Edebiyat tarihi, medeniyet tarihinin
en önemli kısmıdır. Bir milletin uzun asırlar esnasında geçirdiği fikrî ve
hissî gelişmeyi belirten bütün kalem ürünlerini inceleme ile onun manevi
hayatını, gerçekte olduğu gibi tasvire çalışır.
Edebiyat, toplumun bir kurumu
olmasından dolayı, kendisini meydana getiren toplumun diğer kurumlarıyla bağlı
ve onlarla ahenklidir. Hakikaten, bir milletin coğrafi çevresiyle, sonra
iktisadi, dinî, hukuki, ahlâkî, bedii, siyasi hayatıyla edebiyatı arasındaki
bağlantılar çok açıktır.
Edebiyat tarihi, bir ulusun
yüzyıllarca meydana getirdiği edebî eserleri inceleyerek geçirdiği dönemleri
kronolojik bir sıra içinde inceleyen bilim dalıdır.
Edebiyat tarihi, edebî eserlerle o
eserleri yaratanları sosyal çevresi ile beraber inceler. Böylece geçmiş
dönemlerde yaşayan atalarımızın duygu, düşünce ve sanat anlayışları hakkında
bize bilgi aktarır. Bu konuda edebiyat tarihçisi Agâh Sırrı Levent, günümüz
edebiyat tarihçisinin görevini şöyle anlatır: "Bugün gittikçe zenginleşen
kültür dünyasında edebiyatın ufku genişlemiş, edebiyat tarihi de ağır görevler
yüklenmiştir. Çağdaş edebiyat tarihçisi, şairleri unutulmaktan kurtarmak ya da
eski zevkleri hikâye etmek için eserini yazmıyor. Sadece bilgi vermeyi de
yeterli bulmuyor; incelemek, araştırmak, derinlere inmek, insanlığın gidişini,
tarihini yazdığı ulusun dünya anlayışını kavrayıcı bir genişlikte yansıtmak
istiyor. Edebiyat tarihi bunu yaptığı oranda görevini yapmış sayılır."
Bir başka deyişle edebiyat tarihi bir
toplumun edebiyatının işlediği yolu ve geçirdiği dönemleri anlatan, edebiyat
hayatını bütün olarak değerlendiren bir bilim dalıdır.
Edebiyat tarihi aracılığıyla değişik
çağlardaki kültür birikimimizi tanırız.
Toplumların düşünce yapılarını, dünya
görüşlerini öğreniriz. Bütün bu bilgiler bir edebiyat eserinin
değerlendirilmesinde bize yol gösterir.
TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERE AYRILMASINDAKİ
ÖLÇÜTLER
Edebiyatımız, hiçbir yazılı belge
bulamadığımız çok eski dönemlerde başlamış ve birbirinden farklı kollar halinde
gelişmek suretiyle günümüze kadar süregelmiştir. Başlangıcından günümüze kadar
aynı milli ruhun, edebiyatımızın bütün dönemlerinde hiç değişmeyen ve amacı
belirleyen bir çizgi olarak varlığını hissettirdiğini görüyoruz. Ancak bu milli
çizgiye onu zenginleştiren birbirinden farklı motiflerin de eklendiğini
söylemeliyiz. Edebiyatımızın hangi medeniyetin veya hangi edebiyatların
tesirine girdiğini, hangi amaçlara hizmet ettiğini ve toplumdaki hangi sosyal
sınıflar tarafından temsil edildiğini bu farklılıklara bakarak anlıyoruz.
Ayrıca edebi eserlerde kullanılan kelimelerin yapılarına, çekimlerine ve ses
özelliklerine bakarak hangi dil coğrafyasına ait olduğunu belirtiyoruz.
Dünyada başka milletlerin
edebiyatlarında da, ana çizgi değişmemekle beraber, farklı edebi dönemler
yaşandığı görülmektedir. Fakat bunların pek azı bizim edebiyatımız kadar
çeşitlilik arz etmektedir. Tabii ki bunun en önemli sebebi Türk boylarının
dünya üzerinde çeşitli coğrafi bölgelere dağılarak ayrı topluluklar halinde ve
ayrı devletler kurarak yaşamalarıdır. Bu durum, birtakım kültürel
farklılıkları, farklı lehçe ve şivelerin oluşumunu, farklı medeniyetlerden
etkilenmeyi ve farklı edebiyatlara sahip olmayı beraberinde getirmiştir.
Biz de edebiyatımızı tarihi gelişimi
içerisinde devirlere ayırarak her birini kendi özelliklerine göre incelemek
durumundayız.
Türk Edebiyatının dönemlere
ayrılmasında;
-Dil anlayışı
-Dini hayat
-Kültürel farklılaşma
-Sanat anlayışı
-Coğrafya değişimi
-Lehçe ve şive ayrılıkları etkili
olmuştur.
İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK EDEBİYATI
İslamiyet’ten önceki Türk edebiyatını
genel olarak iki ana başlık altında inceleyebiliriz:
1.
Sözlü Edebiyat
Sözlü Edebiyat, Türklerin henüz yazıyı
kullanmadıkları dönemdeki edebiyattır. Bu dönem edebiyatı sözlü olarak
üretilmiş ve kulaktan kulağa yayılarak varlığını sürdürmüştür. Bu dönemde
edebiyatımızı Şamanizm, Manihaizm, Budizm gibi dinler etkilemiştir. İslamiyet
öncesi Türk edebiyatı, M.Ö. 4000′li 3000′li yıllardan başlayarak Türklerin İslamiyet’i
kabul ettiği XI. yüzyıl ortalarına kadar sürer. Bu uzun dönemin Köktürklere ait
yazılı anıtların ortaya konduğu M.S. VI. yüzyıla kadar olan bölümü sözlü
edebiyat dönemi olarak adlandırılır.
Bilindiği gibi söz yazıdan öncedir.
Böyle olunca da yazılı edebiyat ürünlerinden önce, sözlü edebiyat ürünlerinin
oluştuğu ortadadır. Bütün ulusların edebiyatında olduğu gibi Türklerin
edebiyatında da sözlü edebiyatın doğuşu dinsel temellere dayanır. Sözlü
edebiyat ürünleri, daha yazının bulunmadığı dönemlerde, dinsel törenlerde
üretilmeye başlanmış, kuşaktan kuşağa aktarılarak yaşatılmıştır.
Edebiyat türleri içinde ilk doğan tür
olan şiir, sözlü edebiyatın anlatımında önemli bir rol oynar. İslamiyet öncesi
Türk edebiyatında da şiirin önemli bir yeri vardır.
Sözlü
Dönemin Özellikleri
1. “Kopuz” adı
verilen sazla dile getirilmiştir.
2. Ölçü olarak
ulusal ölçümüz olan “hece ölçüsü” kullanılmıştır.
3. Nazım birimi
“dörtlük“tür.
4. Dönemine göre
arı bir dili vardır.
5. Dizelere
genel olarak yarım uyak hâkimdir.
6. Daha çok
doğa, aşk ve ölüm konuları işlenmiştir.
7. Bu döneme
yönelik elimizdeki en eski kaynak Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk”
adlı eseridir.
Dönemin
Ürünleri
1.
Koşuk:
Sığır denilen sürek avlarında söylenen şiirlerdir. Konusu daha çok doğa, aşk,
savaş ve yiğitliktir. Bu tür daha sonra halk edebiyatında koşma adıyla
anılmıştır.
2.
Sav:
Dönemin özlü sözleridir. Bugünkü atasözlerinin ilk biçimi niteliğindedir.
3.
Sagu:
“Yuğ” adı verilen ölüm törenlerinde ölen kişinin erdemlerini ve onun ölümünden
duyulan hüznü dile getiren şiirlerdir.
4.
Destan:
Toplumu derinden etkileyen olaylar sonucunda halk arasında kendiliğinden oluşan
uzun nazım türüdür.
Eski
Türk Şiiri
İslamiyet öncesi Türk şiiri hece
ölçüsüyle yazılmıştır. Yedili, sekizli, on ikili ölçülere çok rastlanır. Kafiye
önemlidir, dize başlarında da kafiye yapılır. Nazım birimi dörtlüktür.
İslamiyet öncesi Türk şiirinin dili Öz Türkçedir. Şiirler, Türklerin o çağdaki
dünya görüşlerini, yaşantılarını, duygularını, düşüncelerini doğal bir dille
anlatırlar. Şiirlerde doğa, aşk, kahramanlık, cesaret, binicilik, at sevgisi,
askerlik, ölüm en çok işlenen konulardır. Çin kaynaklarında M.Ö. II. yüzyıla
ait eski Türk şiir çevirilerine rastlanmaktadır.
İlk
Türk Şairleri
İslamiyet öncesindeki Türklerde
şairlere baksı, kam, ozan gibi adlar verilirdi. Kaşgarlı Mahmud’un Divânü
Lûgati’t Türk adlı eserinde ve Turfan kazılarında ele geçirilen metinlerde
adlarına ve şiirlerine rastlanan ilk Türk şairleri Aprın Çor Tigin, Çuçu,
Ki-ki, Kül Tarkan, Asıg Tutung, Pratyaya Şiri, Kalun Kayşı, Çisuya Tutung’dur.
İlk
Türk Şiiri
İslamiyet öncesi Türk şiirinin, şairi
bilinen ilk örneklerini Uygurlarda bulmaktayız. Aprın Çor Tigin’in yazdığı “Bir
Aşk Şiiri” adlı şiir ilk Türk şiiridir.
Destan
(Epope)
Destanlar ulusların yazı öncesi çağlarında
oluşmuş olağanüstü olaylarla, doğaüstü kahramanlarla ve kahramanlıklarla yüklü,
öyküleyici özellikler taşıyan uzun şiirlerdir. Destanlar, eski çağlarda ezgiye
eşlik etmeye en uygun biçimde, çoğunlukla nazımla düzenlenmiştir. Epik şiirin
en güzel örnekleri olan destanlarda olağanüstü olayların, doğaüstü
kahramanların, tanrıların savaşlarının yanı sıra; eski çağ insanlarının
inanışları, yaratılış ve varoluş konusundaki düşünceleri; ulusların özlemleri
ve düşleri de dile getirilir. Destanlar insanların olayları dinleme ve anlatma
gereksiniminden dolayı kuşaktan kuşağa yayılmıştır.
Destanların
Doğuşu
İnsanlar ilk çağlarda toplum ve doğa
olaylarını anlamakta güçlük çektiler. Her olay onlara önce Tanrıyı düşündürdü:
Gök gürlemesi Tanrının hiddetiydi. Yıldırımlar, kasırgalar, susuzluklar
Tanrının insanlara verdiği cezalardı. İnsanlar her doğa olayını korkuyla
karışık bir hayranlıkla izledi.
Zengin bir hayal dünyası olan ilk
insanlar, önemli gördükleri her olayı, olağanüstü olay ve hayallerle süsleyerek
birbirlerine anlattılar. Yeni olaylarla zenginleşen destanlar, halk arasında
yayılarak ortak bir eser haline geldi. Destanları anlatan her yeni ağız
destanlara yalnız bir olay değil, dil ve söyleyiş güzelliği de kattı.
Destanlar, başlangıçta manzum oldukları, ezgiyle söylendikleri için halk
dilinde uzun süre yaşayabildi.
Destanlar, birçok doğa olayının çözüme
ulaştığı dönemlerde bile yer yer önemini koruyarak köklü bir destan geleneğinin
oluşmasını sağlamıştır. Zamanla, destan gelenekleri zenginleşen ulusların,
destan şairleri yetişmiştir.
Sözlü
dönem destanlarının özellikleri
1. Toplumun
ortak görüşleri yansıtılmıştır.
2. Olağanüstü
özellikler bulunmaktadır.
3. Önemli
kişiler han, kral gibi seçkin kişilerden veya toplumun kabullendiği bir
kahramandan ibarettir.
4. Söyleyiş
milli dil tarzındadır.
5. Oldukça uzun
yazılardır.
6. Milli nazım
ölçüsü kullanılmıştır.
7. Konuları
bakımından savaş, deprem, yangın, mizah, ünlü kişilerin yaşamları şeklinde
gruplandırma yapmak mümkündür.
Türk
Destanları
Bir ulusun destan sahibi olabilmesi
için:
• O ulusun halkının hayal gücünün en
eski çağlarda bile, efsaneler, destanlar yaratmaya elverişli olması,
• O ulusun tarihinde unutulmaz doğa
olayları, büyük savaşlar, güçler, baskınlar, değişik coğrafi çevrelere
dağılmalar gibi halkının gönlünde ve kafasında nesiller boyu yaşayacak önemli
olayların yaşanmış olması gerekir.
Ne yazık ki, Türk destanlarının asıl
metinleri elimizde değildir. Çok zengin olduğu bilinen Türk destanları ile
ilgili bilgiler Arap, İran ve Çin kaynaklarından elde edilmektedir.
Türk destanlarının bir kısmı Türk ve
yabancı araştırmacılar tarafından halk ağzından derlenmiştir. Bir kısmına Arap,
İran ve Çin kaynaklarında rastlanmaktadır. Bir kısmına Batılı kaynaklarda
rastlanırken bir kısmı da Türk aydın ve yazarları tarafından çeşitli
dönemlerde, çeşitli nedenlerle, çeşitli dil ve yazılarla kaleme alınmıştır.
Destanlarımızın büyük bir kısmı yazıya oldukça geç geçirilmiş, sözlü
edebiyattaki şekliyle de tamamen yazıya aktarılamamışlardır. Ancak yüzyıllar içinde
yaşayıp yeni olaylarla zenginleşmiş Türkün duygu, düşünce ve anılarıyla değer
kazanmışlardır. Araştırmacılar Eski İran ve Yunan destanları ile Türk
destanları arasındaki benzerliklere dikkat çekerler. Destan devri yaşayan
uluslar arasındaki bu tür alışverişler doğaldır.
Bütün dünya edebiyatlarında olduğu
gibi Türk Edebiyatının da ilk örnekleri destanlardır. Türk edebiyat geleneği
içinde “destan” terimi birden fazla nazım şekli ve türü için kullanılmış ve
kullanılmaktadır.
Eski Türk Edebiyatı nazım şekillerinden
mesnevilerin bir bölümü ve manzum hikâyeler, Anonim edebiyatta ve Âşık
edebiyatında koşma veya mâni dörtlükleri ile yazılan veya söylenen ferdî,
sosyal, tarihi, acıklı veya gülünç olayları tahkiye tekniği ile çeşitli
üslûplarla aktaran nazım türüne ve bu yazıda ele alınan kâinatın, insanlığın,
milletlerin yaradılışını, gelişimini, hayatta kalma mücadelelerini ve çeşitli
olay ve nesnelerle ilgili sebep açıklayan ve Batı Edebiyatında “epope”
terimiyle anılan eserlerin tamamı da Türk edebiyatı geleneği içinde “destan”
adı ile anılmaktadır.
Bütün dünya edebiyatlarının başlangıç
eserleri olan destanlar, çeşitli konularda yaradılış hikâyeleri yanında,
milletlerin hayatında büyük yankılar uyandırmış bir kahramanın veya tarih
olayının millet muhayyilesinde ortak sembol ve ifadelerle zenginleştirilmiş
uzun manzum hikâyeleridir.
Destanlar bütün bir milletin ortak
mücadelesini ortak değerler, kurallar, anlamlar bütünlüğü içinde yorumladığı ve
yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil ettiği için dünya
edebiyatının en Türkçü eserleri olarak kabul edilirler.
Destanlar her zaman tarihî gerçekleri
doğru biçimde nakletmezler. Destanlarda tarihi olay ve kahramanlar milletin
ortak bilinçaltının, vicdanının istek, beklenti, doğruları ve değerleri ile idealleştirilir.
Eski hatıralarla birleştirilerek tarihî gerçekmiş gibi anlatılırlar. Her
milletin millî kimlik ve nitelikleri, ortak dünya görüşü, hatıra ve
beklentileri yanında kusurları ve yanlışları da destanlarına yansır.
Cihangirlik tutkusu, kuvvet, binicilik
ve savaşçılık yanında verdiği sözde durma, acizlere ve mağluplara hoşgörü ile
yaklaşma, yardımcı olma Türk destanlarında dile getirilen ortak değer ve
kabullerdir.
Türk destanları, kâinatın, insanın,
kadının ve erkeğin yaradılışı, Türk milletinin doğuşu, çeşitli Türk
devletlerinin kuruluş gelişme, çöküşleri, zafer ve yenilgileri gibi konularla
beraber pek çok sebep açıklayıcı efsaneyi de içinde barındırır.
İlk örneklerinin manzum olduğu kabul
edilen Türk destanlarından Kırgız Türkleri arasında yaşayan Manas destanı
dışında bütünüyle günümüze gelebilen örnek bulunmamaktadır.
Diğer Türk destanları çeşitli
kaynaklarda özet, epizot, hatıra, kısaltılmış seçme metinler halinde
bulunmaktadır. Türk tarihine ana hatlarıyla bakıldığında Türk hayatı fetihlerle
başlamış ve yeni toprakları yurt edinerek gelişmiştir. İlk anayurt olan Orta
Asya hiç bir zaman terk edilmemiştir. Türk halkları ilk anayurt olan Orta
Asya’dan itibaren dünya coğrafyası üzerinde geniş alana yayılmış ve bugün yedi
Türk cumhuriyetinde, pek çok özerk toplulukta ve çeşitli devletlerin idaresinde
azınlık halinde yaşamaktadır.
Türk kültürü de tarih ve coğrafyadaki
çok boyutluluğa paralel olarak çeşitlenmiş farklı seviye ve birikimlerle
zenginleşerek ve farklılaşarak ancak ilk kaynaktan gelen ortaklıklarını
sürdürerek günümüze ulaşmıştır. Bu sebeple Türk destanları da tarihî ve coğrafî
çok boyutluluğun getirdiği dil ve kültür dairelerine paralel olarak
çeşitlenmiştir.
İlk
Türk Destanları
1. Altay - Yakut Dönemi
a. Yaradılış Destanı
2. Sakalar Dönemi
a. Alp Er Tunga Destanı
b. Şu Destanı
3. Hun Dönemi
a. Oğuz Kağan Destanı
4. Gök Türk Dönemi
a. Bozkurt Destanı
b. Ergenekon Destanı
5. Uygur Dönemi
a. Türeyiş Destanı
b. Göç Destanı
İslamiyet’in
Kabulünden Sonraki Türk Destanları
1. Karahanlı Dönemi | Satuk Buğra Han
Destanı
2. Kazak - Kırgız Kültür Dâiresi |
Manas Destanı
3. Türk-Moğol Kültür Dâiresi |
Cengiz-name Destanı
4. Tatar - Kırım | Timur ve Edige
Destanları
5. Selçuklu - Beylikler ve Osmanlı
Dönemleri Destanları
a. Seyid Battal Gazi Destanı
b. Danişmend Gazi Destanı
c. Köroğlu Destanı
Destan
Kültürünün Önemi
Destanlar; tarih, düşünce ve sanat
bakımından büyük değer taşırlar. Tarihi aydınlatır, düşünce ve sanata kaynak
oluştururlar. Bilimsel tarih araştırmaları yanında, tarihi olaylar karşısında
halkın duygu ve düşüncelerini yansıtırlar.
Destan kahramanlarının doğaüstü
özellikler göstermesi, olayların olağanüstülüklerle anlatılması destanların
gerçeklerden uzak olduğunu göstermez. Destanlar, anlatımlarındaki olağanüstü
özellikler ayıklandığında ulusların tarihini aydınlatan en önemli kaynaklardır.
Yüzyıllar boyunca Türklerin duyuş, düşünüş, inanış ve hayallerini; güzel
sanatlarını; aşk, aile, vatan, ulus ve devlet anlayışlarını Türk destanlarında
görebiliriz.
Sav
Sav, İslamiyet öncesi Türk
edebiyatında atasözünün karşılığıdır. Bir düşünceyi, bir deneyimi, bir öğüdü,
en az sözcükle kısaca anlatan kalıplardır. Biçim olarak bir düz yazı tümcesi
veya bir şiir dizesi gibi olabilirler. İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait
savların kimileri küçük ses değişiklikleriyle, Türkçede bugün de yaşamaktadır.
İslamiyet öncesi Türk edebiyatına ait
en güzel savları XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud’un yazdığı Divânü Lûgati’t Türk
adlı eserde görüyoruz.
Örnekler
1. Aç ne yimes, tok ne times.
2. Alın arslan tutar, küçin sıçgan
tutmas.
3. Bir karga birle kış kelmes.
4. Böri koşnısın yimes.
5. Ermegüke bulıt yük bolır.
6. Efdeki buzagı öküz bolmas.
7. İt ısırmaz, at tepmes time.
8. Tag taga kavuşmas, kiş kişike
kavuşur.
9. Yılan kendi egrisin bilmes, tefi
boynın eğritir.
10. Kanıg kan bile yumas.
Günümüz Türkçesiyle
1. Aç ne yemez, tok ne demez.
2. Al (Hile) ile aslan tutulur, güç
ile sıçan tutulmaz.
3. Bir karga ile kış gelmez.
4. Kurt komşusunu yemez.
5. Tembele bulut yük olur.
6. Evdeki buzağı öküz olmaz.
7. İt ısırmaz, at tepmez deme.
8. Dağ dağa kavuşmaz, kişi kişiye
kavuşur.
9. Yılan kendi eğrisini bilmez, deve boynun
eğri der.
10. Kanı kanla yıkamazlar.
Sagu
Sagular da savlar gibi eski Türklerin
yaşam biçimlerinden doğan sözlü ürünlerdir. Eski Türklerde sevilen, sayılan bir
kişinin ölümünden sonra düzenlenen cenaze törenine “yuğ töreni”, bu törenlerde
söylenen şiirlere “sagu” adı. Ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri,
değerini anlatan, ölümünden doğan acıyı dile getiren bu şiirler bir tür
ağıttır. Destan özelliği de gösteren sagularda geniş doğa tasvirlerine
rastlanır.
Aşağıda Alp Er Tunga’nın ölümü üzerine
duyulan acıyı dile getiren “Alp Er Tunga Sagusu”nu okuyacaksınız. Alp Er Tunga
Sagusu XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından halk ağzından derlenmiştir.
Alp
Er Tunga Sagusu
Alp Er Tonga öldi mü
İsiz ajun kaldı mu
Ödlek öçin aldı mu
Emdi yürek yırtılur
Ödlek yarag közetti
Ogrı tuzak uzattı
Begler begin azıttı
Kaçsa kah kurtulur
Ulşıp eren börleyü
Yırtıp yaka urlayu
Sıkrıp üni yurlayu
Sıgtap közi örtülür
Ödlek arıg kevredi
Yunçıg yavuz tavradı
Erdem yeme savradı
Ajun begi çertilür
Bilge bögü yunçıdı
Ajun atı yençidi
Erdem eti tmçıdı
Yerge tegip sürtülür
Günümüz Türkçesiyle
Alp Er Tonga öldü mü,
Kötü dünya kaldı mı,
Zaman öcün aldı mı
Artık yürek yırtılır.
Felek fırsat gözetti,
Gizli tuzak uzattı,
Beyler beyin şaşırttı;
Kaçsa nasıl kurtulur?
Uludu erler kurtça,
Bağırıp yırttılar yaka,
Çığırdılar ıslıkla,
Yaştan gözler örtülür.
Zamane hep bozuldu,
Zayıf tembel güçlendi,
Erdem yine azaldı,
Acun beyi yok olur.
Bilge bilgin yoksul oldu,
Acun atı azgın oldu,
Erdem eti çürük oldu,
Yere değip sürtülür.
Koşuk
Eski Türkler totemlerinin etini
yemezlerdi. Yılda bir kez, belli dönemlerde, “sığır töreni” adı verilen kutsal
av törenlerinde onu kurban ederek yerlerdi. “Şölen” adı verilen bu toplu
ziyafetlerde ve yengi ile biten savaşlar sonunda, tüm boyların erkekleri bir
araya gelerek eğlenirdi. Bu eğlencelerde söylenen çoklukla aşk, doğa ve
yiğitlik konularını işleyen şiirlere “koşuk” adı verilir. Genellikle kendi
başına bütünlüğü olan dört dizeli bentlerden oluşan koşuklar manilere ve
koşmalara kaynak olmuştur.
İslamiyet öncesi Türk edebiyatının
sözlü ürünleri olan destanların, savların, saguların ve koşukların kimileri
zaman içinde yitip gitmiştir. Bu ürünler kuşkusuz eski çağlarda Türkler
arasında toplumsal bilinci yaratan ve birliği, beraberliği, barışı sağlayan en
önemli etmenlerdi. Eski Türklerde kam, kaman, baksı, şaman yerini tutan
ozanlar; raks ve müzik ustalıkları gibi büyücü ve doktor görevini de
üstlenmişlerdir. Törenlerde raks ederken sazlarıyla da destan parçaları, sav,
sagu, koşuk okuyarak kötü ruhları da büyüleriyle engellemeye çalışır, hastaları
sağaltma görevi de üstlenirlerdi.
Koşuk
Öpkem kelip ogradım
Arslanlayu kökredim
Alplar başın togradım
Emdi meni kim tutar
Kanı akıp yoşuldu
Kabı kamug deşildi
Ölüg birle koşuldu
Togmuş küni uş batar
Kaklar kamug kölerdi
Taglar başı ilerdi
Ajun tını yılırdı
Tütü çeçek çerkeşür
Etil suwı aka turur
Kaya tübi kaka turur
Balık telim baka turur
Kölün takı küşerür
Günümüz Türkçesiyle
Öfkelenip dışarı çıktım
Arslan gibi kükredim
Yiğitler başını doğradım
Şimdi beni kim tutabilir.
Kanı akıp boşandı
Derisi baştan başa deşildi
Ölülerle bir oldu
Doğan güneş işte batıyor
Kuru yerler hep gülerdi
Dağbaşları göründü
Dünyanın soluğu ılındı
Türlü çiçekler sıralandı
İtil suyu akar durur
Kaya dibini oyar durur
Bütün balıklar baka durur
Gölü bile taşırırlar
Sözlü
Edebiyat Dönemi Özet Anlatımı
Bütün uluslarda olduğu gibi Türklerde
de yazı kullanılmadan önce “sözlü” bir edebiyat vardı. Sözlü edebiyatta şiir
önemli bir yer tutar. Eski çağlarda doğa olaylarının, savaşların, kahramanların
anlatıldığı kuşaktan kuşağa geçerek şairlerin dilinde epik şiirin en güzel
örneklerini oluşturdu. Çoğunlukla toplumun kurtarıcısı ve öncüsü sayılan
kişileri yücelten kutsallaştıran bu öykü şiirlere “destan” adı verilir.
Eski Türklerde bir düşünceyi, bir
deneyimi, bir öğüdü kısaca anlatan sözlere “sav” adı verilir. Savlar bugünkü
atasözlerinin temelidir. “Yuğ töreni” eski Türklerde sevilen, sayılan kişiler
için düzenlenen cenaze törenlerine verilen addır. Bu törenlerde ölen kişinin
yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden duyulan acıyı dile
getiren şiirler söylenirdi. Bir tür ağıt olan bu şiirlere eski Türkler “sagu”
adını verirlerdi.
Eski Türklerde birlik ve beraberliği
sağlamak çok önemlidir. Şölenlerde, toylarda, üstünlükle biten savaş sonlarında
halkı heyecana getirmek için okunan şiirlere “koşuk” adı verilir. Çok zengin
olduğu bilinen Türk destanlarıyla ilgili bilgiler Arap, Fars ve Çin
kaynaklarından elde edilmektedir. Halk ağzından derlenen birbirinden güzel sav,
sagu ve koşuklar ise XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan Divânü
Lûgati’t Türk adlı yapıtta görülmektedir.
2.
Yazılı Edebiyat
İslamiyet
Öncesi Yazılı Türk Edebiyatı
Yazılı Edebiyat, Türkler arasında
yazının kullanıldığı devirlerde başlayan bir edebiyattır. Eldeki en eski
ürünler 5. ve 6. yüzyıllarda yazıldığı tahmin edilen Yenisey Krıgızlarına ait
balbal ‘adı verilen mezar taşlarıdır. Ancak bu yazıtlr, adlar ve birkaç
sözcükten oluşan Türkçe sözlerden ibarettir. Bu yazıtlardaki alfabe daha
sonraki dönemlerde kullanılan Göktürk alfabesine göre ilkel bir nitelik taşır.
Yazılı edebiyata ait en önemli
örnekler 8.yüzyılda dikilen ve günümüze dek ulaşan GökTürk Kitabeleri’dir. Bu
yazıtlara bugün Moğolistan’da bulunan GökTürk Kitabeleri, Orhun Irmağı’nın eski
yatağı üzerinde bulunduğu için Orhun Yazıtları (Anıtları/Kitabeleri) denmiştir.
GökTürk Kitabeleri’de Yenisey Yazıtları gibi dikili taşlar üzerine Göktürk
alfabesiyle yazılmıştır.
Yazıtlarda Doğu Göktürklerin
tarihinden, komşularıyla olan ilişkilerinden savaşlarından ve yönetiminden söz
etmektedir. Canlı bir söylev dili ve üslubu vardır. Bu yazıtlar, Türk dili
tarihi açısından önemli belge niteliği taşır.
Yazılı
Dönem Ürünleri
*
Orhun kitabeleri
*
Uygur Metinleri
Orhun kitabeleri: Çinlilere karşı
bağımsızlık savaşı yapan, Türk bütünlüğünü yeniden kurmak için içte ve dışta
savaşan Köktürklerin hikâyesi anlatılır bu yazıtlarda. Bu abideler 38 harfli
olan Köktürk alfabesiyle yazılmıştır. Bunlardan en önemli olanları 3 tanedir.
1.
Bilge Tonyukuk Yazıtı: Dört bakana vezirlik etmiş olan Tonyukuk
tarafından yazılmıştır. Daha çok Çinlilerle yapılan savaşlar anlatılmaktadır.
2.
Kül Tiğin Yazıtı:
Köktürk hakanı Bilge Kağan’ın kardeşi Kül Tiğin’in ölümü üzerine Bilge Kağan
tarafından dikilmiştir.
3.
Bilge Kağan Yazıtı: Göktürk
hakanı Bilge Kağan’ın ölümünden sonra yazdırılmış bir abidedir. Son iki yazar
daha çok dönemin olaylarından, törelerden ve Bilge Kağan’ın ulusuna dilediği
iyi dileklerden söz eder.
“Türk adının geçtiği ilk yazılı belge
ve Türk Edebiyatı’nın ilk yazılı örnekleri olan Köktürk abidelerinde yazılar
Prof. Thomsen ve Radloff tarafından okunmuştur.
(Prof.
Dr. Muharrem Ergin’in “Orhun Abideleri” adlı kitabının ön sözünden)
“Türk adının, Türk milletinin isminin
geçtiği ilk Türkçe metin. İlk Türk tarihi. Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk
devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması. Devlet ve
milletin karşılıklı vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk
medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası. Türk askeri dehasının,
Türk askerlik san’a-tının esasları. Türk gururun ilâhi yüksekliği. Türk feragat
ve faziletinin büyük örneği. Türk içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk
edebiyatının ilk şaheseri. Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri.
Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı
numunesi. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir kavmi bir millet yapabilecek
eser. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık. Türk dilinin mübarek
kaynağı. Türk yazı dilinin ilk, fakat harikulade işlek örneği. Türk yazı
dilinin başlangıcını milâdın ilk asırlarına çıkartan delil. Türk ordusunun
kuruluşunu en az 1250 sene öteye götüren vesika. Türklüğün en büyük iftihar
vesilesi olan eser. İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar
taşlarıdır. Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250
sene evvelki Türk ikazı. vs.
Orhun Abideleri, bu Türk hanedanının Bilge
Kağan devrinin mahsulleridir. Birincisi olan Kül Tigin abidesini ağabeyisi
Bilge Kağan 732′de diktirmiş, ikincisi olan Bilge Kağan âbidesini de ölümünden
bir yıl sonra 735′te kendi oğlu olan kağan diktirmiştir. Üçüncü olarak verilen
Tonyukuk âbidesi ise 720-725 senelerinde kendisi tarafından dikilmiştir. Orhun
civarında Orhun yazısı ile yazılı daha başka kitabeler de bulunmuştur. Belli
başlıları altı tanedir. Fakat bunların en büyükleri ve mühimleri bu üç
tanesidir.
Orhun Abidelerine Orhun kitabeleri de
denir. Şüphesiz bunlar kitabedir. Fakat hem maddî bakımdan, hem manevi bakımdan
bu kitabeler söz götürmez birer abidedirler. Muhtevaları gibi heybetli yapıları
da Abide hüviyetindedir. Onun için bunları ifade eden en iyi isim Orhun Abideleri
tabiridir.”
Uygur
Dönemi Eserleri:
Köktürk devletinin yıkılmasından sonra kurulan Uygur hanlıklarından kalma
eserlerdir. Daha çok Buddha ve Mani dininin esaslarını anlatan metinlerdir.
Bunlar turfan yöresinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Uygurların
kâğıda kitap basma tekniğini bildikleri anlaşılmaktadır. Dönemden kalma birçok
hikâyenin yanında *”kökünç” denilen bir ilkel tiyatro eserleri de vardır.
Uygurlar bu eserleri 14 harfli Uygur alfabesiyle yazmışlardır.
İSLAMİ DÖNEMDE İLK DİL VE EDEBİYAT
ÜRÜNLERİ (XI.-XII. yy)
Türkler onuncu yüzyıldan itibaren
kitleler halinde İslamiyet'i kabul etmeye başlamışlardır. İslam kültürünün
etkisiyle yavaşa yavaş yeni bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Kendine özgü
nitelikleri ve kurallarıyla "Divan Edebiyatı" adını verdiğimiz
dönemin oluşumu 13. yüzyıla kadar gelir. Daha sonra bu edebiyat anlayışı
19.yüzyıla kadar etkin bir şekilde varlığını sürdürür.
Diğer yandan, İslamiyet'ten önceki
"Sözlü Edebiyat Dönemi", İslam kültürünün etkisiyle içeriğinde küçük
değişimlere uğrayarak "Halk Edebiyatı" adıyla gelişimini sürdürür.
Yani, bir anlamda "Halk Edebiyatı" dediğimiz edebiyat, İslamiyet'ten
önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı altındaki yeni biçimlenişidir. Oysa
"Divan Edebiyatı" tamamen dinin etkisiyle şekillenmiş bir
edebiyattır.
Türklerin Müslüman olduğunu kabul
ettiğimiz 10.yüzyılla, Divan edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilen 13.
yüzyıl arasında İslamiyet'in etkisi altında verilmiş olan, bir anlamda geçiş
dönemi ürünlerimiz sayılan eserler yer almaktadır.
İLK
İSLAMİ ÜRÜNLER
KUTADGU
BİLİG:
Kutadgu Bilig, Türk dilinin en temel
eserlerinden ve Türk dili araştırmalarının en mühim kaynaklarındandır. İslâmî
Türk edebiyatının adı bilinen ilk şair ve düşünürü Balasagun'lu Yusuf Has Hacib
tarafından kaleme alınmıştır.
Eserini Balasagun'da yazmaya başlayan
Yusuf, 1068 yılında memleketinden ayrılarak Doğu Karahanlı Devleti'nin merkezi
olan Kaşgar'a gitmiş ve eserini 18 ay sonra, 1069 (Hicrî 462) yılında burada
tamamlamıştır. Kitabını bitirince bunu, Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han'a
sunmuş, Han da eseri çok beğendiği için Yusuf'u, takdiren "Hâs Hâcib (Ulug
Hâcib)" tayin etmiştir.
Kutadgu Bilig'deki kahramanların
temsil ettikleri değerler:
Kutadgu Bilig, dört ana karakter
arasında geçen diyaloglardan oluşmaktadır. Eserdeki bu dört ana karakterin her
birinin belirli bir sosyal rolü vardır ve her biri belirli bir değeri temsil
eder.
Küntogdı hükümdardır ve hukuku/adaleti
temsil eder; Aytoldı vezirdir ve saadeti/devleti temsil eder; Ögdülmiş de
vezirdir ve aklı temsil eder; Odgurmış ise akibeti/kanaati temsil eder.
"Kutadgu" kelimesi,
"saadet, kut" manasındaki "kut" kelimesinin üzerine isimden
fiil yapan "+ad-" ekiyle fiilden isim yapan "-gu" ekinin
eklenmesi sonucu oluşmuştur ve "bilig"le beraber "saadet,
mutluluk veren bilgi/ilim" anlamını taşımaktadır.
Eser, insanlara dünyada tam anlamıyla
kutlu olmak için gereken yolu göstermek amacıyla kaleme alınmıştır. Yusuf Hâs
Hacib, eserinde aruz ölçüsünü kullanmıştır. İlâveler ile birlikte yaklaşık 88
başlık altında toplanan eserin esas kısmını oluşturan bölüm kısaltılmış
mütekarip yani fa'ulun fa'ulun fa'ulun fa'ul ve vezniyle yazılmıştır. Kaside
tarzında ve aa ba ca şeklinde devam etmektedir. Zamanenin bozukluğundan ve
dostların cefasından bahseden 40 beyitlik bir parça ise evvelki parçanın
vezninde ve tarzındadır. Kitap sahibi Ulu Hâs Hâcib Yusuf'un kendi kendisine
nasihat vermesinden bahseden 41 beyitlik parça da kaside tarzındadır.
O dönem için Türk edebiyatında yeni
olduğu tahmin ve tasavvur edilen aruz ölçüsünün ilâve parçalardaki kafiye
dışında, şair tarafından pürüzsüz bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Eser,
yarı hikâye ve yarı temsil tarzında yazılmış olup, arada hareketi hazırlayıcı
ve izah edici monologlara ve canlı tasvirlerin bulunduğu sahnelere yer
verilmiştir.
Kaşgârlı Mahmut ve onun eseri Divânü
Lügati't-Türk ile çağdaştır, hatta hemen hemen aynı yıllarda yazılmış olması o
dönem Türkçenin gördüğü itibar açısından da dikkate değer.
DİVAN-I
LUGAT-İT TÜRK:
Eserin adı, "Türk Dili'nin toplu(genel)
Sözlüğü" anlamına gelir. Adından da anlaşılacağı gibi, eser bir sözlüktür;
Araplara Türkçeyi öğretmek amacıyla yazılmıştır. Bundan dolayı, Türkçenin
Arapça karşısında savunulduğu bir eser olarak değerlendirilir. Eserde Türkçe
sözcüklerin anlamları Arapçayla açıklanmakta ve her maddeden sonra birtakım
Türkçe metinler örnek olarak verilmektedir. Kaşgarlı Mahmut tarafından XI.
yüzyılda yazılan eserin asıl önemi de, işte bu derleme Türkçe metinlerden ileri
gelmektedir. Eserine bir de Türk illerinin haritasını koyan Kaşgarlı Mahmut,
Türkçe sözcüklerin açıklamalarını yaparken dört yüze yakın dörtlükten oluşan
şiirlerle atasözlerini (sav) örnek olarak verir. Divan-ı Lügat-it Türk, Türk
dilinin ana eseri, Türk edebiyatının ve folklorunun bir hazinesi olarak kabul
edilmektedir.
Edebiyatımızda aruz ölçüsünün ilk
kullanıldığı eser olarak kabul edilmektedir. Eserde adaleti, aklı, saadeti ve
devleti temsil eden dört kahramanın çevresinde gelişen olaylarla yazar, devlet
idaresinin ve sosyal düzenin nasıl olması gerektiğini anlatır. Hakaniye
Türkçesiyle yazılmış olan eserde 7500 civarında Türkçe sözcük Arapça olarak
açıklanmıştır. Ayrıca Türk boylarının dilleri ve Türk illeri hakkında bilgi
verir.
ATABETÜ'L-HAKAYIK:
12. yüzyılda Edip Ahmet Yükneki
tarafından aruz ölçüsü ve dörtlüklerle yazılmıştır.
Atabetü'l Hakayık (Gerçeklerin Eşiği)
, Edip Ahmet Yükneki'nin, Karahanlı beylerinden Muhammed Dâd Sipehsalar'a
hediye ettiği, hadis ve Arapça beyitlere dayanarak yazdığı şiirlerle, ahlaklı
insan olmanın yollarını, ahlak ilkelerini açıklamış, çeşitli ahlakî öğütlerde
bulunmuş, İslamî düşünce ve görüşlere yol gösterici olmuştur.
'Hibetü'l-Hakayık', veya 'Aybetü'l-Akayık' olarak da isimlendirilir. Eserde
dünyayı, tanrıyı, insanı bilmenin sadece bilim yoluyla olabileceği anlatılır.
Bilginin faydası ve bilgisizliğin zararı hakkında olan konuyu işlemiştir.
Türk nazım birimi dörtlüklerle oluşan
bu eserini şair, Yusuf Has Hacib'in 'Kutadgu Bilig'i gibi aruz vezniyle ve
Kaşgar diliyle yazmıştır. Şairin bu eserini nerede ve ne zaman yazdığı kesin
olarak bilinmemektedir. Atabetü'l Hakayık'ın Kaşgar diliyle, Uygur harfleriyle
yazılmış ilk yazması İstanbul'da Ayasofya Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.
Özellikleri:
. Gerçeklerin eşiği anlamına gelir.
. Konusu din ve ahlaktır.
. Didaktik (öğretici) bir eserdir.
. Mesnevi tarzında yazılmıştır.
. Nazım birimi olarak beyit ve dörtlük
kullanılmıştır.
. Aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
. Arapça ve Farsça kelimeler vardır.
. Telmih (hatırlatma) sanatı
kullanılmıştır.
. Eserin Konusu: Eser 14 bölümden
oluşur. Baştaki 5 bölüm giriş, şairin adını verdiği 8 bölüm asıl konu, sondaki
1 bölüm de bitiriş bölümüdür.
Giriş bölümleri kaside biçimiyle (aa
ba ca da...) ,asıl konu ile ilgili bölümler ve bitiriş bölümü dörtlüklerle
[aaba] yazılmıştır. Giriş bölümünde 80 beyit, asıl konu ve bitiriş bölümlerinde
101 dörtlük vardır. Eserin tamamı 484 dizeden oluşur.
DİVAN-I
HİKMET:
12. yüzyılda Ahmet Yesevi tarafından
dörtlüklerle ve hece ölçüsüyle yazılmış dini, tasavvufi ve öğretici bir
eserdir. Dörtlüklerin her birine "hikmet" adı verilmiş ve bu
hikmetler Orta Asya ve Anadolu'da yayılarak halkı derinden etkilemiştir.
Yesevilik tarikatının da kurcusu olan Ahmet Yesevi daha sonra Anadolu'da
kurulan pek çok tarikata kaynak olmuştur.
Genel olarak dervişlik hakkında
övgülerden bu dünyadan şikâyetten cennet ve cehennem tasvirlerinden,
peygamberin hayatından ve mucizelerinden bahsedilir. Dini ve ahlaki öğütler
veren şiirlere de yer vermiştir. Hece ölçüsü olarak 4+3 ve 4+4+4
kullanılmıştır.
Özellikleri:
* Kitapta Allah aşkı Peygamber sevgisi
işlenmiştir.
* Hikmet: Hoş, hayırlı anlamlarına
gelir
* Sade ve yalın bir dil
kullanılmıştır.
* Aruz ve hece ölçüsü kullanılmıştır.
* Dörtlük ve beyitle yazılmıştır.
* 144 hikmet ve 1 münacaat 'tan
oluşur.
* Eser karahanlı türkçesinin hakaniye
lehçesiyle yazılmıştir
* İstifham (soru sorma) ve Tecahul-i
Arif (bilmezlikten gelme) sanatları kullanılmıştır.
* Ahmet Yesevinin hikmetlerinin
birleşmesiyle oluşmuştur.
* Ahmet Yesevi hikmetleri Karahanlı
Türkçesiyle söylemiştir.
* Hikmetler dini tasavvufi şiirlerdir.
* Allah'a yakın olma isteği vardır.
* Şiirlerde ulusal öğeler(ölçü, nazım
biçimi, yarım uyak)ile İslamlıktan gelme yabancı ögeler(din ve tasavvuf
konuları, yabancı sözcükler)bir arada kullanılmıştır.
* Eserin uyaklanışı abcd dddb eeeb
şeklindedir. Dördüncü dizelerin birbiriyle uyaklı oluşu hatta zaman zaman aynen
tekrarlanışı bu şiirlerin musiki ile okunmak için söylendiğini gösterir.
* Divan-ı Hikmet'i Ahmet Yesevi
yazmamıştır. Ahmet Yesevi'nin kurduğu tarikattaki Şaban Durmuş, Ahmet
Yesevi'nin görüşlerini ve düşüncelerini kitap haline getirmişlerdir.
* Didaktiktir ve manzum bir eserdir.
DEDE KORKUT HİKAYELERİ
Dede Korkut öyküleri, Oğuz Türklerinin
9-11. yüzyıllardaki yaşayışları, inançları ve toplumları hakkında önemli
ipuçları içerir. Oğuz Türklerini, onların inanışlarını, yaşayışlarını, gelenek
ve göreneklerini, yiğitliklerini, sağlam karakteri ve ahlâkını, ruh
enginliğini, saf, arı-duru bir Türkçe ile dile getirir. Destanlarındaki
şiirlerinde, çalınan kopuzların kıvrak ritmi, yanık havası vardır. Dede Korkut,
Türk sözlü edebiyatının önemli öğelerindendir. Destanları uzun süre boyunca
sözlü aktarılmış, Akkoyunlular Devleti zamanında (1378-1508) yazıya
dökülmüştür. Yazılan Türk Destanları'nın iki orijinal kopyası vardır. Bu
kopyalardan biri Almanya'da Dresden'de öteki ise Vatikan'dadır.
Destan özellikli pek çok halk
kahramanının mücadeleleri anlatılan Dede Korkut hikâyelerinde; güzel ve
hikmetli sözler, Türklerin tarihine ait rivayetler, han ve beyler hakkında
methiyeler, Türk töresine ait pek çok konular işlenerek, iyilere övgü kötülere
eleştiri vardır.
Dede Korkut Kitabında (Dede Korkut Ala
Lisan-i Taife-i Oğuz Han - Oğuzların Diliyle Dede Korkut Kitabı) 12 destan
özellikli hikâye yer alır ve bu kitap, İslâm öncesi ve sonrasında Türklerin
yaşayışını, dilini, tarihini, edebiyatını ve kültürünü içerir. Akıcı ve halkın
kullandığı Türkçe ile yazılmış olan bu kitap; gerçek bir şaheserdir. Kitapta,
"Dede" ve "Ata" olarak geçen ve "Korkut Ata"
olarak da bilinen Dede Korkut, Türkmen, Kazak, Özbek ve Karakalpak boyları
arasında bu adlarla bilinmektedir. Türk dünyasının bilge atası olan Dede Korkut
ve onun hikâyelerinde; Türk toplumunun savaşları ve barışları ile birlikte,
aile ve eğitim yapısıyla üstün ahlâk ve karakter sağlamlığına dikkati çeker.
Türk milletiyle özdeşleşmiş olan doğruluk, sözünde durmak, mukaddes değerler
uğruna ölmek gibi çeşitli karakterler, hikâyelerin ana temasıdır. Dede Korkut
hikâyelerindeki tüm kahramanların aile, cemaat ve insan sevgisini ön planda
tutması, millet olarak ahlâk ve yaşam anlayışımızı göstermesi bakımından
önemlidir. Kahramanların çoğu gençtir ve mutlaka bir yiğitlik gösterdikten
sonra ad verilir. Pek çoğumuz biliriz, Dirse Han oğlu bir boğayı öldürünce Dede
Korkut o gencin adını "Boğaç" koyar ve onu şan, şeref, mal ve rütbe
ile ödüllendirir. Dikkat edilirse, hikâyelerde, gençliğe son derece önem
verilmekte, onların, ailesine, milletine ve devletine bağlı, cesur ve çalışkan
olmalarına işaret edilmektedir. Savaş, av, toy vb. eğlencelere Hz. Peygambere
salâvat getirilerek başlanması da Türk Kavimleri'nin dinî yönden şuurlu
olduğunu ve devlet millet birliğinin sağlam temellere dayandığını
göstermektedir.
Dede Korkut hikâyelerinde özellikle
göçebe Oğuz Türklerinin tabiat şartlarına karşı dirençleri, düşmanlarına karşı
sürekli üstünlüğü ve birlik şuurundan doğan kuvvetlilikleri dikkati çeker.
Korkut Ata olarak saygı gören Dede Korkutun hikâyeleri yaşlı ve bilginlere
büyük değer verildiğini de göstermesi açısından, son derece önemlidir. Allah,
doğum, din ve ölüm düşüncesi, hayatin her anında kendisini gösterir. Bugün Dede
Korkut ve onun hikâyelerinden ve destanlarımızdan alacağımız önemli dersler
vardır. Fertler arasında saygı, sevgi, karşılıklı hoşgörü ve mertlik bunların
başında gelmektedir. Dede Korkut aslında büyük bir vatanseverdir ve milletinin
sonsuza dek güçlü ve mutlu yaşamasını gerçekleştirme mücadelesi içindedir.
Hikâyelerindeki örnek şahsiyetler olan Bayındır Han, Kazan Han, Bamsı Beyrek,
Boğaç Han, Selcen Hatun, Seğrek ve diğerleri toplumda olması gereken ideal
insan karakterlerini temsil ederler. Bu insanlar, milleti ve vatanı için ölümü
göze alan ve tüm zorlukların üstesinden gelebilen kahramanlardır.
Dede Korkut, bütün Türk kavimlerinin
fert fert kahraman olmasını arzu etmiş olmalı ki, hikâyelerinde zayıflığa,
çaresizliğe ve ümitsizliğe yer vermemiştir. Rivayetlere göre Onun ölümü bile
evliyalığını, bilge kişiliğini göstermektedir: Çeşitli Türk boylarının
kanaatine göre o, rüyasında mezarının hazırlandığını görmüş ve gittiği her
yerde öleceği ona rüyasında bildirilmiştir. Seyhun Irmağı'nın Aral Gölü'ne
döküldüğü yerin yakınlarında, ırmağın üzerine hırkasını sererek orada ruhunu
Allah'a teslim etmiştir. Bugün pek çok yerde onun mezarının olduğu
söylenmektedir. Tıpkı Yunus Emre ve Karaca oğlan gibi milletimiz, onun mezarına
da sahip çıkarak kahramanlarını kendi içinde görmek istemektedir.
Türk ve dünya edebiyatının şaheserleri
arasına giren ve çeşitli tarihî filmlere de konu olan Dede Korkut Hikâyeleri,
insani ve yaşadığı dünyayı tüm özellikleriyle ele almıştır.
Dede Korkutun yaygınlıkla bilinen
hikâyeleri şunlardır:
1-Dirse Han Oğlu Boğaç Han
2-Salur Kazanın Evinin Yağmalanması
3-Kam Büre Beg Oğlu Bamsi Beyrek
4-Kazan Beg Oğlu Uraz Beg'in Tutsak
Olması
5-Duha Koca Oğlu Deli Dumrul
6-Kanlı Koca Oğlu Kan Turali
7-Kadılık Koca Oğlu Yegenek
8-Basatın Tepegöz'ü Öldürmesi
9-Begel Oğlu Emren
10-Usun Koca Oğlu Seğrek
11-Salur Kazanın Tutsak Olması
12-Dış Oğuz'un iç Oguz'a İsyanı
Dede Korkutun hayatı ve onun
hikâyeleri, geçmişten geleceğe uzanan mücadelede varlığımızın, birliğimizin ve
dirliğimizin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymakta, kahramanlık ruhumuzu
coşkun bir üslupla dile getirmekte ve geleceğe ümit ve sevgiyle bakmamızı
sağlamaktadır.
İSLAMİ DÖNEM TÜRK EDEBİYATI
1.
Halk Edebiyatı
Halk
Edebiyatının Genel Özellikleri
Halk Edebiyatı, sözlü edebiyatın
uzantısıdır. Halkın yarattığı sözlü eserlerden oluşur. Dil, biçim, konular,
duyarlıklar bakımından halk kültürüne sıkı sıkıya bağlıdır. Türklerin
Anadolu’ya geldikten sonra edebiyatları beş gruba ayrılmıştır. Arapça ve
Farsçayı çok iyi bilen aydınların oluşturduğu “Yüksek Zümre Edebiyatı” ve İslam
öncesinden gelen sözlü bir “Halk Edebiyatı“. Anadolu’ya göç eden Türkler
arasında aynı ayrım devam etti. Medrese eğitimi gören aydın kesim Arap ve Fars
edebiyatlarının tesirini devam ettirirken, halk yine saz şairleri aracılığıyla
halk edebiyatını devam ettirdi. Dolayısı ile Anadolu Türk Edebiyatı iki grupta
incelenmektedir. Bu gruplardan biri Halk Edebiyatı’dır.
Halk
Edebiyatının Dönemleri
13.
Yüzyıl Halk Edebiyatı
Bu yüzyılda ele geçen eserler daha çok
fetih ve savaşlara aittir. Bunların en önemlileri İslami Türk destanlarıdır.
Battal Gazi Destanı, Danişmentname bunlardan en ünlüleridir. Dönemin en ünlü
kişisi Nasreddin Hoca’dır. O, zekâsıyla, keskin görüşleri ve zeki
söyleyişleriyle, nükteleriyle dünyaca tanınmış biridir. 13. yüzyılda yaşadığı
halde halka mal olarak kendinden sonra gelen Timurlenk ile karşılaştırılmıştır.
Bu asrın en önemli şairi Yunus Emre’dir.
14.
Yüzyıl Halk Edebiyatı
Bu yüzyılın en önemli eseri Kitab-ı
Dede Korkut ‘tur.Bu kitapta hikayeler Oğuz Türkleri arasında yaşanmış ve
yayılmıştır. Kitapta Oğuz Türkleri’nin Gürcüleri, Rumlar, Ermeniler ve diğer
Türk boylarıyla yaptıkları barışlar anlatılır. Hikayelerde nazım, nesir iç
içedir. Dili destansı bir dildir. Bazı yönleriyle destana benzer. Bu yüzden
destandan halk hikayeciliğine geçiş ürünü olarak olarak görülür. Bu asırdaki en
ünlü şair, Yunus tarzı söyleyişleriyle ün kazanan tekke şairi Kaygusuz
Abdal’dır.
15.
Yüzyıl Halk Edebiyatı
Bu yüzyılın tanınmış ismi Hacı Bayram
Veli’dir. Ankara’da doğan Hacı Bayram Veli, çok güçlü bir medrese tahsili
yapmıştır. Aruzla da yazmakla birlikte daha çok hece ölçüsünü kullanmış ve dini
şiirler yazmıştır. İlahileri tekkelerde, zaviyelerde dillerden dillere
dolaşmıştır.
16.
Yüzyıl Halk Edebiyatı
Bu yüzyılda sadece Tekke edebiyatının
değil, din dışı konularda söylenen şiirlerin de metinleri ele geçmiştir.
Ellerinde sazlarla diyar diyar dolaşan, nerede bir güzel görülürse ona aşık
olan ve şiirler söyleyen şairler, ordularda, kışlalarda, hudut boylarında boy
gösteren aşıklar eski halk geleneğini sürdürmüşler ve “Aşık Edebiyatı” denen
edebiyatı yaşatmışlardır. Bunların en tanınmışı, yüzyılın sonlarında şöhret
kazanan Köroğlu’dur. Ayrıca Kul Mehmet, Hayali, Bahşi adlı âşıklar da dönemin
önemli şairleridir. Tekke Edebiyatının bu dönemdeki temsilcisi Pir Sultan
Abdal’dır. Pir Sultan Abdal tekke şairleri arasında şiirlerini sazla söyleyen
ender kişilerdendir. Daha çok nefesleriyle tanınır.
17.
Yüzyıl Halk Edebiyatı
Bu dönem Türk edebiyatının altın
çağıdır. Hem Âşık edebiyatı hem Tekke edebiyatı hem de Anonim Halk edebiyatı
ürünlerden birçoğu ele geçmiştir. Tekke edebiyatının önde gelen şairleri Aziz
Mahmut Hüdai ve Niyazi Mısri’dir. Her iki şair de derin ilim sahibidirler. Bu
asırda Âşık edebiyatında büyük gelişmeler olmuş, Divan şairlerine bile ilham
verecek lirik şiirler söylenmiştir. Ayrıca aruzla şiir söyleyen saz şairleri,
kendilerini Divan şairleri kadar başarılı saymışlardır. Bunların arasında
Yeniçeri ordusunda bulunan ve Evliya Çelebi’nin de dikkatini çeken Kâtibi,
denizci olan Kayıkçı Kul Mustafa ünlüdür. Ancak günümüzde bile çok sevilen,
şiirlerin çoğu halk Türküsü haline gelen âşık Karacaoğlan’dır. Şiirlerinin
tümünü hece ölçüsüyle söyleyen, halk anlayışını, yaşayışını şiirlerine en iyi
şekilde yansıtan Karacaoğlan tabiat ve sevgili teması ile yazdığı koşmalarıyla
tanınır. Dönemin diğer büyük saz şairi Âşık Ömer’dir. Halk şairleri arasında en
kültürlü, en yaratıcı olarak tanınır.
18.
Yüzyıl Halk Edebiyatı
Bu yüzyılda halk edebiyatı şairleri,
divan şairleriyle boy ölçüşme, aruzla şiir söyleme bu devirde biraz daha
yaygınlaşmıştır. Tekke edebiyatı bu dönemde bir duraklama içindedir. Dönemin en
büyük tekke şairi, aynı zamanda büyük bir âlim olan Erzurumlu İbrahim
Hakkı’dır. İlahiname adlı divanında genellikle tasavvufi kasideler, gazeller,
ilahiler bulunur. Ayrıca şairin Marifetname adında nesir eseri de vardır.
19.
Yüzyıl Halk Edebiyatı
Halk şiir geleneği bu asırda klasik
söyleyişini sürdürmüştür. Özellikle Âşık edebiyatının çok yetenekli saz
şairleri görülür. Bunlardan biri de Bayburtlu Zihni’dir. Hem Divan hem de âşık
tarzı şiirleriyle tanınmıştır. Çok iyi medrese eğitimi görmüştür. Bu nedenle
divan tarzında yazdığı şiirler, Divan şairlerini aratmaz. Ayrıca halk tarzında
söylediği şiirlerde tam bir âşık söyleyişi vardır. Dönemin diğer tanınmış
şahsiyeti Erzurumlu Emrah’tır. Divan tarzı şiirleri pek başarılı değildir. Asıl
lirik şiirleri, koşma tarzında söyledikleridir.
Halk
Edebiyatı Nazım Biçimleri
Halk edebiyatı, ortaya konan ürünlerin
gösterdiği biçim ve içerik özelliklerine göre üç bölüme ayrılır:
A)
ÂŞIK EDEBİYATI
B)
ANONİM HALK EDEBİYATI
C)
TEKKE ve TASAVVUF EDEBİYATI
A)
ÂŞIK TARZI TÜRK HALK EDEBİYATI
* İslamiyet’ten önce başlamıştır.
* Eskiden kam, baksı adı verilen
ozonlara bu dönemde aşık adı verilmiştir.
* Âşıklar şiirlerini bağlama adı
verilen sazlarla köy köy dolaşıp söylemiştir.
* Hece ölçüsü kullanılmıştır.
* Dili sadedir.
* Nazım birimi dörtlüktür, yarım
kafiye kullanılmıştır.
* Son dörtlükte şairin mahlası(adı)
kullanılır.
* Şairler şiirlerini CÖNK adı verilen
defterde toplarlardı.
* Aşk, ölüm, gurbet, ayrılık konuları
sıklıkla ilenmiştir.
* Coşkulu, lirik bir söylenişi vardır.
* Koşma, mani, Türkü, semai, varsağı
destan gibi biçimleri mevcuttur.
* 17. yüzyıldan sonra divan
edebiyatından etkilenmeye başlamıştır.
KOŞMA
Halk edebiyatında en çok kullanılan
biçimdir. Genellikle hece ölçüsünün on birli (6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla
yazılır. Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Şair koşmanın son
dörtlüğünde adını ya da mahlasını söyler. Uyak düzeni genellikle şöyle olur:
baba ” ccca ” ddda…
Koşma
Eğer benim ile gitmek dilersen
Eğlen güzel yaz olsun da gidelim
Bizim iller kıraçlıdır aşılmaz
Yollar çamu kurusun da gidelim
Karac”oğlan der ki buna ne fayda
Hiç rağbet kalmadı yoksula bayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
Onbir ayın birisinde gidelim
Koşmaların
genel özellikleri:
* Aşk, ayrılık, gurbet gibi geniş
çerçeveli konuların işlendiği bir türdür.
* 11li hece ölçüsüyle yazılır.
* En az 3 en fazla 6 kıtadan oluşur.
* Dili sadedir.
* Kafiye düzeni abab,cccb,dddb şeklindedir.
* Son dörtlükte şairin mahlası
bulunur.
* Koşmanın konularına göre güzelleme,
koçaklama, ağıt, taşlama adlı türleri vardır.
1.
GÜZELLEME:
İnsan ve doğa sevgisinin lirik bir edayla işlendiği koşmalara denir.
2.
KOÇAKLAMA:
Savaş, yiğitlik, kahramanlık gibi konuları işleyen koşmalara denir. Coşkun ve
yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir.
Köroğluyum medhim merde yeğine
Koç yiğit değişmez cengi düğüne
Sere serpe gider düşman önüne
Ölümü karşılar meydan içinde
3.
AĞIT: Ölen
kişinin arkasından duyulan acının ve onun iyiliklerinin işlendiği koşmadır. Bir
kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmak amacıyla söylenen şiirlerdir
(Anonim halk şiiri ürünü olan ağıtlar da vardır).
Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
Al giy allı balam şalların hani
4.
TAŞLAMA:
Toplumun veya bireylerin aksayan yönlerini eleştiren koşmalara denir. Bir
kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan
şiirlerdir.
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medres kaçkını softa bozgunu
Selam vermek için kesan beğenmez
SEMAİ
Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla
yazılır (4+4 duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında
değişir. Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Uyak
düzeni koşma gibidir: baba ” ccca ” ddda… Semâilerde daja çok sevgi, doğa,
güzellik gibi konular işlenir.
Semai
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Dedil gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Karac”oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye.
Semailerin
genel özellikleri:
* Özel bir ezgiyle söylenen bir
türdür.
* Kafiye düzeni koşma ile aynıdır.
* 4 + 4 =8 li ölçüyle yazılır.
* 35 dörtlükten oluşur.
VARSAĞI
Güney Anadolu bölgesinde yaşayan
Varsak Türklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri Türkülerden gelişmiş bir
biçimdir. Dörtlük sayısı ve uyak düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılar yiğitçe,
mertçe bir üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre” “hey” “behey”
gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çok varsağı söylemiş şair
Karacaoğlan”dır.
Varsağı
Bre ağalar bre beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Dolmadan bir dem sürelim
Behey elâ gözlü dilber
Vaktin geçer demedim mi
Harami olmuş gözlerin
Beller keser demedim mi
Varsağının
genel özellikleri:
* Toros Dağları ve Adana civarında
yaşayan VARSAK boylarının söyledikleri Türkülere denir.
* Kafiye düzeni koşma gibidir.
* 4+4 şeklinde 8li ölçüyle söylenir.
* BRE, BEHEY, HEY nidaları sıklıkla
kullanılmıştır.
* En az 3 en fazla 5 dörtlüktür.
MUAMMA
Kapalı bir biçimde anlatılan bir
olayın ya da bilginin okuyucu tarafından anlaşılmasını, bunlarla ilgili
soruların cevaplandırılmasını isteyen bir tür manzum bilmecedir.
NASİHAT
Bir şey öğretmek, bir düşüncenin
yayılmasına çalışmak gibi amaçlarla söylenen didaktik şiirlerdir.
DESTAN
Dört dizeli bentlerden oluşan, oldukça
uzun bir nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır.
Genellikle hece ölçüsünün on birli kalıbıyla yazılır. Uyak düzeni koşma
gibidir: baba ” ccca ” ddda
Destanın son dörtlüğünde şair
mahlasını söyler. Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın
hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi… gibi gruplandırabiliriz.
Esnaf Destanı
Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu
Bir katır nalladım dinle oyunu
Meğer acemiymiş bilmem huyunu
Çenemi teptirdim nalın sökerken
Manav oldum elma armut tez çürür
Cambaz oldum ip üstünde kim yürür
Kasap oldum her gün gözüm kan görür
Yüreğim bayıldı kana bakaraken
Ben bu sanatları bir bir dolaştım
Tekrar gelip şairliğe bulaştım
Kâmili mürşidin eline düştüm
Tekke-i aşk içre çile çekerken.
Destanların
genel özellikleri:
* 6+5 li hece ölçüsüyle söylenir.
* Halk edebiyatının en uzun nazım
biçimidir.
* Kendine özgü bir söylenişi vardır.
* Kafiye düzeni koşma ile aynıdır.
* Ayaklanma, kıtlık, savaş, hastalık
gibi toplumsal konular işlendiği gibi bireysel konuların işlendiği destanlar da
vardır.
* Dörtlük sayısında sınırlama yoktur.
B)
ANONİM TÜRK HALK EDEBİYATI
Söyleyeni belli olmayan, halkın ortak
malı sayılan ürünlerin oluşturduğu, sözlü geleneğe dayalı edebiyattır. Sözlü
olduğu için, ürünler; halk arasında dilden dile geçtikçe zaman, kişi, yer
unsurlarına bağlı olarak değişikliğe uğramıştır.
* Anlatım, sözlü edebiyat
geleneklerine uygundur. Süsten uzak, açık, net, anlaşılır bir dil
kullanılmıştır.
* Daha çok; aşk, hasret, yiğitlik,
ölüm gibi tüm insanlığı ilgilendiren konular işlenmiştir.
ANONİM
HALK EDEBİYATI DÜZYAZI ÜRÜNLERİ
- Atasözleri
- Deyimler
- Tekerlemeler
- Bilmeceler
- Fıkralar
- Halk Hikâyeleri
- Ortaoyunu
- Meddah
- Karagöz
ATASÖZLERİ
* Yüzyıllar süren tecrübeler sonunda
ortaya çıkan özlü sözlerdir.
* Kelimeleri değiştirilemezler.
* Aynı konuda birbiriyle çelişen
atasözleri olabilir.
DEYİMLER
* Günlük hayatta kullanılan
kalıplaşmış kelime gruplarıdır.
TEKERLEMELER
Sözcüklerin ses benzerliğinden
yararlanılarak oluşturulan yarı anlamlı, yarı anlamsız sözlerdir. Şiir
biçiminde de oluşturulan tekerlemelerde ölçü, uyak, seci ve aliterasyondan
yararlanılmıştır.
Az gitmiş, uz gitmiş. Dere, tepe düz
gitmiş. Altı ay, bir güz gitmiş…
Evvel zaman içinde
Kalbur saman içinde
Develer tellal iken
Pireler berber iken
Ben annemin babamın beşiğini
Tıngır mıngır sallar iken…
BİLMECELER
* Çoğunlukla cevabı içinde saklı
bulunan ve düşünceyi geliştirmek amacıyla türetilen soru biçimlerine denir.
* Güzel vakit geçirmek amacıyla
çıkarıldıkları düşünülmektedir.
* Manzum mensur şekilleri vardır.
FIKRALAR
Bir düşünceyi insanlara, mizah
öğelerini kullanıp onların gülümsemelerini sağlayarak aktarmak amacıyla
oluşturulmuş kısa anlatılardır. Bu ürünlerde, güldürmenin yanında yol
göstericilik de söz konusudur.
Edebiyatımızda en bilinen fıkralar;
Nasrettin Hoca, Karadeniz, Bektaşi fıkralarıdır.
HALK
HİKÂYELERİ
Hikâyeci âşıkların köy odalarında,
düğün meclislerinde, kasaba ve kentlerin kahvehanelerinde saz eşliğinde
anlattıkları hikâyelerdir. Bu hikâyeci âşıklar, okuryazar, az çok kültürlü
kişilerdir. Genellikle sevgi ve kahramanlık konuları işlenir. Kişiler
yaşamdakilere yakındır; olağanüstülükler sınırlıdır. Oluşturuldukları çağdaki
sosyal yapıyı yansıtır. Olayların düzyazı biçiminde anlatılması hem dinleyiciye
hem anlatıcıya büyük kolaylık sağlar. Araya serpiştirilen şiirler ve Türküler,
âşığa sazı ve sözüyle sanatını gösterme imkânı verir.
ORTA
OYUNU
Halkın ortasında apaçık duran bir
meydanda; metinsiz, suflörsüz, ezbersiz oynanan bir tiyatrodur. *Anlatılan
olaylar ustadan çırağa, kuşaktan kuşağa geçerek değişikliğe uğrar.
*Başkarakterler, oyunu açan, yürüten, kapayan; hem oyuncu, hem sahneye koyucu,
hem de yazar gibi davranan, kenarı kürklü kaftan ve külah giyen, elinde şakşak
taşıyan Pişekâr; Pişekârla birlikte oyunu yürüten; ikinci oyuncu ve başkomik,
kavuk ve kaftan giyen Kavuklu’dur. *Pişekâr cinasçılık, Kavuklu ise
tekerlemecilik yapar. *Çelebi, Zenne, Denyo, Arnavut, Acem, Arap, Yahudi gibi
tipler kendilerini simgeleyen bir müzikle sahneye çıkar.
MEDDAH
Bir sözlü tiyatro ürünü olan
meddahlık, kısaca, “tek adamlı tiyatro“dur. Meddah, tiyatronun bütün
karakterlerini kendi kişiliğinde birleştiren bir aktördür. Bir hikâyeyi
başından sonuna kadar, yüksekçe bir yerde, karakterleri şivelerine göre
konuşturarak anlatır. Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bulunmayan bu tiyatroda
her şey, meddah denen kişinin zekâsına, bilgisine, söz söylemedeki hünerine
bağlıdır.
KARAGÖZ
Taklide ve karşılıklı konuşmaya
dayanan, iki boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılan gölge oyunudur,
Başkarakterler Karagöz ve Hacivat’tır. Karagöz, okumamış bir insandır.
Hacivat’ın kullandığı yabancı sözcükleri anlamaz ya da anlamaz görünüp onlara
yanlış anlamlar yükleyerek ortaya çeşitli nükteler çıkarırken bir taraftan da
Türkçe dil kuralları ile yabancı sözcükler kullanan Hacivat ile alay eder.
Hacivat, kişisel çıkarlarını her zaman ön planda tutar. Az buçuk okumuşluğundan
dolayı yabancı sözcüklerle konuşmayı sever. Perdeye gelen hemen herkesi tanır,
onların işlerine aracılık eder. Zenne, Çelebi, Tuzsuz Deli Bekir, Beberuhi,
Tiryakı, Acem, Laz, Matiz, Zeybek gibi diğer tipler oyuna ayrı bir renk katar.
HALK EDEBİYATININ ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİ
YUNUS
EMRE
* Engin hoşgörüsü, insan sevgisiyle
sadece bizim değil bütün dünyanın beğenisini kazanmış eşsiz bir şair, fikir
adamıdır.
* İlahi aşkı ve insan sevgisini
eserlerinde işlemiştir.
* Hem aruzu hem de hece veznini
kullanmıştır.
* Şiirlerinde dili oldukça sadedir,
zamanının halk dilini kullanmıştır.
* Nazım biçimi olarak “ilahi”yi
seçmiştir.
* “Risalet”ün Nushiye (Nasihatlar
Kitabı) ve Divan” adlı kitabı vardır.
PİR
SULTAN ABDAL
* Halk edebiyatında lirik şiirin
öncülerindendir.
* Halk içinde çok sevildiği için
isimsiz birçok şiir onun adında yayımlanmıştır.
* Tasavvufu, halkın anlayışıyla
birleştirmiştir.
* Bütün şiirlerini hece ölçüsüyle
yazmıştır.
* Dili oldukça sadedir.
* Bektaşi tarikatına mensup olduğu için
“nefes”leri ünlüdür.
HACI
BEKTAŞI VELİ
* Bektaşi tarikatının kurucusudur
* Büyük bir bilgindir.
* Orta Anadolu”da etkin olmuştur.
* “Malakat”adlı Arapca eseri ünlüdür.
KAYGUSUZ
ABDAL
* Kendisinden önceki şairlerden
etkilenmiştir. (Özellikle Yunus”tan)
* Hem hece hem de aruz veznini
kullanmıştır.
* Alaylı, nükteli, eleştirili şiirler
yazmıştır.
* Edebi yazıları da vardır.
* “Budala-name, Mugaalet-name”adlı
eserleri vardır.
KAYIKÇI
KUL MUSTAFA
* 17. yüzyılın önemli yeniçeri
şairlerindendir.
* Kahramanca şiirleriyle tanınmıştır.
* “Genç Osman” destanıyla tanınmıştır.
* Divan şiirinden etkilenmemiştir.
KÖROĞLU
* Başkaldırının, isyanın şairidir.
* Din dışı konularda şiirler
yazmıştır.
* Sultan Murat (II.) zamanında
savaşlara katılmıştır.
* Köroğlu adlı halk kahramanıyla aynı
adı ve özellikleri taşıdığı için ikisi aynı kişi olarak anılmıştır.
DADALOĞLU
* Toroslar bölgesinde yaşamış.
* Devlet yönetiminin aşiretiyle olan
mücadelesi üzerine söylediği: “ferman padişahınsa dağlar bizimdir”dizelerinin
nakarat olarak kullanıldığı şiiri oldukça beğeni toplamıştır.
* Varsağı, semai ve destanları
meşhurdur.
* Türküler yazmıştır.
KARACAOĞLAN
* Şiirlerini sade bir dille yazmıştır.
* Hece ölçüsünü ustalıkla
kullanmıştır.
* Saz şairliğinin piri sayılır.
* Din dışı konularda yazmıştır.
* Koşmaları oldukça sevilmiştir.
* Kuvvetli lirik egemenliği hâkimdir
şiirlerine.
* Anadolu”yu at sırtında gezip şiir
söylemiştir.
ÂŞIK
ÖMER
* İyi bir eğitim almamasına karşın
şairler arasında yeteneğiyle kendine en üstte yer edinmiştir.
* Devrinin idarecilerini, dinini
görünüş için yaşayanlarını eleştirmiştir.
* Aruzu kullanmıştır. Ancak hece
ölçüsünde asıl karakterini bulmuştur.
DERTLİ
* 18. yüzyılın sonlarında yaşamıştır.
* Hem hece hem de aruz ölçüsünü
kullanmıştır.
* Lirik koşmalarıyla tanınmıştır.
* Divan “ı taş baskıyla basılmıştır.
ERZURUMLU
EMRAH
* Divan edebiyatından etkilenmiştir.
* Gazel, murabbalar yazmıştır.
* Koşma ve semaileriyle tanınmıştır.
GEVHERİ
* İnce bir söyleyiş, derin bir bilgi
içeren şiirleri halk arasında çok sevilmiştir.
* Divan edebiyatında etkilendiği için
mazmun ve yabancı sözcükleri çokça etkilenmiştir.
* Koşmaları ve taşlamaları oldukça
ünlüdür.
BAYBURTLU
ZİHNİ
* Divan edebiyatına çokça dalmaya
çalışmıştır.
* Saz şairi olarak ün kazanmıştır.
* Divan“ı, Sergüzeşt-name”adlı
kitapları vardır.
ÂŞIK
VEYSEL
* Çocuk yaşta kör olması ona derin bir
duygu zenginliği vermiştir.
* Yurt, insan ve toprak sevgisini
iliklerine kadar hisseden, bunu şiirlerinde işlemiştir.
* Halk edebiyatının ve son dönem edebiyatımızın
usta şairlerindendir.
* Sivas Şarkışla Sivrialan köyünde
doğmuş ve yaşamıştır.
DİVAN EDEBİYATI
Divan
Edebiyatının Tarihi Gelişimi
Divan edebiyatı, Türklerin İslamiyet’i
kabulünden sonra meydana gelen yazılı edebiyattır. Arap ve Fars edebiyatı
etkisi altında gelişmiştir. Bu etki, Arapça ve Farsça sözcüklerin Türkçeye
girmesinin yanı sıra, bu dillerin anlatım biçimlerinin benimsenmesiyle de
kendini gösterir. Bu edebiyata Divan edebiyatı denmesinin sebebi, şairlerin
şiirlerini divan denen el yazması kitaplarda toplamış olmalarıdır.
Divan edebiyatının ilk örnekleri 13.
yüzyılda verilmiştir. Bu edebiyatın ilk ürünlerini veren Mevlana Celaleddin-i
Rumi bütün yapıtlarını Farsça yazdı. Aynı yüzyılın bir başka büyük şairi Hoca
Dehhani’ydi. Horasan’dan gelip Konya’ya yerleşen Dehhani, özellikle İranlı şair
Firdevsi’nin etkisinde şiirler kaleme aldı. 14. yüzyılda Konya, Niğde,
Kastamonu, Sinop, Sivas, Kırşehir, İznik, Bursa gibi kültür merkezlerinde
şairler ve yazarlar Divan edebiyatının yeni örneklerini verdiler. Bunların çoğu
kahramanlık hikâyeleri, öğretici, eğitici ve dinsel yapıtlardı.
Bu arada İran edebiyatının konuları da
Türk edebiyatına girmeye başladı. Mesud bin Ahmed ile yeğeni İzzeddin’in 1350′de yazdıkları Süheyl ü Nevbahar, Şeyhoğlu Mustafa’nın
1387′de yazdığı
Hurşidname, Süleyman Çelebi’nin (1351–1422) Vesiletü’n-Necât başlığını
taşımakla birlikte Mevlid adıyla bilinen ünlü yapıtı, İran edebiyatının
etkisiyle yazılmıştır. Divan edebiyatı, özellikle şiir alanında en
parlak dönemini 16. yüzyılda yaşadı. Bâkî ve Fuzuli Divan şiirinin en iyi
örneklerini verdiler. 17. yüzyıla girildiğinde Divan edebiyatının ulaştığı
düzey, İran edebiyatınınkinden geri değildi. Şairler, şiirlerinde “fahriye”
denen ve kendilerini övdükleri bölümlerde şiir ustalığının doruğuna
çıkmışlardı.
Öğretici şiirleriyle tanınan Nabi ve
bir yergi ustası olan Nef’i bu yüzyılın ünlü şairleriydi. Divan edebiyatı, en
özgün şairlerinden olan Nedim’in ve Şeyh Galib’in ardından, 18. yüzyılda bir
duraklama dönemine girdi. Daha sonraki şairler özellikle bu iki şairi taklit
ettiler ve özgün yapıtlar ortaya koyamadılar. 19. yüzyılda Divan edebiyatı
artık gözden düşmüş ve eleştiri konusu olmuştu. İlk eleştiriyi getiren Namık
Kemal’di. Tanzimat’la birlikte Türk edebiyatında Batı etkisinde yeni biçimler,
konular denenmeye başlandı.
Divan edebiyatı böylece önemini
yitirmekle birilikte, Tevfik Fikret, Mehmet Âkif Ersoy ve Yahya Kemal Beyatlı,
Türk edebiyatının aruz ölçüsüyle son şiirlerini yazdılar.
Divan
Edebiyatının Genel Özellikleri
İslâm dininin benimsenmesinden sonra, Kuran’ın
Arapça olmasından dolayı pek çok toplumun kültür dili değişime uğradı.
İranlılar 9. yüzyılda edebiyat ürünlerini, Yeni Farsça diye adlandırılan bir
dille vermeye başladılar. İran edebiyatının bu ürünlerinden Türk edebiyatı
büyük ölçüde etkilenmiştir. Öte yandan Anadolu’da kurulan Türk devletleri,
resmi yazışma dili olarak Arapça ve Farsçayı kullandılar. Bu durum edebiyat
dilinin değişmesine de yol açtı. Özellikle saray çevresindeki şairler ve
yazarlar, yapıtlarını Arapça ve Farsça yazmaya başladılar. Osmanlı Devleti
döneminde Arapça ve Farsçanın yoğun etkisinde kalmış olan Osmanlıca dili divan
edebiyatında kullanılan ana dildir.
1. Nazım birimi
genellikle beyittir ve cümle beyitte tamamlanır. Beyit, cümleye egemendir.
2. Nazım ölçüsü
“aruz“dur.
3. Dili Arapça,
Farsça, Türkçe karışımı olan Osmanlıcadır.
4. Şiirlerde tam
ve zengin uyak kullanılmıştır.
5. Şiirlerin
konuyu içeren başlıkları olmadığı için nazım biçimlerine göre
adlandırılmışlardır.
6. Klişe bir
edebiyattır. Duygu ve düşünceler değişmez sözlerle (Mazmun) anlatılır.
7. Anlatılan şey
değil, anlatış biçimi ön plandadır.
8. Soyut bir
edebiyattır. İnsan ve doğa gerçekte olduğundan farklı ele alınmıştır.
9. Aydın
zümrenin edebiyatıdır. Medrese kültürü hâkimdir. Genellikle saraya ve çevresine
seslenir.
10. Sanatlara
bolca yer verilmiş, sanat yapmak amaç durumuna gelmiştir.
11. Ulusal bir
edebiyat olmayıp dinin etkisiyle şekillenmiştir. Arap ve İran edebiyatının
etkisi çok fazladır.
12. Şiirde daha
çok aşk, sevgili, içki, din ve kadercilik gibi konular işlenmiştir.
13. Nazım ön
planda tutulmuş, nesre pek az yer verilmiştir.
14. Nesir
alanında tezkireler (edebiyat tarihi görevini gören biyografik eser),
münşeatlar (mektuplar), tarihler, dini metinler ve nasihatnamelere de
rastlanmaktadır. Bunlarda da sanat yapma amacı ön plandadır.
15. 13.yüzyılda
gelişmeye başlamış 16. ve 17. yüzyıllarda en olgun dönemini yaşamış,
19.yüzyılın sonlarına kadar sürmüştür.
Divan
Edebiyatında Düz Yazı (Nesir)
Divan, şiire ağırlık veren bir
edebiyattır. Düzyazı, ancak bilimsel çalışmalarda, tarihlerde, kimi sanatsal
metinlerde ve gezi türü eserlerde kullanılmıştır. Divan edebiyatında üç tür
düzyazı biçimi vardır. Yalın düzyazı, süslü düzyazı ve orta düzyazı. Yalın
düzyazıda halkın konuştuğu dil kullanılmış, halk kitapları, halk öyküleri,
Kur’an tefsirleri, hadis açıklamaları bu türde yazılmış eserlerdir.
Süslü düzyazıda (nesirde) hüner ve
marifet göstermek amaçlanmıştır. Bu türe genellikle medrese öğrenimi görmüş,
Osmanlıcayı iyi bilen yazarlar yönelmiştir. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve
anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve
Nergisi vermiştir. Süslü düzyazıda çok ürün verilmiş bir alan da tezkire’dir.
Bu türün ilk örneğini, 16. yüzyılda Âşık Çelebi yazmış ve tezkire geleneği 19.
yüzyılda Fatih Efendi’ye gelene kadar sürmüştür.
Orta düzyazı (nesir) ise, divan
edebiyatının hemen hemen bütün klasik yazarlarının yazdığı bir türdür. Belirgin
özellikleri, söz ve anlam oyunlarından, hüner ve marifet göstermekten
kaçınılmış ve içeriğin ön planda tutulmuş olmasıdır. Özellikle tarih, gezi,
coğrafya ve din kitapları bu türde (orta nesirle) yazılmıştır.
Divan Edebiyatı’nda düzyazılar,
yazılış amacı ve dil tutumu dikkate alınarak üçe ayrılır:
1.
Sanatlı (süslü) Düzyazı: Söz ustalığı göstermek amacıyla yazılır. Sinan
Paşa’nın Tazarru’at adlı eseri, bu türün en tanınmış örneğidir. Sanatlı
düzyazıya inşa denir.
2.
Orta Düzyazı:
Yer yer ağır ve süslü, yer yer sade bir dille yazılan düzyazılardır. Genellikle
tarih kitaplarında bu düzyazı türü görülür. Osmanlılar zamanında
tarihçilik,’vakanüvis’ adı altında yürütülen bir tür memurluktu. Sarayda
görevlendirilen vakanüvisler, önemli önemsiz her olayı günü gününe notlar
halinde yazarlardı. Bu eserler, olay anlatımına dayalı olduğundan, bilimsel
tarih anlayışıyla bağdaşmaz. Divan döneminin başlıca tarihçileri arasında
Aşıkpaşazade ,Ali, Ebülgazi Bahadır Han,Naima, Peçevi, Mütercim Asım
sayılabilir.
3.
Sade Düzyazı:
Dil ve anlatım ustalığının değil, ele alınan konunun önem taşıdığı düzyazı
türüdür. Bu anlayış nedeniyle, sade düzyazılarda ustaca söz söyleme çabası
görülmez; dil açık, yalın, doğaldır. Bu düzyazı türünü kullananlardan
başlıcaları şunlardır: Mercimek Ahmet , Katip Çelebi, Evliya Çelebi
(Eseri:Seyahatname).
Din
Dışı Yazı Türleri:
Tezkire, Tarih, Seyahatnâme, Sefaretnâme, Siyasetnâme, Münazara, Münşeat.
Divan
Edebiyatı Nazım Biçimleri
Ölçüsü ve uyağı olan söz ya da yazıya
“manzum” ya da “manzume” denir. Şiirde dize sayısı, dörtlük sayısı, sıralanış
düzeni, uyak yapısı gibi dış özelliklerin tümü, nazım biçimini oluşturur. Divan
şiirinde pek çok nazım biçimi vardır, ama birkaçı daha yaygın olarak
kullanılmıştır.
Biçimlerine Göre: Uyak, beyit, mısra,
bend, mesnevî, kasîde, gazel, rubaî, musammat, terkib-i bend, müsemmem, tuyuğ,
tahmis, tardiye, taşdir, tesdis, teşbiye, taşir, tezmin, muaşşer, muhammes,
murabba, müseddes, müstezat, şarkı
Konularına Göre: Din dışı: Bahariye,
Cevreviye, Fahriye, Mersiye, Mehdiye, Gazavatnâme, Sahilnâme, Sakînâme,
Kıyafetnâme, Surnâme, Hamamnâme, Şehrengiz, Hicviye, Hezliyat, Tarih Düşürme,
Muamma, Lûgaz, Dariye, Rahşiye
Dinî: Tevhid, Münacat, Na’at,
Makte’l-İ Hüseyin, Miraciye, Hilye, Mevlid, Kırk Hadis, Menkıbe, Kıssa
BEYİTLERLE
KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1.
GAZEL:
Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere
denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka
kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı
verilir. Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının
bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında anlam birliği
bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de
“yek-âvâz” gazel adı verilir.
2.
KASİDE:
Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun
şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine
“beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir.
3.
MESNEVİ:
Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir. Bir anlamda Divan
edebiyatında manzum hikâyelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz.
Mevlânâ”nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur. Mesneviler
aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve
şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan
edebiyatında roman ve hikâye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu
türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur. Aynı şair tarafından yazılmış
beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan
şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev”i-zâde Atâi”dir.
4.
KITA:
Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım
biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği bulunur. Pek çok konuda yazılabilir.
5.
MÜSTEZAT: Gazelin
özel bir biçimine denir. Uzun dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve
kısa dizeler gazel gibi kendi aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade”
adı verilir.
BENTLERDE
KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1.
RUBÂİ:
Dört dizelik ve kendine özgü ayrı ölçüsü olan bir nazım biçimidir. Konusu daha
çok dünya görüşüne ve şairin felsefi düşüncelerine yöneliktir. Edebiyatımızda
bu türün en başarılı son temsilcisi olarak Yahya Kemal gösterilmektedir.
2.
TUYUĞ (TUYUK):
Rubâi gibi dört dizelik bir nazım biçimidir. Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış
şair Kadı Burhanettin”dir. Bu biçim yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. (Rubai,
İran edebiyatından geçmedir).
BİRDEN
ÇOK DÖRTLÜKLER
1.
MURABBA:
Dört dizelik kıtalardan oluşur. Bent sayısı 3-7 arasında değişir. Her konuda
yazılır.
2.
ŞARKI:
Genellikle aşk, içki, eğlence konularında yazılan dört dizelik nazım biçimidir.
Biçim bakımından “murabba”ya benzer. Çoğunlukla bestelenmek için yazılır. Bu
biçim de tuyuğ gibi yalnızca Türk edebiyatına özgüdür. “Şarkı” biçiminin
yaratıcısı ve en güçlü şairi Nedim”dir.
NOT: Divan edebiyatında üçlü ya da
daha çok mısralı bentlerden meydana gelmiş nazım şekillerinin genel adı
MUSAMMAT”tır. Yani dört dizeden oluşan murabba, şarkı gibi biçimlerin; beş
dizeden oluşan tahmis, taştir, tardiyye gibi biçimlerin ya da altı veya daha
çok dizeden oluşan biçimlerin tümünün üst başlığı MUSAMMAT”tır.
3.
TERKİB-İ BENT:
Bentlerle kurulan bir nazım biçimidir. Her bent, sayısı 5-10 arasında değişen
beyitlerden oluşur. Bendin son beytine “vasıta beyti” denir. Terkib-i bentte
vasıta beyti her beytin sonunda değişir ve vasıta beyti mutlaka kendi içinde
uyaklı olur. Terkib-i bentlerde genellikle talihten ve hayattan şikâyetler,
dini, tasavvufi, felsefi düşünceler anlatılmış, toplumsal yergi niteliğinde
eleştirilere yer verilmiştir.
4.
TERCİ-İ BENT:
Biçim bakımından terkib-i bente benzer; ancak vasıta beyti her bendin sonunda
değişmez ve aynen tekrarlanır. Konularında daha çok Tanrının gücü, evrenin
sonsuzluğu, doğanın ve yaşamın karşıtlıkları vardır.
DİVAN
EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
1.
TEVHİT VE MÜNACÂT:
Tanrının birliğini ve yüceliğini anlatan şiirlere tevhit, Tanrıya yapılan
yalvarış ve yakarışları anlatan şiirlere de münacat denir. Daha çok kaside
biçimiyle yazılmıştır.
2.
NAAT:
Hz. Muhammed”i övmek için yazılan şiirlere denir. Bunlar da daha çok kaside
biçimiyle yazılmıştır.
3.
MERSİYE:
Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntü ve acıyı anlatmak için yazılan
şiirlerdir. Genellikle terkib-i bent biçimiyle yazılmıştır. (Bu türün, Eski
Türk Edebiyatı”ndaki adı sagu, Halk Edebiyatı”ndaki adı ise ağıttır).
4.
METHİYE:
Bir kimseyi övmek için yazılan şiirlerdir. Bunlar da genellikle kaside
biçiminde yazılmıştır.
5.
HİCVİYE:
Bir kimseyi yermek için yazılan şiirlerdir.
6.
FAHRİYE:
Şairlerin kendilerini övmek amacıyla yazdıkları şiirlerdir.
NOT: Divan edebiyatında bir şairin
şiirine, başka bir şair tarafından aynı ölçü, uyak ve redifle yazılan benzerine
“Nazire” denir. Bu, nazire yazan şairin diğer şaire karşı duyduğu saygı ve
beğeniden ileri gelmektedir. Edebiyatımızda bu türde de pek çok ürün
verilmiştir.
DİVAN
EDEBİYATINDA NAZIM BİRİMİ
Nazım sözlük anlamıyla “sıra”, “düzen”
demektir. Ama Divan edebiyatında nazım dendiğinde şiir anlaşılır. Divan
edebiyatı, daha çok şiir türünde örnekler içerir ve düzyazı eserler azdır.
Divan şiiri, kurallarını Arap ve İran edebiyatından alan aruz ölçüsüyle
yazılmıştır. Bunun yanında Nedim ve Şeyh Galip gibi bazı şairlerde hece
ölçüsüyle yazılmış şiirlere de rastlamak mümkündür. Divan şiirinde daha çok
Kur’an, Muhammed’in sözleri olan hadisler, peygamber ve kutsal kişilere ilişkin
öyküler, tasavvufun ortaya attığı sorular, ünlü bir İran efsanesini konu alan
Şehname gibi konular işlenmiştir. Bu şiirlerde Türk kültürüne ilişkin öğelerden
de yararlanılmıştır.
Divan şairi bu konuları, aruz ölçüleri
içinde ve çok yaygın biçimiyle beyitlerle yazmıştır. Tek satırdan oluşan dize
ya da mısra, genelde şiirin en küçük birimidir. Divan şiirinde ise en küçük
birim beyitten, yani iki mısradan oluşur. Sözcük olarak beyit “ev” anlamına
gelir. Mısra’ ise, çift kanatlı bir kapının kanatlarından her birine verilen
addır.
Aruz ölçüsünde açık ve kapalı heceler
çeşitli kalıplarda, kendilerine özgü bir düzen içinde sıralanır. Şairler
eserlerini yazarken seçtikleri kalıba mutlaka uymak zorundadır. Aruz, esas
olarak hecelerin uzunluğu ve kısalığı temeline dayanan bir şiir ölçüsüdür. İlk
kez Arap dilcisi Fatih Erduran tarafından kullanılmıştır. Türklerin İslamiyet’i
kabul etmelerinden sonra medrese kültürü ile yetişen şairlerin Farsçayı
edebiyat dili olarak benimsemeleri, aruzun Türk edebiyatına da girmesini
sağlamıştır.
Aruz ölçüsü nazım şekillerine göre
değişik kalıplarda kullanılır. Örneğin Rubâi nazım şekli ahreb ve ahrem adı
verilen belli aruz kalıplarıyla yazılabilir. Rubai’de mısralar; a+a+b+a
şeklinde kafiyelidir.
Divan
Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları
HOCA
DEHHANİ:
13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı
konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.
MEVLANA:
XIII. yüzyılda yaşamıştır. Birkaç
Türkçe beyit dışında, tüm şiirlerini Farsça ile yazan ünlü tasavvuf şairidir.
Oğlu Sultan Veled de tasavvufi konuları işleyen bir şair olarak bilinir.
Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektubat, tanınmış eserleridir.
ALİ
ŞİR NEVÂİ:
Çağatay lehçesinin en güzel
örneklerini veren şair 15. yüzyılda yaşamıştır. Muhakemetü”l-Lugateyn adlı
eserinde Türkçe“nin Farsça“dan daha üstün bir dil olduğunu savunmuştur. Hamsesi
vardır. Anadolu dışında Türkçe şiir yazan ilk şairdir.
ŞEYHİ:
15. yüzyılda yaşamıştır. “Harnâme”
adlı eseri edebiyatımızda ilk fabl türü eser olarak bilinmektedir. Mesnevi
alanında başarılı olmuştur.
SÜLEYMAN
ÇELEBİ:
15. yüzyılda yaşamıştır. Hz. Muhammed
için yazdığı Vesilet-ün-Necat (mevlit) adlı mesnevisiyle tanınmış bir şairdir.
(İslam edebiyatında Hz. Muhammed”in hayatını anlatan eserlere SİYER denir).
FUZÛLİ:
Fuzuli 16. yüzyılın en güçlü
şairlerindendir. Arapca, Farsça, Türkçe divanı olan tek şairdir. Eserlerini
Azeri lehçesiyle yazmıştır. Divan edebiyatının en lirik şairi olarak kabul
edilmektedir. Ona göre yaşamın anlamı acı çekmekle özdeştir. Platonik bir aşk
arayışı vardır. Din dışı konularda yazmakla birlikte tasavvuftan da etkilendiği
bilinmektedir. Kendisine bağlanan maaşı almasında güçlük çıkaran memurları
şikâyet etmek için yazdığı “Şikayetnâme” adlı mektubu edebiyatımızdaki en ünlü
yergilerden biridir. Divanlarından başka bir naat olan “Su” kasidesi, Leyla vü
Mecnun mesnevisi, Peygamber ailesini anlattığı Hadikat-üs-Süeda”sı Şah İsmail
ile II: Bayezid”i karşılaştırdığı Beng ü Bâde”si ve tıp bilgisini sergilediği
Sıhhat ve Maraz”ı en tanınmış eserleridir.
BÂKİ:
Baki,16. yüzyıl şairlerindendir.
Döneminde “şairler sultanı” olarak tanınmış ve saratın bütün olanaklarından
yararlanmıştır. İyi bir medrese eğitimi gördüğü bilinmektedir. Dünya
nimetlerinin hepsinden yararlanma anlayışındadır. Kanuni”nin ölümü üzerine
yazdığı mersiyesi çok tanınmıştır. Divanı vardır.
NÂBİ:
17. yüzyıl şairlerindendir. Divan
edebiyatında didaktik şiirler yazmasıyla bir yenilik olarak kabul edilmektedir.
Din, töreler ve sosyal yaşamla ilgili öğütler verir. Nâbi”nin Divan“ından başka
Hayriye, Hayrâbâd adlı iki didaktik eseri, gezi notlarını içine alan Tuhfet-ül
Harameyn”i ve Münşeat adlı eserleri vardır.
NEFİ:
Nefi, 17. yüzyıl şairlerindendir.
Edebiyatımızdaki en ünlü kaside şairi olarak bilinir. Övgülerindeki ve
yergilerindeki aşırılıklarıyla ünlüdür. Yazdığı hicviyelerindeki aşırılık
boğdurulmasına neden olmuştur. Hayal gücü çok zengin olan Nefi’nin somut
benzetmelerden yararlanması da belirgin bir özelliğidir. Türkçe ve Farsça
divanı olan Nefi’nin ayrıca hicviyelerini topladığı Siham-ı Kaza adlı bir eseri
de vardır.
NEDİM:
18. yüzyıl şairlerinden olan Nedim,
Lale Devri”nin şairi olarak bilinir. Eserlerinde aşk, içki, zevk ve sefayı
işler. “Mahallileşme akımı”nın önderi olan şairin Halk edebiyatından da
etkilendiği bilinmektedir. Şiirlerinde halkın ağzından alınma deyimler olduğu
gibi, halkın konuşma diline de oldukça yaklaşmıştır. Samimi ve içten bir
söyleyişi olan Nedim, şarkılarıyla tanınmıştır. Divan şiirindeki klişeleri
(mazmunları) bir ölçüde yıkmış olan şairin Divan“ı vardır.
ŞEYH
GALİP:
Divan edebiyatının 18.yüzyılda yaşamış
son büyük şairidir. Galatasaray Mevlevihanesinde şeyhlik yapmıştır. Nabi”nin
“Hayrâbâd”ına nazire olarak ve Mevlânâ”nın mesnevisinden etkilenerek yazdığı
“Hüsn-ü Aşk” adlı meşhur mesnevisinde, tasvvuf konusundaki düşüncelerini ortaya
koyar. Bu eserinde allegorik (sembolik) bir anlatım kullanan şair hayal
gücünden ve masal ögelerinden de yararlanmıştır.
EVLİYA
ÇELEBİ: (17.yy)
Edebiyatımızda gezi türünün ilk
örneklerini veren yazar, usta bir gözlemcidir. Elli yıllık bir süre içinde
gezdiği yerleri konuşma diline yakın bir dille anlatmıştır. Anlatımında
abartılı olmakla birlikte, Divan nesrinin kalıplarını da kırmıştır. 10 ciltlik
“Seyahatnâme” adlı eseri çok tanınmıştır.
NOT: Divan edebiyatının nesir yazarı
olarak tanınan diğer önemli yazarları şunlardır:
SİNAN
PAŞA:
(15.yy)
Tazarrunâme adlı süslü nesri ile
tanınır.
MERCİMEK
AHMET: (15.yy)
Farsça“dan çevirdiği Kabusnâme adlı
eseriyle tanınır.
NAİMÂ:
(17.yy)
Kendi adıyla anılan (”Naima Tarihi”)
adlı tarih eserinin yazarıdır.
KÂTİP
ÇELEBİ: (17.yy)
Batılıların Hacı Kalfa dedikleri yazar
ve düşünürdür. Arapca, Farsça, Fransızca, Latine bilen yazarın tarih, coğrafya,
matematik konularında yazılmış eserleri vardır.