sponsorlu reklam Admatic -sponsor

2016-2017 12. SINIF DİL VE ANLATIM KİTABI CEVAPLARI MEB YAYINLARI

2016-2017  12. SINIF DİL VE ANLATIM KİTABI CEVAPLARI MEB YAYINLARI, 12. SINIF DİL VE ANLATIM KİTABI CEVAPLARI MEB YAYINLARI 2016-2017-2018





12.Sınıf Dil ve Anlatım Kitabı Etkinlik Cevapları Ful cevaplar etkinlik ölçme değerlendirme ful cevapları kitap etkinlikleri www.talebedunyasi.com
sayfa 3 hazırlık çalışmaları
1)Toplumdaki olayların etkisiyle sanatıçının iç dünyasını yansıtma isteği
2)Yazarlar yaşadıkları dönemden etkilenirler.
3)Sanat eselerinin ilerlemede ne kadar önemli olduğunu söylüyor.
Sayfa 8
1)Kişi,yer,zaman,olay
2)Cumhuriyet dönemi yıllarında yazılmıştır.(2. Dünya Savaşı olabili.)Gerçekçiliği yansıtıyor.
3)Kişi kendisini olayın içinde hisseder ama tiyatroda farklı hem görsel hem de işitsel.
4)Dil ötesi işlevinde.Çünlü bu bir sanat metnidir.
3. etkinlik
1)1. metin savaş sonrası halkın çektiği yoklugu anltmıştır.2.metinde zamanın içinde akıp gittiğini,3. metinde realizm hakkın da bilgi vermiştir.
2)Realizm metninde ileti dogrudan verilmiştir.
3)İletisi dogrudan olan metinler sanatsal değillerdir.iletsi dolaylı yoldan olan metinler ise sanatsal metinlerdir.
4. etkinlik
-Kaymaklı tavuk göğsü:dil ötesi(sanatsal)
Realizm:Göndergesel
-Yazılış amaçları farklı olduğundan işlevleri farklıdr.
sayfa 9 5. etkinliği
sıır 1926yılında yanı cumhurıyetın ılanından sonra yazılmıştır. cumhurıyet donemınde saırler anadoluya yonelıse geçiş yapmıslar ve anadoluya yonelerek halkın yasayıslarını dıle getırmıslerdır bu bakımdan saır bulundugu donemden etkılenmıs ve anadoluyu konu etmıstır her eser bulundugu donemın ızlerını tasır umarım ısıne yarar
SAYFA=10
DİLLE GERÇEKLEŞTİRİLEN SANA ETKİNLİKLERİ :
1)ANLATMAYA BAĞLI METİNLER=FABL,MASAL,HİKAYE,ROMAN
2)GÖSTERMEYE BAĞLI METİNLER=TİYARTOa)KOMEDİ,b)TRAJEDİ c)DRAM d)ORTA OYUNU,e)KÖY SEYİRLİK OYUNU.
KENDİNİ COSKUYLA İFADE ETMEYE BAĞLI TÜRLER=ŞİİR
Dille gerçeleştirilen sanat etkinlikleri
Anlatmaya bağlı edebi türler
-Hikaye
-Roman
-Destan
-Masal
-Fabl
Göstermeye bağlı edebi metinler
-Tiyatro
-Bale
-Sinema
Kendini coşkuyla ifade etmeyebağlı türler
-Şiir
-Müzik
12. Sınıf Dil ve Anlatım sayfa  12 13
SAYFA 12
SANATSAL(1.BOŞLUK)
ZİHNİYET(2.BOŞLUUK)
2.SORU=1.DOĞRU 2.YANLIS
3.SORU=C SIKKI
4.SORU=E SIKKI
5.SORU= C SIKKI
KONUNUN TAMAMINA ULAŞMAK İÇİN YORUM YAZINIZ
SAYFA 13
GÖNDERGESEL(1.BOŞLUK)
2.SORU DOĞRU
3.SORU=B SIKKI
4.SORU=A
5.SORU=D
6.SORUU=B SIKKI
7.SORU=HATALI OLABİLİR AMA D SIKKIDA OLABİLİR
8.SORU=C SIKKI
9.SORU=C SIKKI
10.SORU=A SIKKI
Dil Anlatım 12. sınıf “MASAL” konusu Sayfa 25 29 30 31 32 33 34 35 36 CEVAPLAR
1.Bu kelime ve kelime gurupları olağan üstü varlıkla efsanevi bir dağı çağrışmaktadır.
2.İçinde olağan üstü olaylar ve varlıklar bulunan bir eser,hayal gücümüze de hitap ettiğinden bizi heyecanlandırır.
Hiçler Şehri’nde bir kız vardı. Bir gün eli yaralandı. Yarası iyileşmeye başladıktan birkaç gün sonra, merhem ve ilaç alıp yarasına sürmek için halasına gitti. Halası, “Bende merhem yok” dedi. Onun yerine iki yumurta verdi kıza.
- Bu yumurtaları pazara götürüp sat ve parasıyla attardan merhem al, dedi.
Şimdi dinleyin bakın, kızacağız başından geçenleri nasıl anlatıyor: Pazara giderken yolda yumurtalarımı kaybettim. Çok üzüldüm. Elimi keseye soktum. Kesenin dibinde bir kuruş buldum. Sonra yumurtaları bulmak için o bir kuruşu bir adama verdim.
Adam bana iğneden bir minare yaptı. Minareye çıktım. Şehrin dört bir yanına baktım. Yumurtalardan birinin tavuk olup bir ihtiyarın elinde dolaştığını gördüm.
İkinci yumurta horoz olmuş, bir köyde harman biçmekle meşguldü. Önce “Gidip horozu alayım”, dedim. Minareden aşağıya indim. Köye gittim. Oraya varınca horozumun kendisi için çalıştığı çiftçiye:
- Horozumu ver. Ayrıca sana çalıştığı kadarının ücretini de ver dedim.
Uzun tartışmalardan sonra çeltik ekili tarlanın ürününden bana bir öküz dengi hak vermesinde anlaştık. Harman kaldırıldıktan sonra yirmi beş batman pirinç benim payıma düştü.
Pirinçleri götürmek istedim. Çuvalım yoktu. Bir pire öldürdüm. Derisinden çuval yaptım. Pirinçleri içine doldurup horozun sırtına yükledim. Yürümeye başladım.
Çok pirincim olduğu için pirinç ticareti yapmaya karar verdim. Şehirden çıktım. İki konaklık yol gittim.Bir de baktım, horozun sırtı pirinç yükünden yara bere olmuş. Orada bulunanlara:
- Bu yaranın ilacı nedir? diye sordum.
- Ceviz içini kavurup horozun sırtına sürersen yarası iyileşir, dediler.
Bir ceviz içini kavurdum. Yarası iyileşsin diye sırtına koydum ve yattım. Sabah uyandığımda bir de ne göreyim, horozun sırtında kocaman bir ceviz ağacı bitmiş! Çocuklar ağacın etrafına toplanmışlar, ceviz düşürüp yemek için ağaca taş ve kesek atıyorlar! Ağacın dalına çıktım. Ağaçta yüz eşek yükü taş ve kesek toplandığını gördüm. Bir keser bulup yer dümdüz olana kadar kesekleri parçaladım. Burasının salatalık ve karpuz ekimi için uygun olduğunu gördüm.
Bir parça salatalık ve karpuz tohumu ektim. Ertesi sabah pek çok salatalık ve karpuz bitmişti. Bir karpuz koparıp kesmeye başladım. Karpuzu keserken çakım kayboluverdi.
Belime bir hamam peştamalı bağlayıp çakımı bulmak için karpuzun içine girdim. Çok büyük ve kalabalık bir şehir gördüm orda. O şehrin çarşısına gittim. Aşçı dükkanında bir dinar verdim, biraz çorba satın aldım ve içmeye başladım.
Çorba o kadar lezzetliydi ki kasesini bile yaladım. Kaseyi o kadar yaladım ki inceldi, inceldi neredeyse delinecekti. Bir de baktım ki kasenin dibinde bir kıl belirdi. Kılı alıp dışarı atmak isterken kılın ardından bir deve yuları çıktı. Yuları çektim. Arkasından yedi katar deve geldi. Develerin hepsi tam teçhizatlıydı.
Birbiri ardı sıra geldiler. Çakım da en arkadaki devenin kuyruğuna bağlanmıştı.
Masalımız burada bitti, ama serçecik daha evine gitmedi.
Sedef Bacı İNCELEME sorularının Cevapları -
1.Masallar olay örgüsü,kişiler,zaman ve mekan unsurlarından oluşturduğu bir yapıya sahiptir.masallardaki olaylar,kişiler ve mekanlar olağanüstü niteliklere sahiptir ve çoğu zaman hayali bir özellik göstermektedir.zaman ise belirsiz bir dilimdir.masallarda iyi-kötü,haklı-haksız gibi zıtların birlikteliği ve çatışması söz konusudur.halk masalları anonim bir özellik gösterir ve kuşaktan kuşağa sözlü gelenekle aktarılır.
2: olay örgüsü
-padişahın karısının ölmesi
-padişahın kara vezirin kızıyla evlnmesi
-kara vezirin kızının padişahın kızına kara sürmesi
-kara vezirin kızının üç şehzadeyi kuşa çevirmesi
-padişaahın kızının ,kardeşlerini bulmaya gitmesi ve onlarla buluşup dağların ötesinde bir yere uçması
-padişahın kızının iyileşmesi ve rüya görmesi
-bir padişah oğlunun sedef kızı görüp saraya götürmesi
-sedef kızın öldürülmek istenmesi
-üç şehzadenn insana dönüşmesi
-sedef kızın padişahın oğluyla evlenmesi
masaldaki bu olay örgüsü,masalın yapısını oluşturan temel unsurdur.
5. Etkinlik – fikirle.com
Sedef Bacıda Bulunan özellikler Sırasıyla:
- Sedef Kız ve üç kardeşinin Saraydan gitmesi
- ……………………………..
- ……………………………..
- Kara Vezirin kızının sedef ve kardeşlerini dinlemesi
- ……………………………..
- ……………………………..
- ……………………………..
- Sedef Kız ve üç kardeşinin zarar görmesi
- Sedef Kız’ın kardeşlerini aramaya gitmesi.
- ……………………………..
- Sedef Kız’ın kardeşlerini aramaya gitmesi
- ……………………………..
- ……………………………..
- ……………………………..
- ……………………………..
- ……………………………..
- Sedef Kız’ın Rüyası
- Sedef Kız’ın ve üç kardeşinin büyüsünün bozulması.
- Sedef Kız ve üç kardeşinin eski hallerine dönmesi.
- ……………………………..
- ……………………………..
- Sedef Kız’ın idamını önlemek için kardeşlerinin gelmesi
- ……………………………..
- ……………………………..
- Sedef Kız’a konuşmadan ayrık otuyla elbise ördürülmesi.
- Sedef Kız’ın örgüyü tamamlaması.
- Sedef Kız’ın Padişaha herşeyi anlatması
- ……………………………..
- ……………………………..
- ……………………………..
- Sedef Kız’ın evlenmesi.
Sedef bacı adlı masalın birinci paragrafı serim,diğer parağraflar düğüm,son üç parağraf ise çözüm bölümüdür.
Bu bölümler tema etrafında olay örgüsünün akışıyla birleşmektedir.
7.ETKİNLİK
“Sedef Bacı” masalındaki karşılaşmalar
-sedef bacının karaa vezirin kızıyla karşılaşması
-sedef bacının padişahın oğluylaa karşılaşması
Masallardaki karşılaşma ve çatışmalar,masalların vermek istedikleri iletiyi okuyucu veya dinleyiciye ulaştıran,onun ilgisini ve dikkatlerini ayakta tutan ve masalın yapı unsurlarının birleşmesine yardımcı olan en önemli unsurdur.
8.ETKİNLİK
masaldaki kahramanlar
iyi-kötü
haklı-haksız
güzel-çirkin
yardımcı-saldırgan
korkak-cesur
dürüst-hilekar
cimri-yardım sever
bahtlı-bahtsız
şeklinde sınıflandırılır.bu ifadeler insana özgü durumları ifade etmektedir.
SORU 3: masaldaki mekanlar:saray,dağ,diğer saray,has bahçe.Bu mekanlar masalda olayın geçtiği yerler olarak karşımıza çıkmaktadır.
10.ETKİNLİK
Sedef bacı masalında bir varmış bir yokmuş ,altı ayla bir göz,şafak sökerken,sabah sabah,akşam üstü,bir gün,gün akşam olmadan,o akşam,kırkgün kırk gece, gibi belirsiz zaman ifadeleri vardır.bu ifadeler saat ve takvimle ölçülebilen zamandan farklı olarak masalın olağan üstü durumuna katkıda bulunmaktadır.
SAYFA 32.
SORU4: Sedef bacı masalında herşeyi bilen vee herşeye hakim olan ilahi bakış açısına sahip bir anlatıcı bulunmaktadır
11.ETKİNLİK
Masalı istediğimiz bir yaşam biçimi ve insan ilişkisi üzerine kurduğumuzda olağan üstü unsurların kalkacağını unutmamalıyız.Bu sebeple masallar özgün halleriyle gerçeklik taşımazlar.
12.ETKİNLİK
sedef bacı masalı tekerlemeyle başlayıp yine tekerlemeyle bitmiştir.bu özellik masalların okuyucu ya da dinleyici karşısında dikkat çekmesini sağlar.
SORU5.
Sedef Bacı masalında öyküleyici beetimleyici ve olağaan üstü durumların nlatıldığı kısımlarda fantaastik yani düşsel anlatımdan yararlanılmıştır.
SORU 6:
Masalda göndergesel işlev hakimdir.
7:Masallar olağanüstü,kişiler,zaman,ve mekandan oluşan bir yapıya ve belirli bir temadan etrafında birleşen brimlere sahip olmaları dolayısıyla sanat metni özelliği gösterrler.
13.ETKİNLİK
-babasının bile gözünden düşüp ocak başına aattırmış onu.(nesne ekskliği)
-ya dağ dağ dolaaşır bulurum ya da araya araya yollarında ölürüm.(özne eksikliği)
cümlelerin düzeltilmiş halleri:
-bu iftira,babasının bile gözünden düşüp ocak baaşına attırmış onu.
-ya dağ dağ dolaşır bulurum onları yada araya araya yollarında ölürüm
14.ETKİNLİK
sedef bacı metnimiz akıcı-duru-açık ve yalındır
15.ETKİNLİK
İSİM-deve,pire,padişah,telek,çam,göl
SIFAT-on parmak,yağlı kaara,değme saray,üç kuş,bahtı kaara kız,üvey ana
ZAMİR-böyleeleri,onlar,sen,o,biz,bu
ZARF-araya araya,o gün,döne döne,ortalık kararınca,sütten ak,sudan pak
ANLAMA VE YORUMLAMA
1.masllar özellikle çocuk eğitiminde onlaara ahlaki değerleri kazandırmada kullanılabilecek önemli bir araçtır.
2.çocukların hayal dünyasının zenginli masallardaki olağaan üstü durumlaar ve kişilerin varlığı,onların masallara ilgi duymalaarına ve hayal dünyasında güzel bir yolculuk yaapmalarına sebep olduğu için tüm dünyadaki çocuklaar masalları sevmektedir
16.ETKİNLİK
FABL – MASAL
BENZERLİKLER                                     FARKLILIKLAR
düşsel olaylar vardır————-olay————-olağan üstü olaylar vardır.
insan dışındaki varlıklardır——–kişi—————-olağan üstü kişilerdir.
belirsiz zaman vardır————-zaman———-belirsiz zaman vardır.
hayaali mekanlar vardır———mekan———-hayali,olağan üstü mekan.
hakim anlatıcı vardır————anlatıcı———-hakim anlatıcı vardır.
19.ETKİNLİK
(Masal)
Olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren öykülerdir. Masal terimi öncelikle, Sindirella, Çizmeli Kedi gibi sözlü geleneğin ürünleri olan halk öykülerini kapsar. Ama sözlü gelenekle ilişkisi olmayan edebi yönü ağır basan bazı eserler de bu türün içinde yer alır. Halk masalları 4 temel grupta toplanır. Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.
Hayvan masalları genellikle kısa masallardır. Lafontaine masalları bu türün en güzel örnekleridir. Şeyhi’nin Har-name adlı eseri de Divan edebiyatındaki hayvan masalları türüne görmek gösterilebilir.
Olağanüstü masallarda, olağan varlıkların yanı sıra cin, peri, dev, ejderha gibi olağanüstü varlıklara da yer verilir. Gerçekçi masalların başlıca kahramanları ise padişahlar, vezirler, prenses ve prensesler, zenginler, hırsızlar ya da haydutlar gibi gerçek hayattaki kişilerdir.
Güldürücü masallar okuyan ve dinleyeni eğlendirmeyi amaçlayan masallardır.
ÖLÇME VE DEĞERLENDİRME
1:…….iyi-kötü ve haklı-haksız
:…….tekerleme……..
:……belirsiz……..
2: D………..D………..D……….Y……..
3:A
4:E
5:E(ESTETİK- BASİT SÖZCÜK)
6:B
4. Etkinlik
Dil Anlatım 12. Sınıf Hikaye(Öykü) sayfa 37 41 42 47 … 63 Cevaplar
Dil Anlatım 12. Sınıf Hikaye(Öykü) sayfa 37 41 42 47 … 63 Cevaplar
1. “Herkesin bir hikayesi vardır” sözü, insanın başından geçen bir olayın, belirli bir zaman ve mekanda yaşandığını ifade etmektedir. Ki insanoğlu yaşamı boyunca hem yaşadıkları hem de yaşattıklarıyla yaşamın içinde var olur.
Halk hikayesi örneği: Kerem ile Aslı
Maupassant Tarzı Hikaye Örneği: Pembe İncili Kaftan
Çehov Tarzı Hikaye Örneği: Yoldan Geçen Öykü
Ben merkezli hikaye örneği: Sinağrit Baba
Hikaye Türünün Tarihsel Gelişimi
2. Etkinlik-
4. Etkinlik-
“Hikâye”,
Türk kültür tarihinde en azından bin yıllık geçmişe sahip köklü ve yaygın bir kelime. Asırlardan beri, giderek zenginleşen bir mânâ çemberi içinde, dilimizde hem kelime hem de kavram olarak kullanılmış ve kullanılmakta. Arap dilinin “hakave” kökünden türeyen kelimenin Türkçe’ye İslâmiyet sonrası dönemde girdiğini tahmin etmek zor değil. İtiraf edelim ki, onun koltuğuna oturtulmak istenen “öykü”nün, zihnimiz, dilimiz, kulağımız ve gönlümüzde aynı derinlik, zenginlik, berraklık ve sıcaklığa sahip olduğunu söylemek, iki yüzlülük olacak.
“Hikâye” kelimesinin mânâsı hakkında lügat sahipleri şu açıklamalarda bulunuyorlar:
“Bir söz ve haberi nakl ve rivayet eylemek, bir nesneye benzetmek, bir kimseyi fiilen yahut kavlen taklit eylemek, bir kimseden bir kelam nakleylemek, düğümü çözüp muhkem eylemek.” (Âsım, Kâmûs Tercümesi)
“Nakletme, bir vak’a ve sergüzeşti sırasıyla anlatma, rivayet; hakikî veya uydurma ve ekseriya hisse kapmağa mahsus sergüzeşt ve vukuât; kıssa, mesel, roman.” (Şemsettin Sami, Kâmûs-ı Türkî)
“Nakletme, anlatma; bazı vukuâtın heyet-i mecmuası; fıkra, roman.” (Muallim Nâci, Lügat-i Nâci)
“Bir hâdisenin sûret-i vukuunu etrafıyla anlatmak ve söylemek, nakl ve rivâyet etmek; bir hâdise hakkında söylenen sözler, nakl, rivayet; hakikî veya hayalî bir vak’aya dair söylenen gülünç veya şâyân-ı itibar sözler; kıssa, masal, roman.” (Hüseyin Kâzım Kadri, Türk Lügati)
“Nakl, beyân-ı rivayet. Sergüzeştîn-i hikâye. Hikâye-i macera. Hikâye-i hâl, masal. Roman ki sahih veya gayr-i sahih bir vak’ayı şâmil makale, kitap.” (Ebüzziya Tevfik, Lügat-i Ebüzziya)
“Anlatma, roman, masal, olmuş bir hâdise” (Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat)
“Az çok ayrıntıları verilerek anlatılan olay; baştan geçen bir olayı anlatma; belli bir zaman ve yerde az sayıda kişinin başından geçen, gerçeğe uygun birtakım olaylar anlatan ya da birkaç kişinin karakteri çizilen roman türünden kısa yapıt, öykü; aslı olmayan söz.” (TDK, Türkçe Sözlük)
“Olmuş veya olması mümkün olayları yazılı veya sözlü olarak anlatma; bu şekilde anlatılan olay, mesel, kıssa; anlatma, nakletme; olmuş veya olması mümkün olayların anlatılması esasına dayanan edebî tür; boş, gereksiz laf, uydurma.” (D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük)
Lügatlerdeki açıklamalara dikkat ettiğimizde, “hikâye”nin kelime anlamı kadar kavram anlamı üzerinde de durulduğu ve yer yer bir edebî tür çerçevesi içinde tarif edilmeye çalışıldığını görürüz. Ancak tarif edilmeye çalışılan türün, günümüz okuyucusunun zihnindeki hikâye ile örtüştüğünü söylemek zor. Zira kelime veya kavramın açıklaması/tarifinde birden çok edebî tür/formun ismi zikredilmekte ve bunlar onunla müteradif olarak görülmektedir. O zaman, hikâye üzerinde konuşulurken dikkatlerden uzak tutulmaması gereken önemli bir husus; kelimenin kültür tarihimizde; “tarih, destan, kıssa, masal, mesel, menkıbe, rivayet, lâtife, fıkra, hurafe, roman, öykü, anlatı, benzetme” mânâlarında da kullanılmış olmasıdır. Söz konusu kullanımlardan “destan”, “kıssa”, “masal”, “menkıbe”, “lâtife”, “fıkra”, “öykü” ve “roman”nın bugün ayrı birer tür; “tarih”in ise sosyal bilim dalı olarak kabul edildiği herkesin malumudur.
Sanırım bu durum, hikâye kavramının kapsam alanı hakkında bize önemli ip uçları verecektir. Bunların başında da, insanoğlunun “dil”i veya “söz”ü kullanım tarzlarının başında, “tahkiye” veya “tahkiyeli ifade”nin yer aldığı gerçeği gelir. Bizim için daha da önemli olan ip ucu ise, -kültürümüzdeki genel ve geniş mânâsıyla- hikâyenin, edebiyat sanatının iki ana “form”undan birisini karşılamış olmasıdır. Kavram, böyle bir değeri, hem sahip olduğu tarih hem de edebiyat sanatı içindeki yeri ve öneminden elde etmektedir. Zira hikâye, -adı farklı da olsa- gerek Türk edebiyatı, gerekse diğer milletlerin edebiyat tarihlerinde köklü bir geçmiş ve geniş bir alana sahiptir. Söz konusu tarih, “mit” veya “destan”lara kadar götürülebilecek[1]; kapsam alanı ise, bütün milletlerin edebiyatlarının en az yüzde ellisini teşkil edebilecektir. O zaman, insanın söz sanatlarını keşfetmesinden bugüne, duygu, düşünce, hayal, intiba ve yaşadıklarının estetik ifadesinde, büyük ölçüde hikâye formunu tercih ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabiî ki bu tercih, sanatkâr açısından olduğu kadar okuyucu/dinleyici açısından da geçerlidir. İnsanoğlu, tarihin her devrinde ve dünya coğrafyasının her meskûn mahallinde hikâye anlatmış, dinlemiş veya okumuştur. Kaynağı ilâhî olan kitaplarda bile, mesajın sık sık hikâye formuna yüklenilerek takdim edilmiş olduğunu hatırlatmaya bilmem lüzum var mı?
O zaman hikâye, bugün “öykü”de ifadesini bulan tek bir türün değil, “mit”ten “modern hikâye” veya “roman”a kadar uzanan türler manzumesinin “genel” adıdır. Bu itibarla o, âdeta yüzyıllardan beri edebiyat deryasını gür sularıyla besleyen ana ırmaklarından birisidir. Tabiî ki, bu ırmağın insanlık tarihiyle yaşıt sergüzeşti boyunca suyunun hızı, miktarı, akış tarzı, rengi, kokusu, tadı ve kendisine farklı mesafe ve miktarlarda katılan kolları değişmiştir. Daha da önemlisi, onu besleyen pek çok kol, aynı vadide kalmasına rağmen, zaman içinde kendi başlarına var olma serüveni yaşamıştır.
Böyle bir formu, böylesi geniş bir kapsam ve tarihi içinde kucaklamaya kalkışmanın pek kolay olmadığını, sanırım herkes kabul eder. O sebeptendir ki bu yazı, yazarının, hikâyenin kültür tarihimiz içinde kazandığı en genel ve geniş mânâsından “öykü”nün daracık mânâsı arasında yaşadığı serüven dünyasındaki zihnî gezintisini ihtiva eden bir “deneme”dir. Zira form üzerinde, bütünü kapsayıcı birtakım teorik açıklamalarda bulunabilmek veya ona ait kriterlerden söz edebilmek, onu tarihi ve bu tarih içinde söylenmiş/kaleme alınmış bütün örnekleriyle birlikte kucaklamayı zarurî kılar. Unutmamalıdır ki teori, çoğu zaman pratikten yola çıkılarak kurulur. Dolayısıyla edebiyat teorisyeni, edebiyat tarihi, edebiyat tenkidi, mukayeseli edebiyat ve -belki de en önemlisi- bizzat edebiyat eserine muhtaçtır.
Edebiyat “bilim”iyle uğraşanların öncelikle şu gerçeği bilmesinde büyük fayda var: Genel veya bugünkü dar anlamıyla hikâye, diğer bütün edebî form veya türlerde olduğu gibi, tarihi içinde, dinamik bir oluş veya oluşum süreci yaşamıştır. Bir başka ifadeyle o, değişerek gelişmiş veya gelişerek değişmiş; bu esnada da pek çok edebî türle iç içe olmuş ve birçok yeni türe “analık” etmiştir. Değişimin sürekliliği, “tek” ve “donmuş” bir hikâye formundan bahsetmeyi imkânsız kılmaktadır.
Aslında bu durum, bütün sanat dalları ve bunların alt formları için de geçerlidir. Zira sanatın en temel ilkesi, yaratıcılık’tır. Her bir yaratma da, kendisiyle başlayıp yine kendisiyle biten ayrı birer olgudur; tekrar edilemez. Sanatın diğer temel ilkeleri olan ferdîlik ve orijinallik de, büyük ölçüde yaratmanın söz konusu mahiyetinden kaynaklanır. Söz konusu yükümlülüklerin insanı olan sanatkâr, kalemi eline aldığında, “gelenek”in birtakım hazır kalıplarıyla karşı karşıya kalır. Bu noktada o, ne bütünüyle geleneğe esir, ne de ondan büsbütün âzâdedir. Sözün kısası; sanatı ve sanat formlarını kesin bir standardizasyona tâbî tutup dondurmak, mümkün olmadığı gibi, onun tabiatına da aykırıdır. Bize düşen, bahis konusu formun “edebî gelenek” içindeki iç ve dış yapısında yaşadığı değişim ve dönüşümleri ana çizgileriyle tasvir etmektir.
Kabul etmek gerekir ki hikâye, tarihinin her döneminde veya her toplumun edebiyatlarındaki örneklerinde, öncelikle anlatma fiili üzerine kurulmuş bir edebî formdur. “Anlatma”, “hikâye etme” veya “tahkiye”, onun en temel alâmet-i fârikasıdır. Nitekim lügatler, hemen hemen istinasız bir biçimde “nakl/nakletme, rivayet, anlatma, anlatı, tahkiye” vurgusunda bulunurlar. Kelimenin kavram olarak tarif denemelerinde de durum bundan pek farklı değildir.
Aslında edebiyatın kendi içindeki “form/tür”leri, çok büyük ölçüde dil malzemesinin, -sosyal, kültürel ihtiyaç ve kabuller istikâmetinde- farklı biçim veya tarzlarda kullanılması ve kurgulanmasından doğarlar. Bir başka ifadeyle türler, geleneğin sanatkâra sunduğu, okuyucunun da yakından âşina olduğu kurumlaşmış estetik vasıta ve değerler bütünüdür. Zira edebiyat, “dil”le yapılan bir güzel sanattır. Onu diğer güzel sanat dallarından ayıran en önemli özellik de, malzemesinin dil olmasıdır. “Edebî türler teorisi bir sıralama prensibidir. Bu teori edebiyatı ve edebiyat tarihini zaman, yer, dönem ve millî dil gibi unsurlara göre değil fakat özellikle edebî kuruluş veya yapı çeşitlerine göre sınıflandırılır.[2]
Bu gerçeği Türkiye’de ilk defa açıklıkla edebiyat bilimi ile uğraşan akademik çevrelerin gündemine getiren Prof. Dr. Şerif Aktaş, edebiyatın kendi iç tasnifinde veya form/türlerinin tespitinde dilin kullanma ve kurgulanma tarzlarının esas alınmasını teklif eder.[3] Çünkü edebî eserin konusundan veya yine onun tâlî birtakım şekil özelliklerinden yola çıkarak edebiyat form/türlerini izaha kalkışmak, edebiyat bilimcisini yarı yolda bırakacaktır.
Şerif Aktaş’ın yaklaşımına göre, “destan”, “kıssa”, “masal”, “menkıbe”, “halk hikâyesi”, “mesnevî”, “fıkra”, “öykü” ve “roman”, edebiyatın Anlatma Esasına Bağlı Eser/Türler grubunu teşkil ederler.[4] Söz konusu eser/türlerde dil, bir şeyleri anlatma, hikâye etme, nakletme istikâmetinde kullanılır. Dolayısıyla adı geçen eser/türleri, Gösterme Esasına Bağlı Eser/ Türler (tiyatro) ve Coşkulu Anlatım Tarzına Bağlı Eser/Türler’den (şiir, mensur şiir) ayıran en temel nitelik, dili kullanma ve kurgulama biçimi/tarzıdır.
Bu sebeple anlatma, ilk önce hikâyeyi, “tiyatro” formundan kesin olarak ayırır. Çünkü tiyatronun en belirgin ve vazgeçilemez niteliği, “gösterme/sahneleme” esası üzerine kurulmuş olmasıdır. Şahıs kadrosunun yaşadığı olaylar, sahnede bire bir gösterilir veya temsil edilir. Dolayısıyla tiyatro, hikâye gibi anlatmaz, gösterir, sahneler. Bununla birlikte hikâye de zaman zaman gösterme/sahnelemeden faydalanabilir. Özellikle konuşma/diyalog ve “modern hikâye”de gördüğümüz dramatizasyon, hikâyeyi belli ölçüde tiyatroya yaklaştırır. Ancak bir hayli sınırlı olan bu gösterme, hiçbir zaman tiyatro seviyesine ulaşamaz.
Kısacası; uzun tarihi içinde anlatma esasına bağlı bütün eser/türleri kucaklamış olan hikâye anlatır, nakleder ve tahkiyede bulunur. Onda dil, temelde anlatma, hikâye etme ve nakletme çerçevesinde kullanılıp kurgulanır. Her devir ve toplumun hikâyeciden beklediği; gösterme, yorumlama, açıklama, ispatlama, tasvir ve tahlil etmesi değil; anlatma ve hikâye etmesidir.
Bu noktada ikinci bir soru ile karşılaşırız; “Hikâye, ne veya neyi anlatır?” Kabul etmek gerekir ki, bütün güzel sanatların ve tabiî olarak edebiyatın hem kaynağı hem yaratıcısı hem konusu hem de hitap ettiği biricik odak merkezi “insan”dır. Edebiyatın bir alt birimi olan hikâyenin kaynağı ve konusu da, elbette ki insan olacaktır. İnsanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, intibaları, yaşadıkları, içinde yaşadığı hayat (bu hayatın insanları ve olayları) ve buna duyduğu tepkiler.  Bu noktada hikâye, -yukarıda vurgulanan anlatmayı esas alması dışında- gösterme ve coşkulu anlatım tarzına bağlı eser/türlerle müşterektir. Zira edebî eser/türler için bir konu sınırlaması getirilemez veya edebî olan-olmayan şeklinde bir konu tasnifi yapılamaz. Dolayısıyla insanı merkez alan veya onu şu veya bu şekilde ilgilendiren her konu, edebî eserin malzemesidir. Daha da önemlisi, sanat veya edebîlik, anlatılanda değil, anlatma/söyleme tarzında kaynağını bulur.
O zaman sorumuzu biraz daha açmak zorundayız. “Hikâye ne veya neyi, nasıl anlatır?” Bu soru bizi, bir taraftan türün dil ve üslûbuna götürürken; bir taraftan da iç yapısına ve iç yapısını teşkil eden temel yapı unsurlarına götürecektir.
Hikâye, olay/olaylar’ı anlatır. Bizim de içinde yaşadığımız dünyada yaşanmış, yaşanabilir veya bütünüyle hayal mahsulü olay/olaylar. Formun iskeletini, sanatkârın belli bir düzen içinde kurguladığı ve adına olay örgüsü veya vak’a zinciri dediğimiz, olay/olaylar teşkil eder. “Destan, masal, halk hikâyesi, hikâye ve romanda vak’a asıl unsurdur, diğerleri vak’anın etrafında birleşerek eseri vücuda getirirler. (…) Vak’ayı yok saydığımızda, bu vadiye giren edebî nevilere ait eserlerden bir yığın söz kalır.”[5]
İnsanoğlunun hikâyeye bu kadar ilgi duyması ve onu sevmesinin sebebini bu noktada çözümleyebiliriz. Temelde yatan faktör, “merak”tır. “Ne olmuş?, Nasıl olmuş, Neden olmuş?, Sonra ne olmuş?” sorularında barizleşen insanın merak duygusu, onu hikâyeye götürür. Merak duygusu, çoğu zaman onun “hoşça vakit geçirme” arzusuna hizmet etmiş ve etmektedir. “Tahkiyeli ifadede asıl mesele ilgi, merak ve tesir uyandırabilmektir. Bunların sağlanması için bir ana vak’a ve onun parçaları olan olaylar düzenlenir.”[6] Ancak söz konusu sorular ve sanatkârın bunlara verdiği cevaplar, alelâdelik veya basit bir merakın sâiki ve cevabı olmaktan kurtuldukça, ciddî mânâda “gerçek”in kapılarını aralamaya başlar. İnsanın bizzat kendisi ve kendisini kuşatan hayata dair gerçekler.
O zaman hikâye için, insanın merak duygusunun var ettiği ve sonu kimi zaman hoşça vakit geçirmeye, kimi zaman da mutlak gerçek’e çıkan sorular yumağına, olayların estetik kurgusu ve anlatımıyla cevap bulma/verme gayretinin ürünü olan edebî türdür, tarzında bir tarif getirebiliriz.
Eğer hikâyede olay örgüsünden bahsediliyorsa, elbette bunları yaşayan veya var eden insan veya insan hüviyetindeki varlıklara; yani şahıs kadrosuna ihtiyaç duyulacaktır. Zira olay/olayların kendiliğinden oluşmasını beklemek, fizik kanunlarına aykırıdır. Üstelik hikâyenin konusunun insan olduğu gerçeğini bir kere daha hatırlayalım. Unutmayalım ki, olay örgüsüne anlam ve değer kazandıran insandır. Bu sebeple hikâyede amaç olay örgüsü değil, insan ve onun meseleleridir.
Hikâye formunun vazgeçilemez unsurları durumundaki olay örgüsü ve şahıs kadrosu, -sadece isimden ibaret bile olsa- belli bir mekân ve zamana ihtiyaç duyacaktır. Olayların sahnesi durumundaki reel veya irrel bir mekân ve şahıs kadrosunun bahis konusu olayları içinde yaşadığı reel veya irrel bir zaman. Böylece hikâyenin iskeletini oluşturan temel unsurlar tamamlanmış olur; yani olay örgüsü, şahıs kadrosu, mekân ve zaman her tür hikâyenin iskeletini teşkil ederler. Bu noktada genel mânâdaki hikâyenin ilk tarifine ulaşmış oluruz. Hikâye; belli bir zaman ve mekân bağlamı içinde, belli bir şahıs kadrosunun yaşadığı olay/olayları anlatan tahkiyevî bir edebî formdur.
Söz konusu temel unsurlara ilave edilmesi gereken çok önemli bir başka unsur daha vardır ki o, anlatıcıdır. Formun üzerine oturtulduğu anlatma fiilini gerçekleştirecek olan anlatıcı. Sözlü dönem hikâyesinin anlatıcısı, etiyle kemiğiyle dinleyici karşısındaki insandır; fakat yazılı dönemin hikâyesinde, gerçek insan anlatıcının yerini itibârî anlatıcı almıştır. İtibârî anlatıcı, -biz kendisini görmesek de- kimi zaman itibârî dünyanın tanrısı yetkileriyle donatılmış olarak, kimi zaman da şahıs kadrosundan herhangi biri olarak okuyucu/dinleyici karşısına çıkar. Kendine has bakış açısı ve tercihleri çerçevesinde hikâyesini anlatır. Dolayısıyla anlatıcının olmadığı bir zeminde hikâyeden bahsedilemez.
Yukarıda belirtilen ve her nevi hikâyenin iskeletini teşkil eden unsurların (olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân bakış açısı ve anlatıcı) mahiyetleri, gerçekle olan ilişkileri, hacimleri, kurgulanış tarz ve esasları, türün tarihi boyunca kültür, medeniyet, sanat anlayışı ve sanatkârlara göre, farklılıklar arz etmiştir. Söz konusu farklılıklar, bir taraftan hikâyenin tarih içindeki değişik görünümlerini belirlerken, diğer taraftan da anlatma esasına bağlı eser/türlerin oluşumuna zemin hazırlamıştır. Meselâ; “masal” veya “destan”ın anlattığı olayların gerçekliği ile “modern hikâye” ve “roman”ın anlattığı olayların gerçekliği arasında büyük fark vardır. Yine “masal” ve “modern hikâye” ile “destan” ve “romanın” olay örgülerinin hacimleri arasında çok açık orantısızlık söz konusudur. “Destan” ve “masal”ın anlatıcısı, içimizden birisi; “modern hikâye” ve “roman”ın anlatıcısı ise itibarî bir varlıktır.
Ancak ortak olan taraf, yazar veya toplum muhayyilesinin (anonim eserler) söz konusu unsurlarla giderek belirginleşen itibârî (fiktif) bir dünya kurmuş olmasıdır. Yani, içinde yaşadığımız dünyadan derlenen malzemenin, belli bir seçme, ayıklama ameliyesinden sonra, sanatkârın zihnindeki konuya uygun ve estetik bir biçimde yeniden kurgulanması. Dolayısıyla hikâye bize, her zaman itibârî bir dünya sunar. Bu dünyanın insanları, olayları, mekânları ve zamanı, içinde yaşadığımız dünyadakilere benzemekle birlikte gerçekte onlardan farklı ve başkadırlar. Hikâyeyi, “tarih”, “hatıra” “biyografi” ve “otobiyografi”den ayıran temel farklılık da buradadır. Ayrıca itibârîlik, bütün eserlerin edebîliği noktasında, olmazsa olmaz değerlerden birisidir. Sanatkârın başarısı, kendisinin veya başkalarının yaşadıklarını, bire bir taklit etmesinde değil, bunlardan hareketle zihnindeki konu/temaya uygun, son derece tutarlı ve estetik bir itibârî âlem yaratabilmesindedir.
Bu noktada hikâyenin, “şiir”den çok açık biçimde ayrıldığını söylememiz gerekir. Zira hikâyeci konu, tema ve mesajı, şairin yaptığı gibi doğrudan doğruya ve direkt olarak ortaya koyamaz. Konu, tema ve mesajını, yukarıda belirtilen temel unsurlara yüklemek mecburiyetindedir. Dolayısıyla hikâyedeki olaylar, şahıslar, mekânlar ve zaman, gerçekte sanatkârın zihnindeki konu, tema ve mesajın somutlaştırılmasında birer figür veya semboldür. Söz konusu durum, bütün anlatma esasına bağlı eser/türler gibi, hikâyenin de önemli ölçüde sembolik bir form olduğu gerçeğini hatırlatır. Ondaki sembolik yapı, “masal” ve “mesnevî”lerimizde kendini çok daha açık biçimde ifşa eder. Demek ki hikâyede konu, tema ve mesaj, olay örgüsü, şahıs kadrosu, mekân ve zaman unsurlarının kurgulanmasından doğan itibârî dünyanın bütününe yüklenmiş veya bütün içinde gizlenmiştir. Yani direkt olarak değil, endirekt olarak okuyucunun zihni ve sezgisine bırakılmıştır. Hâlbuki şair, duygu, hayal, düşünce ve intibalarını doğrudan doğruya dile döker, açıklar, yorumlar, izah eder. (Burada söylemek istediğimiz; şiirin imajlarla yüklü fiktif dünyasından öte bir husustur.)
Ayrıca şiirde çok büyük ölçüde kendi ruh dünyasının üzerine kapanan sanatkâr, hikâyede dikkatini daha çok içinde yaşadığı hayat ve bu hayatın insanları üzerinde yoğunlaştırır. “Hikâyeciler, şairlerin aksine, kendi ‘ben’lerinden çok ‘başkaları’ndan bahsederler. Bilhassa ‘insanlar arasındaki anlaşmazlık ve çatışma’ hikâyede önemli bir yer tutar. (…) Dikkatini kendi ‘ben’inden çok başkalarına yönelten hikâyeci, insanı anlamağa çalışan psikolog, sosyolog veya filozofa yaklaşır. Öyle sanıyorum ki hikâyeci, insanı ilim adamlarından daha iyi anlar. Çünkü onun konusu ‘genel’ olarak insan değil, ‘özel’ olarak insandır, yani ‘şahsiyet’ ve ‘fert’tir. ”[7] Dolayısıyla hikâye, şiire göre daha objektiftir. Şiir ise sübjektif ve lirik. Hikâyeci, şairin sübjektifliğini olabildiğince geri plâna itmek durumundadır. Nitekim hikâyeci, itibârî anlatıcı vasıtasıyla yavaş yavaş kendisi ile eseri arasındaki göbek bağını koparmış; koparmak zorunda kalmıştır. Ayrıca hikâyenin dili çoğunlukla mensur; şiirinki ise çoğunlukla manzumdur.
Hikâye formunun geneli üzerinde konuşurken belirtilmesi gereken önemli bir başka husus; doğu (özellikle İslâm kültür ve medeniyetine mensup milletler) ve batı (Antik Yunan-Lâtin kültür ve medeniyetinden hız alan pozitivist zihniyet yapısına bağlı milletler) hikâyelerinin birbirinden farklı olduğu gerçeğidir. Bunun arkasında Tanrı, varlık ve insan anlayışındaki farklılıklar; dolayısıyla buna paralel olarak şekillenen sanat anlayışındaki farklılıklar mevcuttur. Sonunda da mimesis ve tecrit kavramlarıyla özetlenebilecek iki ayrı sanat veya yaratma tarzı ile karşı karşıya geliriz. Bilindiği gibi batı, ta Eflâtun ve Aristo’dan bugüne olan sanatı ve bu arada hikâyesini, haricî âlemin “taklit”i veya “yansıtma”sı esası üzerine inşa eder. Pozitivist zihniyetin gelişmesine paralel olarak da bu yaklaşım tarzını, gerçeğin sebep-sonuç ilkesi dâhilindeki bire bir taklidi/yansıtılmasına kadar götürür.
Hâlbuki doğu hikâyesi ve sanatı, böyle bir anlayıştan; yani “görünen ve “olan”ın salt dış görüntüsünü yansıtmak veya taklit etmekten uzaktır. Doğuda hikâyeci, görüneni/olanı değil, bunun arkasındaki “öz”e ulaşma amacındadır. Dolayısıyla haricî âlemin görünen kabuğunu aşarak arkasındaki öze ulaşmak ister. Zira onun için asıl hedef “kesret” değil, “vahdet”tir. Bu sebeple doğu hikâyesinde sembolik yapı çok daha belirgin ve esastır (Hüsn ü Aşk). Doğu hikâyesinde, batı hikâyesinin vazgeçilemez taraflarından biri olan insanın kaderiyle yüz yüze gelmesine; çıkmaza veya trajik duruma düşmesine izin verilmez. Bu noktada o, sık sık “olağanüstü”, “mucize” ve “harikulâde”nin kanatlarına sığınır. Ayrıca “kıssadan hisse”, doğu hikâyesinin temel amaçlardandır.
Buraya kadar olan satırlarda söylediklerimiz, çok büyük ölçüde genel mânâdaki hikâyenin olduğu kadar, anlatma esasına bağlı diğer eser/türlerin de temel ve vazgeçilemez unsur ve nitelikleridir. Unutmamalıdır ki “destan”, “masal”, “menkıbe”, “efsane”, “halk hikâyesi”, “mesnevî”, “fıkra” ve “roman” da olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân ve anlatıcı müşterekliği içinde bize temelde hep hikâye anlatırlar. İşte, modern hikâye formunu kendine has somut nitelikleriyle izah etmek durumunda bulunan edebiyat bilimcisinin sıkıntısı, bu aşamada kendini çok daha açık bir biçimde hissettirir. Zira modern hikâyenin kendine has niteliklerini tespit edebilmek, onu, modern hikâye ile diğer anlatma esasına bağlı türlerin tek tek mukayesesi mecburiyeti ile yüz yüze getirir. Unutulmamalıdır ki, türün ayrıcı nitelikleri, söz konusu müşterekliklerin dışında veya müşterek unsurların iç farklılıklarındadır.
Anlatma esasına bağlı eser/türleri, modern hikâye ekseninde tek tek mukayese etmeye kalkışmanın, bu yazının sınırlarını çok zorlayacağı açıktır. Bu sebeple yazımızın bundan sonrasını modern hikâyenin genel hikâyeden farklı olan taraflarını işaret etmeye ayıracağız.
Günümüzdeki hikâye veya modern hikâye kavramının karşıladığı tür, batıda ancak XIX. yüzyılda, Türk edebiyatında ise XIX. yüzyılın sonlarında kesin formuna ulaşmış, müstakil bir tür hâline gelip tam mânâsıyla bağımsızlığını kazanmıştır. Guy de Maupassant, Walter Scott, Edgar Allen Poe, Hoffmann, Anton Çehov gibi yazarlar, modern batı hikâye türünün; Halit Ziya, Ömer Seyfettin, Refik Halit, Memduh Şevket, Sait Faik ise, modern Türk hikâyesinin klâsik yapısına kavuşmasında büyük emeği geçmiş isimleridir.
Modern hikâyenin, gerek geçmiş gerekse günümüzdeki anlatma esasına bağlı türlerden farklı ve ayırt edici ilk ve en önemli özelliği, kısa mensur metin olmasıdır. Bir oturuşta okuyuvereceğimiz bir metin. “Kısa mensur metin” olma, onu “roman”, “destan”, “mesnevî” ve yer yer “halk hikâyesi”nden ayırır. Ancak burada “kısalık”ın tam ölçüsünü vermek zordur. Nitekim tür bu noktada kendi iç istikrarsızlığı yaşamaktan kurtulamaz. Uzun hikâye, kısa hikâye, mini hikâye gibi hacme bağlı isimlendirmeler, söz konusu istikrarsızlığı yansıtır.
Aslında modern hikâyenin kısalığını, metnin hacminden ziyade, onun iç yapısını teşkil eden; konu, olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman ve mekân unsurlarının darlığında veya daraltılmış, sınırlandırılmış olmasında aramak gerekir. Yani temel yapı unsurlarının mahiyeti ve niteliğindeki farklılıklarda. Modern hikâye yazarı öncelikle, hikâyesini üzerine bina edeceği olaylar zincirini, bunu var edip yaşayacak olan insan sayısını, olayların yaşanma zamanı ve mekânını, romana göre son derece sınırlı tutmak mecburiyetindedir. Bu sebeple modern hikâyede olaylar, uzun ve karmaşık değildir. Konunun ayrıntılarına girilmez. Kahramanlar bütün yönleriyle değil, büyük ölçüde tek bir yönleriyle irdelenir. Her türlü anlatımda ayrıntıya, savrukluğa yer verilmez. Söz konusu dar bir dünya içinde yoğunlaşılıp, türün imkânlarını zorlanmadan estetik ve itibarî bir dünya kurulması gerekir. Dolayısıyla hikâyeciden beklediğimiz, “destan” ve “roman”da olduğu gibi, koca bir toplumun veya devrin hayatını kucaklamak; bir insanın uzun yıllar içindeki hayatını bütün yönleri ve olayları ile sunmak değildir. Toplum veya insan hayatından alınan bir “kesit” veya bir “dilim”in estetik takdimi, onun esas amacı olmalıdır.
“Hikâye ile romanın farkı vardır. Roman bir vak’anın alettafsil hikâyesidir ki, aza-yı vak’a ile eşhâs-ı vukuâat üzerine kariinin teveccüh ve hissiyâtını celb ve cem’e herşeyden ziyâde dikkat olunur. Hikâye ise vak’anın sadece nakil ve rivâyetinden ibarettir; tefsilâta tahammülü yoktur. Âdeta hikâye bir romanın hülâsası demektir. İnfiâlât-ı şedideye de tahammülü yoktur. Ne söylenecekse birkaç sahife içinde söylenip bitirilivermelidir; fakat her hülâsada olduğu gibi bunda da marifet vukuâtın canlı noktalarını tefrik ve intihabdır.”[8]
Kısacası hikâye; “şahıs, zaman, mekân bakımından daralmış; konu edindiğini (objeyi veya süjeyi) sınırlandırarak hareket unsurlarını en aza indirmiş; düşünce, duygu, hayal ve takdim tekniği bakımından en yoğun olan tahkiyeli ifade türüdür.”[9]
Olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman ve mekân unsurlarının “gerçek” veya “gerçeğimsi” ile olan sıkı ilişkisi, modern hikâyeyi, “destan”, “masal”, “efsane” ve “menkıbe”den ayırır. Batı pozitivist zihniyetinin eseri olan modern hikâye, mucize, olağanüstü ve harikulâdeden uzaktır. O, son iki yüzyılın büyük ölçüde yalnızlaşmış insanını, bu insanın günlük hayat içindeki yaşadıklarını, sıkıntılarını, bunalımlarını, çıkmazlarını, kendisi ve toplumla olan çatışmalarını, anlatır. Kimi zaman itibarî âlemin dış görüntüsü ve olayları üzerinde yoğunlaşırken, kimi zaman da buradan hareketle insanın iç dünyasına eğilir. Bu noktada o, gücünü muhayyileden çok realiteden alır. Kurgusunda, pozitif aklın sebep-sonuç ilkesini tercih eder.
“Her hikâyeci bize eseri ile hayatın ve insanın ayrı bir yönünü gösterir. Hikâye anlaşılması son derece güç olan hayatın ve insanın içine âdeta bir pencere açar. Günlük hayatta biz hayatı ve insanı dıştan görürüz ve pek az anını biliriz. Hikâyeci bu dış görünüşün arkasındaki gerçekleri keşfeder. Güzel hikâyelerin hemen hepsinde, bilinmeyen bir gerçeğin ifadesi vardır.”[10]
Modern hikâye
, yaklaşık iki asırlık tarihi içinde, iki ana çizgide belirginleşir. Bunlar; Maupassant tarzı hikâye (vak’a hikâyesi)ve Çehov tarzı hikâye (durum hikâyesi) formlarıdır. İlkinde daha ziyade belirgin bir vak’a üzerine kurulan tür, ikincisinde günlük hayatın tabiîliğini esas alır.
Modern hikâyenin dili, bütünüyle mensurdur. Üstelik bu dil, tamamiyle sanatkârın ferdiliğini yansıtan bir üslûba sahiptir. “Destan”, “masal”, “efsane”, “menkıbe” ve “halk hikâyesi” gibi, müşterek şuurun, çoğu zaman kalıplaşmış anonim dili, modern hikâyenin dışındadır.
Hulâsa hikâye;
öncelikle insanın sözü keşfettiği günden bugüne en çok başvurduğu bir anlatım tarzı; edebiyat sanatı içinde “mit”ten “modern hikâye”ye kadar uzanan pek çok anlatma esasına bağlı eser/türün müşterek üst formu; son iki asırdır da, anlatma esasına bağlı eser/türler şemsiyesi altında müstakil bir edebî türdür. Modern hikâye; gerçek ya da gerçeğe uygun olay ve durumların; insan, zaman ve mekân unsurlarıyla birlikte itibârî bir dünya çerçevesinde ve üzerinde durulan konu, tema ve mesaja uygun bir biçimde kurgulanıp; ayrıntıya girilmeden ve bütünüyle yoğunlaştırılarak, okuyucuya estetik haz verecek tarzda anlatılmasından doğan kısa ve mensur bir edebî türdür.
İnceleme-
Olay örgüsü, kişiler, zaman ve mekan unsurlarından oluşan bir yapısının olması hikayelerin temel ortak özelliğidir.
2.
Kamyon hikayesinin yapısını olay örgüsü, kişiler, mekan ve zaman unsurları oluşturmaktadır.
6.
Etkinlik-
Kamyon adlı hikayenin olay örgüsü:
- Kamyonun yolculuk için hazırlanması
- Genç bir köylünün yolculuk için gelmesi
- Yolculuğun başlaması
- Genç köylünün kamyondan atlayarak uçurumdan düşmesi.
Olay örgüsünü meydana getiren bu parçalar, tema etrafında birleşerek hikayeyi oluştururlar
Kamyon adlı hikayenin ana kahramanı, genç köylüdür.Kamyon şoförü, yamak, manifaturacı, genç köylünün babası ve arkadaşı ile kamyondaki yolcular yardımcı kahramanlardır.Bu kahramanlar temanın verilmesinde ve olay örgüsünün akışında ana kahramana yardımcı kişilerdir.
Karakter: Duygu, düşünce, konuşma ve davranış bakımından bireysel nitelikler gösteren, kendine özgü kişilik özellikleriyle diğer insanlardan ayrılan, yer aldığı eserin olay örgüsü ve içeriği ile ele alınıp çözümlenebilecek ve bu bakımdan başka eserlerden ayırt edebilecek kahramanlardır.
Tip: Belirli davranışlar sergileyen, zihniyet ve çevreyi temsil eden, benzerleri diğer hikayelerde de bulunabilen, kalıplaşmış kahramanlardır.
Buna göre kamyon adlı hikayenin ana kahramanı bir karakterdir.
3. Hikayedeki mekanlar:
- Zincirli Han
- Kamyon Kasası
Bunlar dışında bir geriye dönüşle anlatılan genç köylünün köyü vardır.
Bu mekanlar olayların yaşandığı yerler olarak karşılaşma ve çatışmaların tema etrafında verilmesi yardımcıdır.
4. Bu mekanlar, tema etrafında hikaye kahramanların karakter özelliklerine uygun olarak yapıyı oluşturan unsurlardır.
5. Hikayede belirgin bir zaman ifadesi söz konusu değildir.Hikayede “yolculuğun ikinci günü akşamına doğru” şeklinde bir ifade mevcuttur. Bu anahtar ifadeden yolculuğun başladığı ilk gün hikayenin başlangıcı kabul edilebilir.Hikayede genç köylünün babası ve arkadaşı ile ilgili kısımda ise geçmiş zamana bir dönüş söz konusudur. Bu zaman dilimleri hikayenin yapısına bütünlük kazandırmak amacıyla kullanılmıştır.
8. Etkinlik-
Hikayenin teması, yoksulluk ve çaresizliktir.Bu tema, hikayenin yazıldığı dönem ve yazarların benimsediği gelenekle paraleldir.Temayı, günümüz şartlarını da göz önünde bulundurarak güncelleştirebilirsiniz.
9. Etkinlik- fikirle.com
Hakim(İlahi) Anlatıcının Bakış Açısı -  özellikleri: Herşeyi bilen, herşeyden haberdar, kahramanların, psikolojisi ve olay örgüsüne hakimdir.
Müşahit(III. Şahıs) – Anlatıcının Bakış Açısı: Kamera tarafsızlığıyla her şeyi gözleyen ve olduğu gibi yansıtan anlatıcıdır.
Kamyon hikayesinin farklı anlatıcıların ağzından anlatılması hikayenin kurgusunun ve temasının verilmesinde bir bütünlük sağlamak amacıyladır.
6. Hikayede betimleyici ve öyküleyici anlatım türleri kullanılmıştır.
Öyküleyici anlatıma örnek olarak hikayenin bütünü, bu bütünün içerisinde betimleyici anlatıma örnek olarak da hikayenin şu kısımları verilebilir:
“Kamyon, Zincirli Han’ın dar ve başık kapısından, yan duvarlara sürtünüp sıvaları dökülerek ve üzerine bağlanmış sepetlerle çuvalları 4 tarafa fırlatarak ıkına sıkına çıktı…(Bu cümlelerle başlayan kısmı örnek olarak verebiliriz.)
Sayfa 42
10. Etkinlik
Hikaye Türleri:
a)
Halk Hikayesi
b)
Maupassant(olay) Tarzı hikaye
c)
Çehov(Durum) tarzı hikaye
d)
Ben merkezli Hikaye
a) Halk Hikayesinin özellikleri:
16. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan, genellikle aşıklar tarafından nazım-nesir karışık bir ifade tarzı ile dinleyicilere karşı anlatılarak nesilden nesile intikal eden, yer yer masal ve destan özellikleri gösteren hikayelerdir.
b) Maupassant(olay) Tarzı hikaye:

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

sponsor reklamı

SPONSOR REKLAMI

derskonumesnk