sponsorlu reklam Admatic -sponsor

SÜLEYMANİYEDE BAYRAM SABAHI TAHLİLİ-İNCELEMESİ-ŞEKİL ÖZELLİKLERİ-SÖZ SANATLARI

SÜLEYMANİYEDE BAYRAM SABAHI TAHLİLİ-İNCELEMESİ-ŞEKİL ÖZELLİKLERİ-SÖZ SANATLARI, ŞİİR TAHLİLLERİ, SÜLEYMANİYEDE BAYRAM SABAHI AHENK UNSURLARI SEKIL OZELLIKLERI SOZ SANATLARI,





SÜLEYMÂNİYE’DE BAYRAM SABAHI
ŞİİRİNİN TAHLİLİ
 1.TAHLİLİ

            Yahya Kemal’in   Süleymâniye’de Bayram Sabahı adlı  şiiri,   bütünüyle şairin bir bayram sabahı yaşadığı duyguları tasvir ve terennüm etmektedir.
            Bu şiirde geçen ve  kendi şiir kitabına isim olan “kendi gök kubbemiz”  hem Süleymâniye camii hem de Türk vatanıdır.
            Yahya Kemal, Aziz İstanbul eserinde kendisine bu şiiri ilham eden Süleymâniye Camii’ni şöyle anlatıyor:
            “Milletimizin en büyük abidesi olan Süleymâniye'de kaderin her cihetten mehîb ve güzel tecellisini görmemek muhaldir. Mimarı Sinan gibi bir dâhî kemal yaşında olmasaydı bu eser vücut bulmazdı; lâkin bânisi Süleymân gibi fâtih ve zengin bir padişah o mimara, bir şaheseri yaratmanın hudutsuz imkânlarını vermeseydi  bu eser gene vücut bulmazdı. Genişleye genişleye, yüksele yüksele gitmiş uzun bir istilâ târihinin gene kemal devrinde bu sanat mucizesinin zuhur edişi insanı ne kadar düşündürür.”[1]
            Süleymâniye ölçüsünde bir sanat eseri olan Süleymâniye’de Bayram Sabahı şiirinde Yahya Kemal, milletine hissettirmek istediği “millî romantizmi” en yüksek seviyede ifade etmiştir. Yahya Kemal’in muhayyilesinde  Süleymâniye Camii, sadece bir mâbet, bir mimarî eser olmaktan çıkmış Müslüman Türk Milleti’nin hem maddî hem mânevî sembolü olmuştur.
            Millî romantizm, milletlerin dilde, sanatta ve kültürde kendilerine gelmeleri, kendilerini bulmaları kısaca kendi milli varlıklarının farkına varmaları demektir. Şair, bize bunu hissettirmeğe çalışmaktadır. Şiirde, bütün Türklük, tarihi, dini, mimarisi,  sanatı ve coğrafyası ile   Süleymaniye  sembolünde toplanmıştır.
            Yahya Kemal her şeyi milleti açısından ve milletine göre düşünen bir millî şairimizdir. Bir şiirinde:
           
            Cihan vatandan ibarettir itikadımca

deyişi bundandır.
             Yahya Kemal,  Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirinin  sadece bir  bayram namazı kılmaktan ve bayram namazı tasvirinden ibaret olmadığını, bu toplanmanın  tarihî, millî, dinî    değerlendirmesini  şöyle ifade ediyor:
             “Süleymaniye’de Bayram Sabahı, dinî olmaktan ziyade millî bir şiirdir. Telif ederek söylemek lâzım gelirse, esasen Müslümanlık’tan beri, Türk Milliyeti, İslâm akideleriyle,  İslâm imanıyle yuğrulmuş, onunla hal-hamur olmuş yeni ve ulvî bir terkiptir. Müslüman Türk halkının milliyetini, yani bu vatana gaza maksadıyle gelmiş, bu maksadla asırlarca şehid olmuş, vatana minareler yükseltmiş, gök kubbeye ezan sesleri salmış bir milletin milliyetini, İslâmiyet’ten ayrı olarak düşünmeğe imkân yoktur.
            Süleymaniye’de Bayram Sabahı, Müslüman Türkler’in senede iki defa, öz mimarileri içinde birleşmelerini terennüm eder. Şiirde bahsedilen Türkler,  ayakları toprağa basan, yaşayan adamlar mıdır? Evet lâkin yalnız onlar değildir. Onlardan evvel yaşayıp şimdi ölmüş ve ruh orduları haline gelmişler de bu Türk camiasına dahildir. Süleymaniye’de Bayram Sabahı, işte Malazgirt Meydan Muharebesi’nden bu yana kadar Türkiye toprağında yaşamış bütün Türkler’in bu toplanışı ve topluluğudur.”
            Büyük şair, bu şiirinde Türklüğün yeni fethettiği topraklardaki ruh ve zevk   macerasını anlatır. Onda tarih teması esas olmakla birlikte Yavuz Selim hariç hiçbir hükümdâra mersiye söylemiş değildir. Çünkü onda tarih teması şahıs veya şahıslar konusu değil ruh meselesidir. Süleymâniye bütün ihtişamıyla  şiirine konu olurken   Muhteşem Kanunî  Süleyman’ın  adı bile geçmez.
            Yahya Kemal’in şiirinde bilhassa Osmanlı tarihi vardır. Ancak Osmanlı tarihinin hadiseleri ve insanları hükümdârlara bağlanmadan anılır.
            Süleymâniye’de  Bayram Sabahı’nda, tarihî bir hadise ve sınırlı bir mekân anlatılmaz. Bütün mazinin geniş bir coğrafyada alabildiğine yayılışı anlatılır. Önümüze tarihimizin bir zafer paftası açılmış gibidir. Tarihimizin zaferleri, eserleri ve büyük işleri kolektif, anonim bir görüşe icra edilir. Bu tesadüfî bir tavır değildir.
            Süleymâniye ile ilgili tarihî vesikalar elbette bilinmektedir. Süleymaniye’nin Mimarı Sinan, yaptırıcısı ise Kanunî’dir. Böyle bir tarih bilgisi, Yahya Kemal’in şiirinde bir hüküm ifade etmiyor. İstanbul’un fethi nasıl bir bilinmeyen  yeniçeriye mal edilmişse, Süleymâniye’yi meydana getiren de Malazgirt’ten bu yana Anadolu’ya Türk ruhunu hakim kılan, Türk mührünü vuran adı meçhûl bir Türk askeridir.

            Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimârı

deyişi bunun ifadesidir.
            Şair bu adsız Türk askeri düşüncesi içinde Süleymâniye’de bayram namazı kılarken, asker kıyafetli birini görür. Onunla gerçeği yakalamış gibidir. Bu askeri,  Türk tarihinin ruhunu yapan, meçhul askerle birleştirir. O artık herhangi bir şahıs değildir. Tarih boyunca değişik sıfat ve rollerde tecelli etmiş tek bir cevherin   cisimleşmiş bir temsilcisidir.
            Şairin bu düşünce ve anlayışına göre, Malazgirt’ten Anadolu’nun fethine yürüyüp vatanı kuran asker ile bu camiin banisi ve mimarı aynı cevherin değişik görünüşlerinden başka bir şey değildir. Cevher ve öz bir olunca Süleymâniye’nin bânisi ve mimarı ile içinde namaz kılan asker ayrı ayrı fertler olmaktan çıkar. Bu anlayışta Türk-İslam dehâsının mimarî sahadaki sembolü olan Süleymâniye’nin yapılışında şu veya bu fertlerin, tarihî şahısların adının bilinmesi önemli değildir. Asıl olan bütün Türklüğün temsilcisi ve bu cevheri, Türk ruhunu  kendisinde taşıyan Türk insanıdır.
            Diğer taraftan Süleymâniye, serdarından askerine, mimârından  işçisine kadar bir  ortak ruhun el birliği ile ortaya koyduğu bir eser olarak görülmektedir.
            Çok değişik açılardan değerlendirilebilecek olan bu şiir, birbiriyle ilgili  din, tarih, millet, sanat, vatan, fert-millet ilgisi gibi çeşitli unsurları bir araya getiren derin ve zengin manalı bir şiirdir. Bu kavramları sırayla ve kısaca görelim:
            Din
           Yahya Kemal, dinin insanla insan ve insanla Allah arasında ilgi kurması özellikleri üzerinde durmakla beraber, dinin bilhassa millet hayatındaki önemi üzerinde durmaktadır. (Bu konuda Ezansız Semtler yazısını okumak faydalıdır.)Din, insanları birleştirici bir fonksiyona sahiptir. Buna bağlı olarak camii de insanları bir araya getirerek bir birlik duygusu ve şuuru yaratır. Zaten “cami” toplayan manasına gelmektedir.

            Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
            Görüyor varlığının bir yere toplandığını

mısraları bunun ifadesidir. Dinin birleştirici rolünü ise bilhassa,

            Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
             Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses

mısralarında kuvvetle hissediyoruz.
           Şairimiz, dinin millet hayatındaki birleştirici rolünün yanında, millet varlığını devam ettirici rolünü unutmamıştır. Milletlerin sosyal yapısı durmadan değişmesine rağmen din, tarih içinde değişmeyen ebedî değerleri ifade eder. Dinî inançlarla beraber dinî merasimler de birleştirici ve devam ettirici bir unsur olarak millet hayatında önemli bir yer işgal eder.
           
            Kendi gök kubbemiz altında bir bayram saati
            Dokuz asrında bütün halkı bütün memleketi
            Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan

mısralarında bu görüş alabildiğine derin bir anlayışla dile getiriliyor. Şair, bir zaman manasını anlayamadığı bu mabedin, maddî görünüşünün arkasındaki geçeği böyle bir bayram namazında yakalıyor.

            Ulu mâbed seni ancak bu sabah anlıyorum;
            Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum:
            Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi:
            Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
            Senelerden beri rü’yada görüp özlediğim
            Ceddlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim

Bu mısralar,  Yahya Kemal’in gençlik macerasını  ve  rücu hislerini itiraftan başka bir şey değildir.1903’te Fransa’ya firar ettiği zaman,  “Pariste dinsizliğim arttı.” diyen Yahya Kemal,  1912’de Türkiye’ye döndüğünde artık “Süleymaniye’yi hendeseden âbide gören” Yahya Kemal  değildir. Milletinin değerleri ile barışıktır.   Ancak millî ruhtan mahrum olanlar, Süleymâniye gibi eserleri hâlâ    “hendeseden âbide” zannetmeğe devam ederler.


           Tarih
           Şiirde, tarih duygusu ve şuuru da büyük yer tutmaktadır. Şiirin örgüsünde din ve tarih âdeta iç içe girmiştir.
            Birinci bölümde bu millet ve vatan için asırlarca canlarını feda eden şehitlerin ruhları, Süleymâniye camiine yaşayanlarla beraber namaz kılmaya geliyorlar. Cami, eski seferlerden gelen hayaletlerle doluyor. Böylece mazi ve hal camide birleşiyor. İşte bu birleşme zamanında “Süleymâniye tarih” olmakta, bütün Türk tarihini  kendi kubbesi altında birleştirmektedir.
            Üçüncü bölümde camide toplanan cemaatin Tekbîr alışını tasvir eden şair, âdeta eski akıncıların sesini duyar gibi oluyor:

            Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi
            Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

Bu mısralarda bayram namazında alınan Tekbir sesleriyle  akıncı naraları birbirine karışıyor. Daha sonraki bölümlerde de büyük zaferler ve fetihler birer birer hatırlanıyor. Böylece Türk tarihi gözümüzün önüne seriliyor.

Millet
           Şiirde millet, “dili bir, gönlü bir insan yığını”  olarak tarif ediliyor. Ayrıca Türk milletinin tarihî ve millî bir  özelliğine dikkat çekilmektedir. Türk milleti, “ordu-millettir.”  Fakat aynı zamanda sanat kabiliyeti olan ince ruhlu,  Allah’a derin bir imanla bağlı  bir millettir.
           
            Ordu milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
            Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle  yapı.
           
           Sanat
           Türk milleti ordu-millet olmakla beraber, sanat sahasında da ince bir zevk ve ruh sahibi olduğunu eserleriyle göstermiştir. Bu sanatkâr ruhu besleyen   Türk milletinin  imanı yani dinidir.

            En güzel mâbedi olsun diye en son dinin
            Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin

            Süleymâniye gibi bir mimarî şaheseri,  “nice bin işçi ve mimar” kafa ve gönül birliği edip el ele vererek “taşı yenmişler” ve öyle meydana getirmişlerdir. O sebepten böyle bir eseri meydana getiren, kimliği belli bir kişi değil, ortak ruh ve imandır.
            Yahya Kemal Süleymâniye’nin ifade ettiği ruh ve imanı âdeta bize tercüme edip duyurmaya çalışırken, bu büyük mimarî şaheserin ufuktaki görünüşünü de unutmaz. Gerçekten Süleymaniye, öyle bir tepeye inşa edilmiştir ki biz onu tepenin tabiî  bir  devamı gibi görürüz.  Eğer Süleymâniye olmasa o tepe yarım ve eksik kalmış olacaktır.

Vatan
           Süleymâniye’de Bayram Sabahı şiirinde  vatan, din, tarih, millet ve sanata bağlı bir varlık olarak görünür.
            Birinci bölümde vatan,    “kendi gök  kubbemiz”   altındadır.
            İkinci bölümde vatan, “hür ve engin”  olma vasıflarını taşır. Süleymâniye Camii, bu vatandan uhrevî aleme geçilen kapıdır.
           Dördüncü bölümde vatan, Malazgirt’ten bu yana bu toprakları vatan yapan Türk-İslam cevherinin taşıyıcısı “mü’min nefer” ile birleştirilmiştir.

            Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz,
            Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz,
            Vatanın hem yaşayan varisi hem sahibi o,
            Görünür halka bu günlerde teselli gibi  o..

          Şiirin diğer kısımlarında da bayram sabahı atılan toplarla,  tarihî zaferler birleştirilerek âdeta bir vatan coğrafyası  çizilmekte; coğrafyanın vatan oluşu ifade edilmektedir.

            Fert ve Millet
           Yahya Kemal, tarih anlayışına bağlı olarak bu şiirinde fertte milleti görür. Fertte yüksek değer olarak ne varsa millete aittir. Fert, ancak kendisini milletinin içinde gördüğü o değerleri milleti ile paylaştığını hissettiği zaman mutlu olur. Şair, böyle bir durumu Süleymâniye’de kıldığı bir bayram namazı sırasında yaşıyor:

           Ulu mâbede karıştım vatanın birliğine,
           Çok şükür Tanrı’ya gördüm, bu saatlerde yine
           Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
            Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı

           Yahya Kemal,  bir bayram sabahı, yine bir bayram namazında,  millete ve vatanın birliğine karışma duygusunu  Aziz İstanbul adlı eserinde yer alan,  Ezansız Semtler  yazısında  çok duygulu bir üslûpla anlatır.      
                         
                                

                                                                        ***

TAHLİL-2 
Biz bir şiirin tahlilini yaparken veya tahlilini yapmadan önce yazarların hayatını ve yazarın yaşadığı dönemin özelliklerini dikkate almamız gerekmektedir. Şairin edebi anlayışında ve eserlerinin şekillenmesinde, üslubunun belirlenmesinde toplumun yapısı ve devrin özellikleri önemli ölçüde etkili olmuştur. Yani biz bir edebi eserde ortaya çıktığı devrin özelliklerini görebiliriz. Her edebi eser devrinin aynası durumundadır. Kurtuluş savaşı sırasında milli mücadeleyi kamçılayan, vatanseverlik ve kahramanlık şiirlerini ön planda görürken sonraki dönem şiirlerinde ise daha bireysel, aşk, sevgi gibi konuları ağırlıklı olarak görmekteyiz.
Yukarıdaki açıklamalarımızın ışığında biz Türk şiirine damgasını vuran bir şair görüyoruz. Bu şair, devrinin sesi olma özelliğini bünyesinde barındıran Yahya Kemal Beyatlı’dır. Onda çocukluğunu yaşadığı Balkanlar, yaşadığı devir etkili olmuştur. Yahya Kemal, Türk şiirine halkın özlemlerine, geçmişini, tarihini, düşüncesini edebi bir üslupla aktarabilen yegane şairlerimizden biridir.
Yahya Kemal, Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirinin ilk mısralarında bizi geçmişimize, tarihin tozlu sayfalarına götürür. Onun mısraları Osmanlı tarihi kokar. Bu şiir, biten bir rüyanın son şiiridir. Bu şiir Osmanlı Medeniyeti’nin şiiridir. Şiir bize geride kalan bir medeniyeti, mısralarıyla beynimize kazımıştır. Mısralar bir müzik eserinin nameleri gibi akmaktadır. Şiir ahenklidir, akıcıdır. Bir solukta okunan ve insanın ufkunu açan bir şaheserdir. Şiir bize ders veriyor. Şiir bu dersi bize klasik tarih dersleri gibi değil; edebi bir üslupla ve güçlü bir edebi dil kullanarak veriyor.
Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı şiiriyle Yahya Kemal bizi geçmişten günümüze getirmektedir. Süleymaniye, sadece Mimar Sinan’ın değil bütün Türk Medeniyeti’nin eseridir. Yahya Kemal, yıkılan bir Osmanlı’nın, enkazın içinde Süleymaniye’yi, onun nezdinde Osmanlı milletini yüceltmiş, diriltmiştir. Yani ona göre Osmanlı enkaz haline gelmiş olabilir. Ama Osmanlı şuuru asla bir enkaz olmamış, bilakis yücelmiş ve devam etmiştir.
Şiir, milli romantik duyuş tarzının Türk milleti bünyesinde oluşmasında etkili olmuştur. Filhakika toplumun düşüncelerine ışık tutmuş, kendi milli benliklerinin farkına varmasını sağlamıştır. Şiirde bütün Türklük düşüncesi, tarihi, dini, mimarisi ve sanatı ile Süleymaniye sembolünde toplanmıştır. Yahya Kemal’in her hareketi, her düşüncesi, her yolu milletine çıkmaktadır. Yahya Kemal her şeyi milleti açısından düşünen milli şairimizdir.
“Cihan vatandan ibarettir itikadımca” ifadesi, cümlesi bunu iyice açıklamaktadır.
Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiiri sadece bir bayram namazının tasvirinden ibaret değildir. Şiir, Malazgirt Meydan Muharebesi’nden bu yana kadar Anadolu’da yaşamış bütün Türklerin sesi olan bir şiirdir. Yahya Kemal bu şiirinde Süleymaniye’yi seyreder. O abideyi seyreder, aktarır. Zihniyetinde zaman mekan değil, tarih vardır. O görünen tarihe yaklaşmış ve o tarihi işlemiştir. Bireyler o kadar önemli değildir. Önemli olan milli ruhtur. Şiirde hiçbir padişah ve kişi ön plana çıkmamıştır. Eseri yaptırmış olan Kanuni bile bu şiirde zikredilmemiştir. Söylediğimiz gibi şiirde bireyler değil, milli tarih asıl unsurdur.
Süleymaniye serdarından askerine, mimarından işçisine kadar bir ortak ruhun el birliği ile ortaya koyduğu bir eser olarak görülmektedir. Malazgirt’ten günümüze kadar Anadolu üzerinde çeşitli devletler kurulsa da, çeşitli padişahlar gelip geçse de ruh birdir. Herkes aynıdır. Şair bu birliği bize ölümsüz eseriyle aktarmıştır.
Şiirde din, birleştirici, toplayıcı bir unsur olarak ele alınmıştır. Şair bu duygu insanları Süleymaniye camisinde bir araya getirerek vurgulamıştır.
“Dili biri gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını”
mısraları bunun ifadesidir.
Millet “dili bir, gönlü bir insan yığını” olarak tarif ediliyor. Ayrıca Türk Milleti’nin tarihi ve milli bir özelliğine dikkat çekilmektedir. Türk Milleti ordu-millettir. Ama aynı zamanda sanat kabiliyeti olan, ince ruhlu, gönlü iman dolu bir millettir.
“Ordu milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı”
Sonuç olarak bu şiir Yahya Kemal’in değil, aziz Türk milletinin şiiridir. Büyük şairleri büyük ve ulvi yapan işte böyle eserler verebilmesidir. Ancak büyük şairler edebiyat önderliği yapabilirler. Yahya Kemal bir edebiyat önderidir. O, birçok edebiyatçıya kaynak olmuş ve önderlik etmiştir. Bunlardan en önemlisi A. Hamdi Tanpınar’dır.
“O bozgunda fetih düşünen bir şairdir
O biten bir rüyanın son şairidir”
BİÇİM İNCELEMESİ
Şeyh Galip’le son sözünü söylediği kabul edilen Divan Edebiyatı’nın, Yenileşme Dönemi Türk edebiyatı üzerinde büyük etkisinin olduğu bilinen gerçektir. Yahya Kemal eski şiirin etkisinde kalmış ve bu etkileşim eserlerine de yansımıştır. Ama bu tamamen eski şiir etkisi altında eserler verdiği anlamında algılanmamalıdır. Onun bir ayağı eski şiirimizde, bir ayağı da Kendi Gök Kubbemiz’de yani yeni şiirimizdedir.
Yahya Kemal, Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı şiirinde aruz veznini kullanmıştır. “Ok” şiiri dışında bütün şiirlerini aruz vezniyle yazmıştır.
O bu şiirinde mesnevi tarzı kafiye düzenini uygulamıştır. (aa, bb, cc, dd, ee….)
TEMA
Yahya Kemal, şiirlerinde tema olarak tarih, din, insan, sosyal hayat, zaman gibi konuları işlemiştir. Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı şiirinde ise şiar tema olarak Osmanlı Medeniyetini işlemiştir.
YORUM
Yahya Kemal,, Türk edebiyat dünyasında yeri doldurulamayacak bir şairdir. O şair olmayı verilen eser sayısıyla değil eserin niteliği ile ölçen bir şairdir. O yüzden verdiği eserlerin sayısı fazla değildir. Bir kelimeyi dahi şiirine yerleştirebilmek için yıllarca beklemeyi göze alan bir şairdir. O bir Türkçe sevdalısıdır. Hangimiz şiirimize yerleştirmek için yıllarca bir kelime arayışı içine girebiliriz. Örneğin “serin” kelimesini bulmak için uzun zaman beklemiş, bu kelimeyi bulduktan sonra şiirini tamamlamıştır. Onun şiirleri uzun solukludur. Birçok şiiri ancak ölümünden sonra yayımlanmıştır.
DİĞER TAHLİL-3:
ALİ ÇOLAK
yazı kaynağı için tıklayınız
16. asırda Osmanlı Devleti, gözlere dünya devleti manzarası gösterir. Doğu'dan Batı'ya, Kuzey'den Güney'e bütün ticaret yolları devletin elindedir. Ülkenin îmân, zenginlik ve refâhı, topraklarının genişlemesi ile orantılı olarak artmıştır. Siyasî, askerî ve iktisadî alanda meydana gelen gelişmelere eş: Bir başka deyişle, bu gelişmelerin bir neticesi olarak devletin sosyal ve kültürel hayatı da aynı gelişmeyi, aynı haşmeti gösterir. Büyük alim, bilgin, şâir ve mîmarlar yetişmiştir diyebiliriz. İlmî sahada Hoca Saadeddin, İbn-i Kemal gibi dâhiler ortaya çıkarken Türk şiiri de bu asırda Bâkî, Fûzûlî, Bağdâtlı Rûhî, Hayalî gibi zirve sanatçılarını yetiştirir. Muhteşem Osmanlı Padişahı Kanunî, bu asırda ülkenin ufuklarını alabildiğine genişletirken, etrafında yer alan şanına yakışır âlim ve sanatkârlar da bu toprakların ruhunu fethediyor, verdikleri ölümsüz eserlerle Müslüman Türk'ün rüyasını asırlar ötesine taşıyorlardı.

Şairin dilinden:
"Baş eymeziz edânîye dünyâ-yı dûn içun
Allah'adır tevekkülümüz, itimâdımız"

mısraları dökülürken; Allah'tan başka hiçbir güce boyun eğmeyen ruhun ve muhteşem devletin vakarı ifade ediliyordu. Bu mısraları ancak bir cihan devletinin mülkünde yaşayan şâir söyleyebilir. Bu asrın ve bütün asırların en büyük mîmarı ise, sonsuzluğa selâm duran abide eserleriyle devletin maddî ve mânevî gücünü taşlara söyletiyor, minberlere okutuyordu.

Biz bu yazımızda Mîmar Sinan'ın muhteşem eseri Süleymâniye Camii'ni ve bu âbidenin ilhamıyla yazılan "Süleymâniye'de Bayram Sabahı" şiirini ele almaya çalışacağız.

Sinan bin Abdülmennan, Kanunî Sultan Süleyman zamanında 19 yıl yeniçeri olarak Osmanlı ordusunda hizmet ettikten sonra, mîmarlığa başlayıp, verdiği çok sayıda eserle yapı sanatının zirvesine ulaşarak ismini mimarlık tarihinin kütüğüne altın harflerle nakşeden büyük ustadır.

Türk sanat tarihinin 16. asırda dünyaya şeref ve ışık saçan yükseliş devrinin olgunlaşmasında ve büyümesinde gönül alıcı bir zirve teşkil eden ve cihan devletinin her köşesine mermer ve granitten muhteşem âbideler diken ünlü Mîmar Koca Sinan, çocukluk çağında devşirme olarak asker ocağına alınmış, İstanbul'a sevkedilmiş ve taşra hizmetiyle Acemi Oğlanlık dönemini 1512 ile 1521 yılları arasında tamamlayarak Kanunî Sultan Süleyman'ın 1521 Belgrad Sefer-i Hümâyunu'na yeniçeri olarak katılmıştır. Tezkiretü'l-Ebniye'den öğrendiğimize göre, Sinan daha sonra sırasıyla Rodos (1522), Mohaç (1526), Viyana (1529), iki Irak (1534-35), Korfu, Pulya (1537) ve Karaboğdan (1538) seferlerine katılmıştır. Koca Sinan katıldığı bu seferlerde bir yandan yeniçeri olarak yükselirken bir yandan da; çağının önemli şehir ve merkezlerini gezme, Mısır, Yunan, Arap ve Frenk âbideleriyle tanışma; dünyanın belli başlı mîmarî eserlerini yakından tetkik etme fırsatını bulmuştu. Yahya Kemal; "Bir neferdir bu zafer mâbedinin mimarı" derken, Mîmar Sinan'ın esas itibarıyla bir asker olduğunu ve eserlerinde zaferlerin nişânesi bulunduğunu ifade etmek ister. Sinan, yeniçerilik yıllarında, ileride meydana getireceği muhteşem eserler için bir senteze varmış, bütün dünya mimarisini tetkik ettikten sonra; İslâm mimarisinin incelik ve zerâfetini kavrayarak eserlerinin plânını yavaş yavaş kafasında oluşturmuştur.

Sinan'ı Sinan yapan ve onu diğer mimarlardan ayıran üstün vasfı, onun devletiyle bütünleşmiş olmasından kaynaklanır. Sinan'ın itici sanat gücü, zamanının büyük hükümdarlarındaki îman ve aksiyonla birleşerek sağlam bir temel üzerinde, emsalsiz eserlerin vücuda gelmesinde en büyük âmil olmuştur. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Sinan'ın eserleri, devletin maddî gücünün, Sinan'ın ruhundan geçerek sanata, yapıya ve mâneviyata aksetmiş şeklidir.

Mîmar Sinan'ın kalfalık devri eseri olan Süleymâniye Camii, geniş bir külliyeye sahiptir. Bu külliyede camiden başka; medrese, mektep, Darü'l-Hadîs, Daru'ş-Şifâ, imaret, tabhâne, bîmarhâne, kervansaray, hamam, oda ve dükkânlar ile Kanunî Sultan Süleyman ve Hürrem Sultan Türbeleri vardır. Külliyenin yapımına 1550 tarihinde başlanmış ve 1557 tarihinde bitirilmiştir. İslâm ve hatta Hristiyan mîmârî tarihinde bu büyüklükte bir külliyenin 7 yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirildiği görülmemiştir. Osmanlı devletinin yükseliş döneminde gerçekleşen bu hâdise, Süleymâniye'nin önemini ayrı yönden artıran bir hususiyettir. Bu sebeple, devrin siyasî ve kültürel azametini sembolize etmesi ve Türklerin mîmarlık sahasında ulaştığı seviyeyi göstermesi bakımından Süleymâniye külliyesi Osmanlı medeniyetinin maddî plânda en büyük belgesi sayılır.

Süleymâniye Camii, Haliç'e doğru inen bir yamaç üzerinde etrafa hakim pozisyonda inşa edilmiştir. Sinan'ın taşa ve mermere verdiği estetik zevk sayesinde Süleymâniye boğaza zarif gölgesini düşürmekte, her gün batımında, suların ışıkla oynaştığı bu renk cümbüşünde semavî bir tablo meydana getirmektedir. Yahya Kemal, büyük mîmarın âbideyi kurmak için böyle bir mekânı seçmesinin tesadüf olamayacağını ifade eder

"Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsî tepeyi"

mısralarıyla Sinan'ın mîmarlık kudreti kadar ötelerle rezonans olmuş bir dahi olduğunu da dile getirir. Sonsuzluğu ruhunda duyan ve onu duyurmak, mücessemleştirmek isteyen bir düşüncenin eseridir bu.

Bir bayram sabahında şiirimizin üstadlarından Yahya Kemâl Süleymâniye Camii'ni şöyle tarif eder:

"Ordu milletlerin en çok döğüşen en sarpı,
Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin,
Budur öz şekli hayal ettiği mimârînin."


Yahya Kemâl kendi tarih anlayışı gereği, Türk tarihini 1071'den başlatır. Bütün şiir ve nesirlerde 1071 sonrası Türk kültürünü ve Türk hayatını terennüm eder.

"Süleymâniye'de Bayram Sabahı" şiiri Süleymâniye Camii'nden alınan ilhamla bütün Türk tarihini ve Türk hayatını ele alma ve bu anlayış içerisinde fetihleri, zaferleri, millî ruhu, mîmârî kalıbında resmetme çabasıdır.

"Süleymâniye'de Bayram Sabahı, bir Ramazan Bayramı sabahında, İstanbul'un Süleymâniye ufkunda bütün manzaranın İstanbul mavisi bir renk olmasıyla başlar. Sabahın oluşu bir taraftan şehri, bir taraftan da şâirin gönlünü her an biraz daha aydınlatır. Bu aydınlıkta, Anadolu toprağını dokuz asır kanlarıyla sulamış olan ecdâd ve bugün hayatta olup onların bıraktığı vatanda bayram yapanların hepsi birden görünür." 

"Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati
Dokuz asrında bütün halkı bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan."

mısralarıyla başlayan şiirde Yahya Kemâl bir bayram sabahı "tozlu zaman perdesini" aralayarak ecdâdın nurlu iklimine girer, oradan aydınlık mesajlar sunar ve topyekün bir milletin tarih içindeki bayramını yaşar ve yaşatır.

Şâir, Türk mîmârîsinin en muhteşem eserlerinden birisi olan Süleymâniye Camii'ni şiirine hareket noktası seçer. Süleymâniye bir semboldür aslında. "Bu eser bizim Anadolu ve Balkanlar Türkiyesindeki millî üslûbumuzun şâheseridir. Bayram saatinde bu camiye mahşerî bir topluluk birikir. Bu gelenlerin çok azı hayatta olan insanlar, çoğu ise birer yâd-ı cemîl olmuş ecdâd idi. Ecdâdın ruhları âdetâ gökten iniyor ve muhteşem yapının kubbesinde birikiyorlardı."

"Süleymâniye'de Bayram Sabahı" şiiri Yahya Kemâl'in tarih anlayışından hareketle, Malazgirt'ten bu yana bütün Türk tarihinin şeref sayfalarını taşır. Şâir Bayram Sabahı; Malazgirt'ten Sırp Sındığı savaşma; Kosova'dan İstanbul'un fethine; Çaldıran, Ridaniye savaşlarına; Mohaç meydan muharebesinden Çanakkale zaferine kadar bütün savaşlara katılmış, şehit olmuş veya gazilik şerefine ermiş ecdâdın ruhuyla beraber olur. "Deniz ufkunda top seslerini" dinler, "Yeni doğmuş ay" ile "mübarek seferleri" yaşar. Barbaros'un donanmasına katılır.

Yahya Kemâl, tarihimiz içerisinde yer alan her savaşta, her zaferde, her âbidenin yapıldığı yerde, onları yapanlarla birlikte yaşayan şâirdir. "Kökü mazide olan ati" esprisiyle o çağlarda yaşayıp, o millî heyecanı bütün derinliğiyle çağımıza getirip yeni nesillere duyurarak tarih şuurunun, millî düşüncenin yeşermesini istemiştir. O, yirminci asrın insanı olmasına rağmen:

"Ben hicret edip zamanımızdan, yaşadım
İstanbulu fethettiğimiz günlerde

yahut:

Çık tayy-ı zaman et açılır her perde
Bir devr geçir istediğin her yerde."

mısralarında görüldüğü gibi, tarih içerisinde tarihi yaşar. Yahya Kemal Süleymâniye'de Bayram Sabahı şâheseriyle, Süleymâniye Camii'nin şânına yakışır bir âbide meydana getirirken, Türk milletinin tarih boyunca kazandığı zaferleri, yaptığı âdil ve imanlı hizmeti dile getirerek geçmişi ile öğünür ve millî duygu ve düşünceyi lâyık olduğu yere yükseltmeye çalışır.

Gözleri maddenin karanlığına bürünmüş bu asrın insanının, etrafındaki âbideleri fark etmesi, onların ruhuna ermesi kolay değildir. Yahya Kemal de ilk önceleri haşmetini ve ruhunu anlamakta aciz kaldığı Süleymâniye Camii'ne seslenerek:

" Ulu mâbed Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyada görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklimine girmiş gibiyim."

mısralarında, atalarının mağfiret ikliminde onların dünyasıyla buluşuyor. Ve büyük Allah'ı anarken sonsuz huzura kavuşuyor. İç mîmârisi, insanı semavî ve ulvî âlemlere götüren lâhutî yapı tekniği ile Süleymâniye kubbesi altında ibadet eden müslümanların ruhlarını yükseltiyor ve asırlar ötesinden koşup gelen ecdâdın ruhuyla buluşturuyor. Bu buluşma, insanların düşüncesinde Devlet-i Ebed Müddet'in şuurunu canlandırırken, gündelik hayatın alelâdeliklerinden alıp götürerek vatanın ve milletin birliğinde Allah katına yükseltiyor.

"Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine
Çok şükür Tanrıya, gördüm bu saatlerde yine
Yaşayanlarla berâber bulunan ervahı
... ... ... ...
Dili bir, gönlü bir, îmânı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah'ı anarken, bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakarâtın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice hin at yelesi!."


Şiirin bütünü bu inanç ve îman ile ışıklı bir kompozisyona bürünmüştür. Tıpkı Haliç ufkunda renk cümbüşüne boyanan Süleymâniye gibi... Daha şiire başlarken "Artarak gönlümün aydınlığı her sâniyede" mısraı daha sonra; nur, ışık, ziyâ, gibi kelimelerle bir ışık ve renk armonisi meydana geliyor.

Bu muhteşem mâbed bütün millet fertlerinin el ve gönül birliği ile vücut bulmuştur. Şâir:
"Taşımış harcını gâzileri serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi mimâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Tâ ki geçsin ezelî rahmete rûh orduları..."

derken, Süleymâniye'nin bütün bir milletin kültürünün, zevkinin ve yekpâre emeğinin mahsulü ve bu mahsulün Sinan'ın usta ellerinde vücut bulmuş şekli olduğunu haber verir.

Süleymâniye Camii ve Süleymâniye'de Bayram Sabahı şiiri... Birisi: Muhteşem bir devletin en mutlu günlerinin mimâriyle aksedişi, diğeri bu muhteşem devletin yavaş yavaş çöküp giderken geride kalan muzdarip bir şâirin, millî düşüncenin gurbet yıllarını yaşadığı bir zamanda; ruhunu geçmiş asırların penceresinde gezdirip oralardan aldığı ilham ve zevkle meydana getirdiği büyük âbide. Yahya Kemal, "Aziz İstanbul" isimli eserinde; "Cedlerimiz yalnız mimârîde değil, herşeyde dâhiyâne yapmasını bilmişler. Lâkin yazmasını unutmuşlar" tesbitini yapar. Cedlerimizin yaptığı fakat yazmasını unuttuğu, âbidelerden birisi olan Süleymâniye'nin en güzel şiirini de yine kendisi yazar. Kelimelerden, ışık ve renk mîmârîsiyle yeniden bir Süleymâniye diker Haliç ufuklarına.

Süleymâniye'de Bayram Sabahı şiiri Süleymâniye Camii'ni destanlaştırmasıyla birlikte, edebî ve kültürel hayatımız açısından da oldukça mühim bir merhaleyi teşkil eder. Aydınlarımızın kendi değerlerini tanımadığı, hafife aldığı, tamamen batılı bir düşünce tarzıyla dünyaya baktığı bir dönemde, Yahya Kemal'in bakışlarımızı yeniden kendimize çevirerek, şanlı mâzînin zaferlerini, müslüman milletimizin îman gücünü, mîmârî şâheserlerini ışıklı ve nurlu tablolar halinde ortaya koyması; millî duygu ve düşüncenin gurbet yıllarından kurtulup yeniden önem kazanması yolunda mühim bir hâdisedir.

Milletler, tarihleri boyunca âbide kıymetinde birçok eser meydana getirirler. Bu eserler topyekün bir milletin ruhunu aksettirir. Bu ruhtur ki gelecek nesillere her zaman ışık tutacak, onları yalnız bırakmayacak ve bir hayat üslûbu verecektir. Milletimiz asırlarca ruhunun ilhamlarını Anadolu ve Rumeli topraklarına serpiştirmiş ve vatanın her karış toprağında âbideler yükseltmiştir. Bu eserler muhteşem zaferlerin hâtırasını yaşattığı gibi atalarımızın dünyaya bakış açısının ve yaşama üslûbunun da yapıya aksetmiş şeklidir. Bugünün ve yarınların, ruhunda gurbet düşüncesini yaşayan çocukları, belki bir bayram sabahında bu âbidelere koşacaklar, onların lâhutî âlemine girerek Yahya Kemal'in deyimiyle yeniden "anne millet" e döneceklerdir.

Bu da millî duygu ve düşünceye sahip insanların gayretlerine bağlıdır. Ancak bu sayede sadece bayram sabahları değil, bütün ömrümüzde "gönlümüz ışıklarla dolacaktır." Cedlerimizin ikliminde, onlarla ne kadar hemdem olursak onların diriltici ruhunu almamız ve yeniden dirilişimiz yakın olacaktır.

DİPNOTLAR:
1 Millî Kültür, sayı 61, s. 2-3.
2 Nihat Sâmi Banarlı, "Bir Dağdan Bir Dağa" sh. 296-304 İst. 1984

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

sponsor reklamı

SPONSOR REKLAMI

derskonumesnk