Meddah hikayeleri örneği
BİR MEDDAH HİKAYESİ
İkinci Osman dönemi. Teması aşk ve uçarılık ile işlenmiş bir senaryo, mirasyedilik, işret, hile yapma, İstanbul’dan Mısır’a gitme ve sonunda da Bedesten’de dükkan sahibi olma gibi durumlarla gelişen olaylar dizisinde sevdiği kadını hile ile kocasının elinden alan kişi hikayenin kahramanıdır. Bu hikayede de kahramana sevdiği kızı vermezler, o da Mısır’a kaçıp para pul sahibi olup İstanbul’a döner ve bir hileyle sevdiği kadını kocasından ayırır.
EBE, HALLAÇ, ABDULLAH AĞA
Hotun Fatihi Osman Han zamanında, İslamboli Abdullah Ağa pederi Haci Ali vefat. Mal-ı pederi tüketti, iflas. Pederinin karındaşlığı hem-cıvarı Hacı Veli’nin Emeti nişanlısı iken,
“Böyle sefihe kız vermem,”
demiş idi. Terk-i diyarına sebeb budur. Bu parasız Mısır’a vusul. Zen-i mükellefeye harf-endaz; hanesine vusul buldu. Fail mef’ul, mef’ul fail.
“Zira seni ben sayd eyledim.”
Kaide üzre olur mu? Cariye ile zevk-i vafir-germ.
“Ne zaman gelürsün?”
“Eski nazarla istimal ederim,”
der. Vusul ila İslambol. Sultan Hamamı. Ebe kadına sual.
“Oğul Abdi, ölüler dirilür mi?”
Kızı sual.
“Ayasofya kurbunda bir hallaca verdiler. Misbahı belinde, dükkanı zir-hane,”
der.
“Canım, Ebe Hanım!”
Ebe:
“Hele bir kerre bakayım,”
dedi. Mürekkebi sof ferace, kemik başlı hizran asa, ol semte varub ilk muhibbesine verdi.
“Biz de istedik mi idi, oğlum!”
Seyr eden güğümbaşılıktan ekmek aldı.
“Eli dedik, avuçla cevahir, ev ister. Kızlar Aydın Ağa’nın sarayı, odalığı andıran düz, bekçi bile odalar. Müezzin Çelebi evi karanlıktır, gündüz mumla oturmalı, dağlara,taşlara ölüsü çarşıda yıkanur. Ah, büyük kadın, dört ay evvel olsa! Rüstem Ağa evi , deriz; sonra İvaz Çelebi aldı, sonra Derviş Hoca aldı. Şimdi dört aydır bu hallaç aldı. Mezadda gezdi, yattı. Kelimatından üç,dört sahibin haber aldı, oğul. İbtida Rüstem, sonra Müezzinzade Hacı Çelebi , sonra Derviş Hoca, oğul.”
“Kadın, niçün ağlarsın?”
“Üsküdarda olurum.”
“Pek söyle, arkadan işitdirmezler.”
“Dergehde şeyh değildim, şimdi öksüzüm!”
Biri de onlar gibi açdı elile,içeri,dükkanda bekler. Yüzün bile yumdu; sonra evine. Hasta.
“Evvel dil, ağız verme, karınız gündüz de duysun,”
der, gider.
“Abdi, başlankıçın yaptım; sandık amade. Akşam namazı sine,” “hay kara saplı bıçak hamleye kan düşürme!”
Sultan Hanımı’nda Ebe:
“Hin-i sehre dek gidemem, bre zalim adam. Eyi mi olacak? Sevdayı mehenklidir. Ahşama dak ta’viz, ta’vik, sandıkla erhandır, deyü hallaca tahmil geldi. Tabirat-ı garibe ile ilaç nakli. Hasta-ciğerim, kokum tiryaktır, kurdularbürüncekli. İki bardak balıklı ayazma, sulu manastır, kalfa kapusu murad savmaktır. Ertesi, Üsküdar’da Eski Çamlıcadan yedi kozalak, yalnız selviden, toprak alem dağından bir karış Koca Yemişi. Çubuğunu kocası kendi eline kesmelidir. Abdi’yi duyrurmalıdır,”
der.
Bi-vakt Ayasofya, Et Meydanı, Firuz Ağa,Acı Hamam, Asmalı Mescid,Dikilitaş, Sedefciler, Irgat Pazarı,Keresteciler aşub Kadın Çeşmesi, Okcularbaşı,Eski Darphane, Simkeşhane önü, Sultan Bayezid Hamamı, Kıymacılar Kol. Tabanı yassı yeniçeri ağası tuttular. Bulunmak kabil değil.
“Haseki Bostancısıyım,”
diye düştü.
“Eve gönder!Tövbekar hanım villada ihtifa’acaiben. Garaib ademdir, kukladır.”
Villada da acaib oynadılar. Zarafetle kaçdılar. Oyun tamam, bahşiş.
“Bir dahi artık olmaz,”
mırıldandı.
Anlattı: nakl-i macera. Eve geldi.
“Yetmiş yaşımda, elime daire aldım da oynadım, duydun mu?”
“ne zaman kavga olsa bunu söylersin.”
Murad da ayrıldı, Abdi Ağa’ya vardı. Pederinden kalan, Abdi Çelebi’nin Mısır’dan fazladan getirdiğiyle zam, bedesten, dolap. Evleri durur kirada idi.
“Bir miktar akarat da kazan var,”
der. Baki ömürlerin itmam.