sponsorlu reklam Admatic -sponsor

17. YY. ŞUARA TEZKİRELERİ XVII. YÜZYIL ŞU’ARÂ TEZKİRELERİ


17. YY. ŞUARA TEZKİRELERİ XVII. YÜZYIL ŞU’ARÂ TEZKİRELERİ

divan, edebiyatı



XVII. YÜZYIL ŞU’ARÂ TEZKİRELERİ

1. Mecma’u’l-Havâs

Mecma’u’l-Havâs, Sâdıki-i Kitab-dâr tarafından Çağatay lehçesiyle yazılmış olup Ali Şir Nevai’nin Mecalisü’n-Nefâis adlı tezkiresinin bir zeyli sayılmaktadır. Sâdıki’nin manzum ve mensur eserleri vardır. 
Sâdıki Mecma’u’l-Havâs’ın başında Cami’nin Bahâristân, Nevâyi’nin Mecâlisü’n-Nefâis, Devletşâh’ın Tezkiretü’ş-Şu’arâ, Sâm Mirzâ’nın Tuhfe-i Sâmi adlı eserlerini andıktan sonra “Bu silsile serhalka-i intizamı bir biridin üzülmesün diyü ve bu tezkireler ser-riştesi bozulmasun diyü..” ifadesiyle eserini yazış nedenini belirtir.
Sâdıki, Ali Şir Nevâyi’nin Mecâlisü’n-Nefâis’ini örnek alarak Mecma’u’l-Havâs’ını “sekiz mecmua” ya ayırmıştır. Nevayi’nin meclis’leri, onda mecma olmuştur. Bu “mecma”ların bölünüşü oldukça önemlidir. Bu özellik, gözden kaçırılmamalıdır:
Birinci Mecma: Çağdaş padişahlardan; Şâh Tahmasb-ı Hüseyni, Sultan Muhammed Hudâbende (Fehmi), Şâh İsmail-i Sâni (Âdili), Han Ahmed Padişah, Hümayun Padişah, Sultan Süleyman (Muhibbi), Ubeyd Han Özbek, Abdullah Han Özbek (Ivaz Gazi), Nizam Şâh (Sipihri), Cemşid Han, Gazi Giray Han, Muhammedi Han Gürd bulunmaktadır.
İkinci Mecma: Şehzadeler bulunmaktadır.
Üçüncü Mecma: Türk saltanat adamlarından şiir söyleyenler bulunmaktadır.
Dördüncü Mecma: İran saltanat adamlarından şiir söyleyenler bulunmaktadır.
Beşinci Mecma: Türk ve İranlı saltanat adamlarının çocukları bulunmaktadır.
Altıncı Mecma: “Sâdât”dan olan şairler bulunmaktadır.
Yedinci Mecma: Türk şairleri bulunmaktadır.
Sekizinci Mecma: Çağdaş İran şairleri vardır.
Türk şairlerine ayrılan “Yedinci Mecma”da Fuzuli, Necâti, Bâki gibi tanınmış şairlere yer verilmiştir.
Mecma’u’l-Havâs, Abdu’r-rasûl Hayyâmpûr’un Farsça tercümesiyle birlikte Tebriz’de 1327 yılında basılmıştır. Yazma nüshaları vardır. Bu tezkirede 480 kadar şairin biyografisi verilmiştir. Sâdıki’nin eserlerinin sayısı ondan fazladır.

2. Riyâzu’ş-Şu’arâ

Riyâzu’ş-Şu’arâ, Riyazi Mehmed Efendi tarafından yazılmıştır. Değerli bir şair olan Riyazi, şer’i ilimlerde, hikmet ve riyaziyye’de de ad bırakmıştır. 
Eserleri: 1. Divân, 2. Sâkinâme (1052 beyit), 3. Riyâzu’ş-Şu’arâ, 4. Sahayifü’l-Letayif, 5. İlm-i Beyân hakkında risale, 6. Vefeyâtü’l-A’yân (İbnü Halikân) Tercümesi.
Riyâzi, tezkiresinin özelliklerini şöyle sıralamaktadır: “Özet olarak yazdım. Şairleri müteşairlerden ayırdım. Şairlerin divânlarını gözden geçirerek seçmeler yaptım. Tezkire sahiplerinin tarih bilgileri ve şiir anlayışlarıyla ilgili küçük örnekler verdim…” Riyâzi, şairler hakkında fazla övücü olmamış, tarafsız kalmaya çalışmıştır.
Riyâzi’ye göre şairler dörde ayrılır:
“İcâd-ı ma’nâda sâhib-i ihtirâ’ “ olanlar, yani yeni buluşları olan şairler
“Ma’nâ-yı mütekaddime bir ma’nâ zam edenler.” Eski manâya, bir buluşla yenisini katanlar
“Mukaddemâ bulunan bir manâyı hüsn-i ta’birle edâ edenler”, yani önceki bir buluşu daha güzel belirtenler, ifade etmesini bilenler
“Mukaddemâ bulunan ma’nâ-yı âharı intikal ettirenler”, yani önceki buluşa başka bir anlam verenler.
Riyâzi, eserini Birinci Ahmed’e sunmuştur. Riyâzu’ş-Şu’arâ, iki “Ravza”ya ayrılmıştır:
Birinci Ravza: Fatih (Avni), II. Bâyezid (Adli), Yavuz (Selim, Selimi), Kanuni (Muhibbi), II. Selim (Selimi), III. Murad (Murâdi), III.Mehmed (Adli),
İkinci Ravza: XV. yüzyıldan kendisine kadar gelen şairler, elifbâ sırasına göre dizilmişlerdir ki, bunlardan bazıları daha önceki tezkirelerde de bulunur. Tamamı 385 kadardır.
Riyâzu’ş-Şu’arâ basılmamıştır. Yazma nüshaları vardır.

3. Zübdetü’l-Eş’âr

Zübdetü’l-Eş’âr, Fâ’izi Seyyid Abdülhay tarafından yazılmıştır. 
Bir tezkireden ziyade antoloji mahiyetindedir. Fâ’izi, XV. yüzyılın ikinci yarısından kendi zamanına kadar yetişen şairleri elifbâ sırasına göre kitabına almış, kiminin yalnız ölüm tarihini kaydetmiş, kimisinin de eserlerinden örnekler vermiştir.
Fâ’izi, tezkiresinde, başkalarında olduğu gibi, şair padişah ve şehzadelere ayrı bir kısım ayırmamış, onları elifbâdaki yerlerine göre zikretmiştir. Eserde 385 kadar şairin ismi vardır. Zübdetü’l-Eş’âr, basılmamıştır. Yazma nüshaları kütüphanelerde bulunmaktadır.

4. Rızâ Tezkiresi

Seyyid Mehmed Rızâ tarafından yazılmıştır. Tezkiresinin başında Rızâ, o zamana kadar geçmiş padişahları ve 1599 tarihinden beri yetişen şairleri, kitabına alacağını yazar. Zamanının padişahı İbrahim’i 10 beyitlik bir mesnevi ile övdükten sonra, içinde bulunduğu yıllardan ve o devrin şairlerinden söz eder:
Rızâ da diğer tezkireciler gibi, şair padişahları öne almış, bunların dışındakileri ise elifbâ sırasına göre yazmıştır. Tezkiresini 1640’ta tamamlamıştır. “Cami’-i mazmûn” tamlaması, eserin bitişini belirtir. Rızâ, şairlerin hayatını kısaca yazmıştır.

5. Yümni Tezkiresi

Yümni Mehmed Salih tarafından yazılmıştır. Yümni, tezkiresini hazırlamaya başlamış, ancak bunu tamamlayamamıştır. Eserine 29 şairi kısaca yazmış ki bunların 13’ü Safâyi Tezkiresi’nde, 5’i de Şeyhi’nin Vekâyi’u’l-Fuzalâ’sında bulunmaktadır. Son olarak bu müsveddeler, Ali Emiri Efendi tarafından bulunup bir araya getirilmiştir. Yümni Tezkiresi’nin aldığı son şekil budur. Yümni Tezkiresi basılmamıştır. Yazma iki nüshası İstanbul Üniversitesi ve Ali Emiri (Millet) Kitaplıklarındadır. 

6. Zeyl-i Zübdetü’l-Eş’âr (Âsım Tezkiresi)

Seyrek-zâde Mehmed Âsım tarafından yazılmıştır. Âsım, tezkiresini, Fa’izi’nin Zübdetü’l-Eş’âr’ına “zeyl” olarak hazırlamıştır. Âsım Tezkiresi, Fa’izi’nin bıraktığı tarih olan 1620’den 1675’e kadar yetişen şairleri içine alır. Âsım, bu şairlerin adlarını elifbâya göre yazmış ve eserlerinden örnekler vermiştir. Zeyl-i Zübdetü’l-Eş’âr basılmamıştır.

7. Teşrifâtü’ş-Şu’arâ

Güfti Ali tarafından 1656 - 1660 yıllarında yazılmıştır. Manzumdur. Güfti’nin eserleri şunlardır: 1. Divân, 2. Teşrifâtü’ş-Şu’arâ, 3. Zafernâme, 4. Hilye, 5. Gamnâme, 6.Şâh u Derviş, 7.Zellenâme ve 113 rubai.
Teşrifâtü’ş-Şu’arâ, tezkirelerimiz arasında, manzum olmasından dolayı, kendine özgüdür. 2652 beyitlik bir mesnevidir. İçinde 106 şairin biyografisi vardır. Bu 106 şair elifbâ sırasına göre, tezkirede yerlerini alırlar.
Teşrifâtü’ş-Şu’arâ’nın dili hem ağır hem de laübâli ve müstehcendir. Güfti’nin diğer eserlerinin de dili ağır olmakla beraber Hilye’sinin nezih bir üslubu vardır. Ancak Divân’ında, Gamnâme ve Zelle-nâme’sinde müstehcenlikler bulunmaktadır. Teşrifâtü’ş-Şu’arâ’nın sonundaki Hikâyet-i Germâbe vü Mu’amele-i Dellâk Acem-i Seyyâh adlı 121 beyitlik mesnevisi de müstehcen mesnevileri arasındadır.
İyi bir tahsil gören Güfti Ali, müderrisliklerde ve kadılıklarda bulunmuştur. Görevli bulunduğu sırada tanıyıp dostluk ettiği ve ilmiye mesleğinden yetişen çağdaşı 106 şairi “açık ve müstehcen” kelimelerle târif ve tasvir etmiştir. Hayatını yazdığı şairlerin “zayıf” taraflarını bulup ortaya çıkarmıştır. Bu arada kendisini de unutmamıştır. Teşrifâtü’ş-Şu’arâ ile, XVII. yüzyıl şuarâTezkireleri tamamlanmaktadır. 
XVII. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde, nesirle çok mühim eserler yazılmıştır. Divân Edebiyatı, manzum hamseler yanında Nergisi’nin kaleminden mensur bir hamse kazanmıştır. Üslubu ve eserleriyle aynı nesrin kendinden evvelki temsilcisi Veysi’yi geride bıraktığı söylenebilir. Bu iki nesir yazarının elinde Türkçe, Arapça ve özellikle Farsça kelimelerin baskınına uğramış cümleler uzatıldıkça uzamış; kelimeler arasında şekli bağlantı önem kazanarak anlam kaybolmuştur.
XVII. yüzyılda Türkçeyi bu tıkanıklıktan kurtaran, Kâtib Çelebi’nin bilim yüklü eserleriyle Evliya Çelebi’nin Seyahat-nâme’sidir. Evliya Çelebi, gezip gördüğü, görüp ilgilendiği yerleri ve buralarla ilgili hadiseleri, başkalarına da duyurmak maksadıyla 10 ciltlik büyük bir hâtırât ve seyahat kitabı yazmıştır. Evliya Çelebi’nin Seyahat-nâme’sinde, hemen bütün imparatorluk coğrafyasına, Suriye, Irak, Mısır, İran, Kırım, Balkanlar, Macaristan, Almanya, Felemenk (Hollanda), İsveç, Lehistan (Polonya) ve Rusya gibi çok çeşitli ülke ve memleketlere ait geniş bilgi vardır. Türk nesri, Evliya Çelebi’nin kalemiyle sevilmiş ve okunur hale gelmiştir.
XVII. yüzyılda Nergisi, mensur hamsesiyle bu vadiye bir yenilik getirirken, Nev’i-zâde Atâi önceki yüzyıllarda kurulan mesnevi Nazım şekliyle manzum hamse yazma geleneğini devam ettirmiştir.
Bu yüzyılın başlarında, Gani-zâde Nadiri’nin Şeh-nâme’si, yüzyılın sonlarında ise Nâbi’nin Hayriyye Hayr-âbâd ve Sûr-nâme’si çok sevilmiş, okunmuş ve örnek alınmıştır. XVIII. yüzyıla girerken Sâbit’in de mesnevi sâhasında önemli bir yeri vardır.
XVII. yüzyıl, Türk edebiyatının hemen her dalında olduğu gibi şiirde de en gelişmiş yüzyılıdır. Bu yüzyıl şairlerinin üslubu genel olarak ince ve naziktir. Yabancı kelimeler ve uzun tamlamalar çok kullanılmıştır. Sözün güzelliği yanında anlamda derinlik ve hayallerde genişlik aranmıştır. Mübalağa, tezâd ve Telmih en çok kullanılan edebi sanatlardır. Tasavvuf, şiirlerin çoğunun başlıca konusudur. Şairler şiirlerini kısaltmayı ve söylemek istediklerini kısa ve anlamca dolgun sözlerle anlatmaya özen göstermişlerdir. Bu özellikler, XVII. yüzyıl edebiyatına büyük tesirleri olan ve şairlerin birçoğu tarafından kullanılan Sebk-i Hindi’nin özellikleridir.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

sponsor reklamı

SPONSOR REKLAMI

derskonumesnk