Olaylar 1900’lü yıllarda Makedonya’nın bir kasabasında geçer. Milliyetçiliğin ve bu akımın önem kazandığı yıllarda İslav halkı bağımsızlığını kazanma arzusundadır. Bir kargaşa ortamı mevcuttur. Bu ortam da komitacıların üremesine müsait bir ortam teşkil etmektedir. Komitacılarda kendi egemenliklerini kurup halkı hem maddi hem de manevi yönden sömürmeye ve ezmeye başlarlar. Komitacılar halkı kendi davalarına hizmet etmeye çağırırlar..
Kendilerine yardım etmeyeni öldürürler.
Kahramanımız Boris de bu bunalımlı ülke şartları içinde sosyalist olan bir gençtir. Çalışıp kardeşçe yaşama arzusundadır. Fakat ülke şartları buna imkan vermemekte hatta kendi ve ailesinin hayatını bile tehdit etmektedir. Boris, ailesini de alıp Amerika’ya kaçma arzusundadır. Bunun için bütün mallarını satarlar. Fakat kaçamadan önceki gece komitacılar evlerini basarlar bütün paralarını alırlar. Boris’in kafasını keserler. Bir bomba niyetine karısı Magda’ya verirler.
Kırılma Noktaları
1) Borisin Meşrutiyetin ilanıyla silah bırakıp dağdan inmesi..
2) Boris’in kargaşa içindeki ülkesinden Amerika’ya kaçma isteği ve bu amaçla bütün mallarını satmaları..
3) Babası ile görüşmek isteyen komitacıların yanına yaşlı babasına işkence ederler diye kendinin gitmesi..: Burası hikayenin ana kırılma noktasıdır. Çünkü Boris’in kafasının kesilmesiyle sona erecek süreç böylece başlamıştır..
Çatışma Noktaları
1) Boris’in babasını yerine kendisinin gitmesi konusundaki karar süreci
2) Komitacıların Borisi öldürme tehditleri karşısında Magda’nın her söyleneni yapma mecburiyetinde kalması..
Hikayenin Yazarın Hayatıyla İlintisi
Yazar Ömer Seyfettin Balkanlarda askerlik görevinde bulunmuştur. Makedonya’da komitacılar ile mücadele etmiştir. O yıllarda komitacıların halka yaptıkları zulmü görmüş, halkın çektiği acıya bizzat şahit olmuştur. İşte Ömer Seyfettin’in hayatında bu kadar derin izler bırakan olayları hikayesine yansıtmaması kaçınılmazdır. Anlatımın gerçekçiliği eserin itibari metin olma özelliğini arka plana atıp yaşanmışlık izlenimi vermektedir.
Hikaye tahlili
Hikayenin anlatımında kullanılan birtakım sözcükler yazara, kahramanlara ve eserin gelişimine dair bazı ipuçları vermektedir. Hikayenin ilk birkaç cümlesinden yazarın bakış açısı ve olayların gidişatı sezilmektedir.
“Duvarları ve tavanı uzun bir kışın etkisiyle kararmış bu yer odasında mahpus gibi duran bodur ve çirkin ocak, içindeki odunları şiddetle yakıyor, bir an evvel yutmaya çalışıyordu.”
Bu giriş cümlesi adeta hikayeyi özetler niteliktedir. Sanki kahramanlar simgeleştirilmiş, geri kalan her şey aynı gibidir.. Dört duvarla yaratılan bir hapishane ortamı içinden çıkılamazlıkları yansıtmaktadır. İçindeki odunları şiddetle yakan, yok etmeye çalışan ocak ülkedeki komitacıları, odunlarda kuşkusuz masum halkı temsil etmektedir. Zira ocağa neden çirkin ve bodur sıfatları yüklensin ki? Ocak ocaktır.. Fiziki şekli pek önemli değil, daha ziyade işlevidir önemli olan. İşte bu işlevi yani odunları kakıp yok etmeye çalışmasıdır çirkin olan.. Tıpkı kargaşa ortamında yararlanıp gücüyle halkı ezmeye çalışanlar gibi..
Ayrıca ocağın odanın içindekileri hafif ve akıcı bir kırmızıya boyaması da toplumsal durumun insan hayatları yansıması, aksi seklindedir.
Yazar hikayedeki kahramanlarının ‘ocak’ından bahsetmesine karşın kendi yaşantısında da yutucu ocakların olduğu izlenimini veriyor. Daha sonraki cümlelerde de buna rastlamak mümkün. Şu kelime grubu “ezeli ve nihayet bulmaz milli çorabı örmek” yazarı ele vermektedir.. Bilindiği gibi Ömer Seyfettin Balkanlarda askerlik görevinde bulunmuş ve milliyetçilik cereyanı ile milletlerin nasıl bir baş kaldırıda bulunduklarına şahit olmuştur. Fakat önemli olan bağımsızlık istemek ve olmak değil bağımsızlığını kazandıktan sonra istediğin gibi, refah ortamı sağlayarak yaşayabilmektir. Bu olmadığı zaman milletler istedikleri kadar milliliklerini (bağımsızlıklarını) kazansınlar er geç kendi yurtlarında ezilirler. Hatta rahat yaşama kavuşma arzusuyla yurtlarını bile terk edebilirler. Buradaki “ezeli ve nihayet bulmaz milli çorabı örmek” cümlesinin altındaki mana kuşkusuz Ömer Seyfettin’in milliyetçilik anlayışını ortaya koymaktadır. Osmanlı’yı da bölen “ezeli ve nihayet bulmaz milli çorabı örmek” düşüncesinin bir parçası değil miydi?
Tekrar hikayeye dönecek olursak belki yukarıda bahsettiğimiz simgeleştirmelerin en önemlisi karşımıza çıkmaktadır.
“Dışarıda vahşi ve soğuk bir şubat gecesi vardı. Kudurmuş bir rüzgar küçük pencerenin örtülmüş kapaklarına çarpıyordu.”
Bu cümlelerde geçen ‘vahşi’ ve ‘kudurmuş’ sıfatları yaşananların önemini kavratmada yeterlidir. Arkalarında çok büyük mana gizli olan bu kelimelerin karşısında küçük pencereler ile temsil edilen Boris ve ailesinin komitacılar karşısındaki direnişi ve teslim olmayışıdır.
Odanın içinde sessizlik dolu bir hava dışarıda kıyamet gününü andıran bir rüzgar… içeride sükut dışarıda fırtına… Böylece ölüm öncesi sessizliği andıran bir ortam yaratılmaktadır.
Geçmişin ve zamanın yıpratıcılığı “ihtiyar ve harap saat kavramıyla” belirtilmiştir. Zaman her şeyin ilacı olabileceği gibi aynı zamanda geri gelmeyecek ya da gelmesi zor olan değerlerin üstünü sıkı sıkıya örten bir kapaktır.
Yukarıdaki inceleme hikayenin sadece ilk sayfası olmasına karşın bize yazarın ve kahramanların[1] ruh hallerini vermektedir.. Anlatılan ve oluşturulan ortam ışığında sonucu tahmin etmek çok kolaydır. İlk bölümden sonra olay akışı başlamıştır. Bölüm bölüm insan özellikleri veya psikolojilerine dair ayrıntılara (özelliklere) yer verilmektedir. Umut, sevgi, çaresizlik, hayal kırıklığı, acı gibi duygular yer yer kahramanlarda öne çıkan duygular olmaktadır.. Hayatın acı sonlar ile de bitebileceği göstermektedir..
Hikaye yazarın yaşamında izler taşımaktadır..bu hikayede asıl kahraman Boris’i yazar olarak düşünmek yanlış olur. Boris ve ailesi yazarın izlenimleri doğrultusunda oluşturduğu temsili öğelerdir
.
.