit, anlamsız ve ayrıntı gibi görünen konular aracılığıyla varlığını belli ediyordu.
Recaizade Mahmut Ekrem‘in yeni bir edebiyat için düşündüğü şeyler, bu olayla birlikte somutlaşmıştır. Recaizade Mahmut Ekrem; o zamana kadar farklı dergilerde dağınık bir şekilde yazan ve Batılı bir edebiyata taraftar olan gençleri tek bir derginin etrafında toplayarak eski edebiyat taraftarlarına karşı tek bir cephe oluşturmak istiyordu. Recaizade; Mekteb-i Mülkiye‘den öğrencisi olan Ahmet ihsan‘ı, Servetifünun’u böyle bir yayın organı hâline getirilmesi konusunda razı ederek Galatasaray’dan öğrencisi olan Tevfik Fikret‘i de derginin başına getirdi. Bu dönemde Servetifünun, büyük bir sanat ve edebiyat dergisi olarak kalmayıp Türk edebiyatının yenileşmesinde önemli hizmetleri olan bir yayın organı hâline gelmiştir. Tevfik Fikret‘ten sonra Halit Ziya Uşaklıgil, Cenap Sahabettin, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın gibi sanatçılar da dergiye katılarak Servetifünun topluluğunu kurdular ve böylece Servetifünun Dönemi başlamış oldu.
Tevfik Fikret’in, Servetifünun dergisinin sanat ve edebiyat yöneticisi olması, Servetifünun (Edebiyat-ı Cedide) edebiyatının da başlangıcı olarak kabul edilmiştir.