Doğulu ve batılı olmak
İstanbul aydınında öteden beri bir Avrupai adam olmak özlemi vardır. Batılılar gibi "prensip sahibi", metodlu, işlerini rasyonel "akit" bir düzene koymuş, her gün saat kaçta ne yapacağını ve ne düşüneceğini bilir, randevularına dakikası dakikasına sadık, ziyaretlerini ihmal etmeyen, mektuplara zamanında cevap veren ve vazife hayatı saat gibi işleyen adam olmak, belki tanzimattan beri bazı İstanbul aydınlarının ideali hâlinde yaşamıştır. Kılığı, kıyafeti, hayat üslûbu, tavrı, edası ve insanlarla münasebeti bakımından bu medenî adam tipini gerçekleştirmiş Osmanlı aydınlarına rastlamadım değil. Bu insanlara "çelebi adam", "efendi adam", "dest un Monsieur" dendiği de olurdu. Kısacası İstanbul aydını mükemmelce bir adamın vasıflarını Batılı adamda, Avrupai adamda an-yordu.
Son günlerde Batılı adam olarak hasreti bazı yazarlarımızda da tepmiş. Fakat onların Batılı adam tipi mükemmel adam hayalini değil, maddi adam, dinsiz adam, hattâ solcu adam tipini canlandırıyor.
Batıda Doğulu adam tipine çok rastlanıyor. Birçok Avrupalı ve Amerikalı sanki bir Asya memleketinde doğup büyümüş gibi bize yakındırlar. İtalyan tarihçisi ve düşünürü Gugliyelmo Ferrero'nun "Geçmişle Gelecek Arasında" adlı kitabında izah ettiği gibi "Bugünkü Avrupa ve Amerika'nın Asyacılığını tarif etmek zordur. Büyük Hint şairi Tagore bunu anlamamışa benziyor. O. büyük bir ısrarla, ruhçuluğu, iç hayat derinliğini. Doğunun manevi yükselme özleyişini. Batının maddeciliği ile aceleciliği ile doymak bilmez kazanç hırsı ile sonsuz çalışma hummasıyla karşılaştırıyor. Fakat dikkat etmiyor ki, Doğu ile Batı arasında gördüğü çatışma. Batının kendi içinde de vardır. Doğu ve Batı gibi, kendi kendisiyle mücadele halinde iki Avrupa ve İki Amerika vardır. Her Avrupalı ve her Amerikalı, ne kadar aydın olursa olsun, aynı zamanda hem Batılı hem de Doğuludur."
Maeterlinnck'in meşhur sözüne göre, her insanın beyninde bir "Doğu köşesi", bir de "Batı köşesi" bulunmaktadır. Hiçbir memleket veya insan için yüzde yüz Batılı olmak imkânı yoktur. Yalnız beynimizin bir köşesiyle Doğuya, bir köşesiyle de Batıya bağlı değil, coğrafyamızın bir tarafıyla Doğuya, öte tarafıyla de Batıya mensubuz. Tek taraflı bir bağlanış bizi ruhî, tarihî, coğrafî ve millî bütünümüzden mahrum eder, yarım yamalak, sakat, hayatiyetten mahrum bir varlık hâline sokar.
Peyami SAFA
ZELZELE
Zelzele, dün gece, İstanbul'u uykusunun en derin yerinde oynattı. Garip şey! Haftalardan beri komşu toprakları sarsan ve şimdi gizli adımlarla bize yaklaşır gibi olan bu âfetin, faaliyete geçmek için insan gafletini kollayışta gösterdiği şeytani dikkate bakılırsa, bunun, cana kastetmiş bir müthiş zekânın işi olduğuna hükmetmek lâzım geliyor.
Öyle ya! Muharebelerde düşmanı, dalgın karargâhları topa tutmak ve hırsızın soyacağı evin duvarına tırmanmak İçin intihap ettiği (seçtiği) saat, hemen daima zelzelenin de harekete geçmek için beklediği saattir: gecenin ilerlemiş bir saati!
Gerek düşman, gerek hırsız, gerek zelzele, gafil İnsanın soyunup entarisini ([1])giymesini ve atağa uzanıp, rahat horlamasını gözlerler.
Anlaşılan, ikide bir toprağın temellerini sarsan gizli ve korkunç kollar, gecenin karanlıkları içinde, insanları, don ve gömlekle, yalınayak, başıkabak, sokaklara perişan dökülmüş görmekten zevk alan tuhaflık merakında bir zalim kuvvetin hesabına, yeraltı âleminde, şu garip faciaları hazırlayıp duruyor!
AHMET HAŞİM
SİZCE EĞİTİM NEDİR? (TARTIŞMACI ANLATIM)
Evet, sizce eğitim nedir? Bugün öğrenip yarın unuttuğumuz, o ne işe yaradığını bilmediğimiz bilgiler mi ezberlediğimiz anlamsız formüller mi yoksa sabah akşam çocuklarımıza çözdürdüğümüz testler mi?
Birkaç dakikanızı bu konuya ayırın ve kendinizi sorgulayın. Eğitim deyince aklınıza neler geliyor?
Daha da önemlisi, eğitimin sizin ve başkaları üzerinde bıraktığı izler neler? Onları sorgulayın.
Hani hep derler: "Okuyanla okumayan bir olur mu?" Gerçekten de öyle mi? Peki ya eğitimsizlik?
Sel suları yine çocukları yutmuş. Bundan daha büyük cahillik olabilir mi?
Eğitim demek, akıl demek. Peki, dere yatağına kurulan mahallelerin neresinde akıl var? Peki ya deprem?
Olası bir büyük istanbul depreminde yüz binlerce insanın öleceği söyleniyor. Ama bu kimsenin umurunda değil.
Normal koşullarda 3.5 şiddetinde lamba bile sallanmazmış. Ama bizde evler hasar görüyor. Ve önce devlet kurumları yıkılıyor.
Devletin eğitimden ne anladığı ve beklentileri, Temel Eğitim Kanu-nu'nda uzun uzadıya anlatılıyor. Ama uygulamaya bakıyorsunuz, yetiştirmek istediği insan modeli ve kurmak istediği düzenle, gelinen nokta, taban tabana zıt.
Bu noktada insanın aklına iki soru geliyor:
1. Anayasa ve Temel Eğitim Kanunu'nda belirlenen değerler ve hedefler yanlış.
2. Kazandırılmak istenen değerler ve hedefler doğru ama uygulama yanlış.
Yasalardaki hedef ve beklentilerde bir sorun olduğunu sanmıyoruz. Çağdaş ülkelerdeki hedef ve beklentiler ne ise bizde de o.
Soran, sorgulayan, çağdaş değerlere sahip, aklı ve bilimi rehl edinmiş diye başlayan her cümlenin altına imza atmayanı bulm zor olur.
O halde hedefler doğruysa, ortaya çıkan bu ucube ne? İşte noktada işin içine siyaset, duyarsızlık, kolaycılık, tembellik, adaı sendecilik, ne derseniz deyin, hep şikâyet ettiğimiz ama en fazla ı kendimizin yaptığı eğitimsizlik akla geliyor.
Eğitimli bir toplumda, üç saat yağmur yağdı diye yaşam altü olup, çocuklar ölür mü? Büyük bir deprem beklentisinin var olduç bilindiği halde, böylesine aymazca davranılabilir mi?
Eğitim, her şeyin ötesinde, kişinin yaşadığı topluma uyumur sağlar ve yaşamla mücadelesini geliştirir.
Ama sanki bizde her şey tam tersi yönde gelişiyor.
Kâğıt üzerinde her şey yolunda gibi. Sorulduğunda belki doğr cevabı da veriyoruz. Ama iş uygulamaya geldiğinde bırakın eğitimi temel hedeflerini, söylediklerimizin de tam tersini yapıyoruz.
Oysa eğitimle kazandırılmak istenen en temel alışkanlık, bilginiı sürdürülebilir bir uygulamaya dönüşmesidir.
İşte asıl üzerinde durulması gereken en önemli nokta bu.
Dere yatağına o evleri yapan, onlara seyirci kalan, sel geldiğin de de çocukların ölümüne neden olacağını, bilmeyenimiz kesinlikle yoktur. Peki, o halde yaşanan bu "rezalet" ne?
Hangi mühendise, mimara, belediye başkanına sorsanız, yapılan hatalarla ilgili size bin tane örnek sıralar. Peki, o yanlışlara imza atanlar kim? Yine onlar değil mi?
İşin elbette ki etik ve ahlaki boyutları da var. Ama asıl sorun kesinlikle eğitimde. Çünkü, eğer eğitimle kazandırmak istediğimiz davranışları, o mimarlara, mühendislere, doktorlara, öğretmenlere, gazetecilere ve diğer vatandaşlarımıza verebilmiş olsaydık, sel suları 4 çocuğu alıp yutar mıydı?
Üretim sistemlerinin kalitesi ürettikleri ürünle ölçülür. Eğitim sisteminin ürünleri ise öğrenciler ve meslek adamları. Yani vatandaşlarımızın tümü.
Yaşamdaki kaliteden çağdaşlaşmaya, etik değerlerden doğanın tahribine, kalkınmadan insan hakları ve demokrasiye kadar eğer bir yerde eksiklik ve yanlışlık varsa, suçluyu uzakta aramayın...
Özetin özeti: Olumlu ya da olumsuz her şeyin kökeninde eğitim var. Diğer tüm nedenler ondan sonra gelir. İnsanı ve toplumları rezil de eder, vezir de..
Abbas Güçlü, Milliyet, 03 Kasım 2009