Sodom ve Gomore roman özeti, kişiler, yer ve zaman, tahilili
Sodom Ve Gomore ÖZETİ VE İNCELEMESİ
Kitabın Adı :Sodom Ve Gomore
Yazar :Yakup Kadri KARAOSMANOĞLU
Basım Yılı :1984
Basım Yeri :İstanbul
6.Basım İletişim Yayınları
Konu: Mütareke (işgal) yıllarındaki İstanbul'un ahlaki bozukluklarını,çöküntüleri, (Sodome ve Gomore kutsal kitaplarda ahlaksızlıklarından dolayı lanetlenen ve yerle bir edilen Ürdün'deki iki şehir) tasvir edilir...
Sodom ve Gomore
- ÖZET
I.Dünya Savaşı sonrasında, işgal altındaki İstanbul, Anadolu’dan kopuk ayrı bir ülke gibidir. Bu mütareke yılları içerisinde İstanbul, İtilaf Devletleri askerleri olan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerler, bu askerleri kendisine dost bilen İstanbul sosyetesi ve bu sosyete dışında kalan, belki de mütarekeden en fazla etkilenen alt-sınıf insanları olarak üçe ayrılmıştır.
İçerisinde pek çok milletten insanı bulunduran İstanbul sosyetesi, İtilaf Devletleri askerlerine karşı büyük bir hayranlık içerisindedir. Bu askerlerin yakışıklılığı, üzerilerinde taşıdıkları üniforma ve bu üniformanın temsil ettiği güç, İstanbul kadınlarının başını döndürmektedir. Bu askerlerle birlikte görülmek, sosyete kadınları için bir gösteriş, bir sınıf atlama aracıdır. Bu askerlerin büyüsüne kapılan kadınlardan biri de Leyla’dır.
Dayısının oğlu Necdet ile nişanlı olan ve ona büyük bir ihtirasla bağlı olan Leyla, sosyetedeki önemli konumu sebebiyle Captain Gerald Jackson Read’e karşı da duygusal hisler beslemektedir. Aşık olduğu adam ile sosyetedeki yeri arasında kalan Leyla, bir türlü bu iki adam arasında seçim yapamamaktadır. Bu seçimi yapabilmek için yaşadığı iç çatışmaların yanı sıra, sosyetenin diğer kadınları ile de bir savaş içerisine girmiştir.
Eserin sonlarına doğru sosyetedeki atışmaların getirdiği sinir buhranları ve Anadolu’daki milli mücadele hareketlerinin güçlenmesiyle değişen İstanbul sonucunda Leyla, ne Captain Gerald Jackson Read’e karşı duygular beslediğinin ne de Necdet’in kendisine beslediği büyük aşkın devam ettiğinin farkına varmıştır.
Sonuç olarak; içindeki iyi veya kötü insanlara bakılmaksızın lanetlenmiş bir şehir olan İstanbul, kötülerden arınılması için yakılan, milli mücadele yangınıyla temizlenme yolunda önemli adımların atıldığı bir şehir olmuştur. Artık İtilaf Devletleri askerleri, kendilerine karşı büyük sempati besleyen sosyete insanlarının, kendilerini arayıp sormadığını, kapıları yüzlerine çarptıklarını gördüklerinde tek çareyi, şarkın yalancı büyüsünden kurtulup vatanlarına dönmekte bulmuşlardır.
İçerisinde pek çok milletten insanı bulunduran İstanbul sosyetesi, İtilaf Devletleri askerlerine karşı büyük bir hayranlık içerisindedir. Bu askerlerin yakışıklılığı, üzerilerinde taşıdıkları üniforma ve bu üniformanın temsil ettiği güç, İstanbul kadınlarının başını döndürmektedir. Bu askerlerle birlikte görülmek, sosyete kadınları için bir gösteriş, bir sınıf atlama aracıdır. Bu askerlerin büyüsüne kapılan kadınlardan biri de Leyla’dır.
Dayısının oğlu Necdet ile nişanlı olan ve ona büyük bir ihtirasla bağlı olan Leyla, sosyetedeki önemli konumu sebebiyle Captain Gerald Jackson Read’e karşı da duygusal hisler beslemektedir. Aşık olduğu adam ile sosyetedeki yeri arasında kalan Leyla, bir türlü bu iki adam arasında seçim yapamamaktadır. Bu seçimi yapabilmek için yaşadığı iç çatışmaların yanı sıra, sosyetenin diğer kadınları ile de bir savaş içerisine girmiştir.
Eserin sonlarına doğru sosyetedeki atışmaların getirdiği sinir buhranları ve Anadolu’daki milli mücadele hareketlerinin güçlenmesiyle değişen İstanbul sonucunda Leyla, ne Captain Gerald Jackson Read’e karşı duygular beslediğinin ne de Necdet’in kendisine beslediği büyük aşkın devam ettiğinin farkına varmıştır.
Sonuç olarak; içindeki iyi veya kötü insanlara bakılmaksızın lanetlenmiş bir şehir olan İstanbul, kötülerden arınılması için yakılan, milli mücadele yangınıyla temizlenme yolunda önemli adımların atıldığı bir şehir olmuştur. Artık İtilaf Devletleri askerleri, kendilerine karşı büyük sempati besleyen sosyete insanlarının, kendilerini arayıp sormadığını, kapıları yüzlerine çarptıklarını gördüklerinde tek çareyi, şarkın yalancı büyüsünden kurtulup vatanlarına dönmekte bulmuşlardır.
ŞAHIS KADROSU VE ÖZELLİKLERİ
Leyla : Fiziki olarak gayet çekici ve güzel,ruhi olarak hırslı,hava atmayı seven,eğlenceye düşkün, menfaatçi, ve İngiliz hayranı şımarık kolejli kız
Necdet :Ruhi olarak zayıf bir karakter,Leyla’ya karşı bir zaafı var.Tahsilli, Avrupa yüzü görmüş, İngiliz düşmanı, yirmi beşlerinde ,köksüz,korkak,yabancılaşmış,duygularının tutsağı aydın bir tip
C.J.Read:Hali vakti yerinde,yakışıklı,aşk delisi kadınlardan başını alamayan bir züppe İngiliz zabiti
C.Marlow:”İntelligence Service” görevlisi, son derece akıllı,ama bedensel tutkularının esiri,bir İngiliz zabiti
Sami bey: Düyun-i Umumiye’de işgalcilerle arası iyi olan bir memur,mandaterliği savunuyor...
Miss Fany Moore :Girişken bir Amerikan gazete yazarı
Zaman : Birinci Dünya Savaşı yılları
Mekan :İstanbul’daki partiler,gazinolar,barlar(Şişli,Nişantaşı,Beyoğlu...)
Üslup:
1) Bu insanlarının çoğunu genel özellikleriyle çizerken,romanın gelişimi içinde ağırlık yüklediği kahramanların (Necdet ve Leyla) fiziksel ve ruhsal yapıları üzerinde yeterince durur.
2) Sodom ve Gomore’de aşağıda kimi örnekleri okuyacağımız bağlamalara bolca rastlanması romanın tekniğini bozucu düzeydedir:
“Nihayet günün birinde..” ”Önceki bölümde geçen konuşmanın üzerinden on gün ya geçmiş,ya geçmemişti ki”, ”Lakin biraz önce söylediğim gibi...”
3) Yer yerde yazarın Balzac romanına özgü özdeyişlere başvurarak bilgelik merakına kapıldığı görülür:
Şuh bir kadın için başarılarını aleme göstermek ayrı sevinç,ayrı bir zevk değil midir?
Zira ruhlarımız çok kere bize haber vermeksizin kendi kendiliğinden olgunlaşmasını bilir.
4) Bu gibi kusurlara karşın, Sodom ve Gomore’nin tümcenin yapısı, kurgusu ve yan olayların düzenlenişi yönlerinden Yakup Kadri’nin önceki romanlarını aştığı söylenebilir.
- ESERİN SOSYOLOJİK OLARAK İNCELENMESİ
- NOT: Romanın sosyolojik incelemesi İREM YILMAZ TARAFINDAN YAPILMIŞTIR...
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun yazmış olduğu Sodom ve Gomore adlı romanı sosyolojik açıdan inceleyebilmek için öncelikle dönemin siyasi yapısı hakkında kısa bir bilgi vermenin gerekli olduğu kanaatindeyim. Yakup Kadri, eserin içinde birkaç yerde yaşanılan olayların 1920 yılında olduğunu ve anlatılan sürecin dört yıllık bir zaman dilimini konu aldığını belirtmektedir. Bu yıllarda yaşanılanlara bakacak olursak; 1920 yılında, 1.Dünya Savaşı biteli iki yıl olmuş, Osmanlı İmparatorluğu İtilaf Devletleri ile “Türk milletini yok sayan”[2] bir antlaşma olan Sevr Barış Antlaşmasını imzalamıştır. İmzalanan bu anlaşma ile ortada Osmanlı İmparatorluğu, diye bir şey kalmamış ve İtilaf Devletleri, Türkleri çok zor durumda bırakmışlardır. Milli mücadele başlayıp, Yeni Türk Devleti kurulana kadar Osmanlı bir esaret dönemi geçirmiştir.
Romana dönecek olursak, Sodom ve Gomore yalnızca İstanbul’da olan olayları konu almamaktadır. “Pasif bir aydın”[3] olan Necdet’in, Anadolu’da milli harekete katılmış ve orduya katılmaktan dolayı büyük bir gurur duyan arkadaşı Cemil Kâmi sayesinde, arada sırada Anadolu’da gerçekleşen olaylara dair bilgiler de İstanbul halkına dolayısıyla da okuyucuya aktarılmaktadır.
Osmanlı’nın bu esaret döneminde İstanbul sosyetesinin tutumu yazar için “tiksindirici”[4] bir durumdur. Romanda Yakup Kadri, İstanbul’un yozlaşmış mondesini (sosyete) gözler önüne sermektedir. İstanbul sosyetesine baktığımızda, her milletten insanın var olduğunu görmekteyiz. Bu insanlar, entelektüel bir kesimi oluşturmaktadırlar. Tanzimat’tan bu yana Batı’ya dönük, eğitimli kesimin Fransızca öğrenme istediğinin yanında, bu yılların entelektüel kesimi İngilizce öğrenmeyi de kendine görev edinmiştir. İngilizce öğrenmek istemelerinin en büyük sebebi belki de sosyete toplantılarında karşılaştıkları İngiliz subaylarını kendilerine yakınlaştırmaktır. Yalnız eleştirilmesi gereken nokta; bu denli kendilerini İngiliz diline kaptırarak, dilde yozlaşmaya sebep olmalarıdır. Eserin birkaç yerinde iki Türk sohbet ederken, bazı terimleri İngilizce olarak söylemektedir. Örneğin, Necdet ile kolejli bir genç kız olan Nermin arasında geçen sohbete göz atalım:
“(Nermin) – Hayır, maksadım İngilizleri savunmak değildi. Burada şimdi bu çamaşır ve çeyiz bahislerinin ne lüzumu var!
(Necdet) – Ya bu akşam fırsat bulunsaydı; Dickinson Wright’a bunu açacak değil miydiniz?
(Nermin) – Belki annem açmak isteyecekti, fakat ben mani olacaktım.
(Necdet) – Niçin?
(Nermin) – Çünkü, bir insanın hususi hayatına dair başkalarına bu kadar tafsilat vermesini “shocking” buluyorum.”[5]
Yakup Kadri’nin Hüküm Gecesi adlı romanında da, dilde yozlaşma konusu büyük bir sorundur. Bu dilde yozlaşmanın yanı sıra; toplumun bu kesiminin yaşayış tarzında da büyük yozlaşmalar göze çarpmaktadır. Bunu açıklamak için İstanbul sosyetesinin genel yaşayış tarzına dair bilgiler vermek gerekmektedir. Monde’nin içinde bulunan insanlar birbirleri arasında sanki bir anlaşma içerisinde gibidirler. Bu insanlar birbirilerinden açıkça nefret ettikleri halde, asla bunu dile getirmemektedirler. Bu durum, özellikle kadınlar arasında görülmektedir. Sosyete kadınları, mondenin en gözdesi olmak adına, büyük bir savaş içerisindedirler. Bu savaş öyle bir savaştır ki; aslında evli veya nişanlı olan bu kadınlar, bu durumlarını herkes bildiği halde hiç umursamayarak, en tanınmış İngiliz veya Fransız askerlerini elde etmek için uğraşmaktadırlar. Bu uğraşlar yolunda, askerlerle ilişki kurmaya gayret etmektedirler.
Az önce de belirttiğim gibi, eserde cinsellik de konu olarak işlenmektedir. Yakup Kadri, cinselliği sadece kadın-erkek ilişkisi olarak değil, homoseksüel ilişki olarak da ele almıştır. Sosyetenin gözde isimlerinden Captain Marlow bir homoseksüeldir. Captain Marlow’un, Türkiye’ye gelmesinin asıl amacını da yazar eserde şu şekilde dile getirmiştir;
“Halbuki, o Türkiye’ye büsbütün başka huylalar ve ümitlerle gelmişti. O, yarı vahşi, yağız yüzlü Türk erkeklerinin elinde bir kız gibi hırpalanıp didiklenmek istiyordu.”[6]
Captain Marlow, bir dönem Azize Hanım’ın kocası Atıf Bey’le bir ilişki yaşasa da bu ilişki kısa sürmüştür. Bunun üzerine, yeni arayışlar içinde İstanbul’un gizli olduğu söylenilen; ama neredeyse herkes tarafından bilinen mekanlarına gitmeye başlamıştır. Bunun yanında, kolejli genç kız Nermin de Amerikalı gazeteci Miss Fanny Moore ile bir ilişki yaşamaktadır. Bu ilişkisini gizleme gereği duymayan genç kız, romanın sonunda Miss Fanny Moore ile birlikte ülkeden kaçmıştır. Bu gibi homoseksüel ilişkiler eser içinde bir tek Necdet ve arkadaşı Cemil Kâmi’yi rahatsız etmektedir. Diğer karakterler bu durumu normal olarak karşılamaktadırlar. Bunun yanında, İstanbul alemlerinde boy göstermesiyle ünlü olan Major Will adlı karakter, yeni aldığı eve öyle bir oda yaptırır ki; bu odanın cinsel ilişki sırasında partneri tahrik edici bir takım yardımcı unsurlarla dolu olduğu görülmektedir. Kadınlara gösterilmeyen bu oda, erkeklerce cennet olarak tabir edilmektedir. Az sonra görülür ki verilen parti esnasında, Nermin ve Miss Fanny Moore bu odaya çıkmış ve bir ilişki yaşamışlardır.
Eserde, sosyete insanları arasında pek çok defa çay partileri yapıldığını görmekteyiz. Bu partiler genellikler akşam vakitlerinde yapılmakta ve mutlaka alkollü içecekler servis edilmektedir. Sosyetede insanlar varlıklarını sürdürebilmek için bu tarz partiler vermek zorundadır. Örneğin; evi İtilaf devletleri askerleri tarafından el konulan Makbule Hanım ve Hayri Bey, evlerinde bu tarz partiler veremedikleri için kısa zamanda sosyeteden atılmışlardır. Sosyetede bu tarz partilerin yanı sıra; at gezintileri, yat partileri, tayyare gezintileri, Çanakkale’de sakatlanan Fransız askerleri yararına konserler, “büyük dinerler”[7] ve küçük gece toplantıları yapılmaktadır. Türk insanlarının Fransız askerleri yararına düzenlenen bir konsere gitmeleri de yozlaşmanın bir diğer göstergesidir.
Romandaki kadın karakterler hakkında bilgi verecek olursak; daha önceki dönemlerde yazılmış romanlarda görülmedik roman karakterleri olduklarını görüyoruz. Leyla’ya bakacak olursak eğer, yaşının yirmi beş olduğunu ve sosyetedeki yeri ile ilgilenmekten, evlenmek gibi bir kaygısı olmadığını görmekteyiz. Leyla, romanın sonunda Necdet tarafından istenilmediğini anlayana kadar bir, evde kalmışlık duygusu hissetmemiştir. Bunun yanında romandaki kadınlar, erkeklerle eşit hatta onlardan daha üstün konumdadırlar. Yine Leyla’dan örnek verecek olursak, onun inatçı bir kız olduğunu, kavgada hep onun ağır bastığını, Necdet’e istediğini yaptırdığını görmekteyiz. Bunu Necdet’in pasifliğine ve Leyla’ya olan büyük aşkına bağlayabiliriz; ancak romanın diğer erkek karakterlerine bakıldığında da aynı pasiflik ve söz dinleyiciliğin söz konusu olduğunu görmekteyiz. Buna ek olarak; romanın bir bölümünde Amerikalı gazeteci Miss Fanny Moore ile Necdet arasında geçen sohbette, değişen evlilik kurumu kuralları ile ilgili fikirler görmekteyiz:
“(F. Moore) – Hişt! Bana baksanıza, eski tarz evlenmeleriniz bu şimdikinden çok daha hoş değil miydi? Doğru söyleyin!..
(Necdet):
- Nasıl ?
- Bana hikaye ettiler ki, eskiden Türkler, gerdek gecesine kadar alacakları kızın yüzünü görmezlermiş. Daha doğrusu kızı erkek adına başkaları seçer, sözü başkaları keser, düğün hazırlıklarını başkaları yapar ve günün birinde gelinle güvey bir yatak odasının içinde buluşuverirlermiş. Ne hoş, ne heyecan verici, ne heyecanlı, ne esrarlı bir buluşma… Eğer Türkiye’de henüz bu adet geçseydi ben ne yapıp yapar, mutlaka burada evlenirdim.
Amerikalı kız bütün bu lakırdıları bir kuş cıvıltısını andıran tuhaf, fakat tatlı Fransızcayla anlatıyordu. Necdet bir şey söylemiş olmak için dedi ki:
- Lakin bu tarz evlenmenin mahzurları, daha doğrusu tehlikeleri pek çoktur.
- Mesela?
- Mesela hiç görüşmeden, tanışmadan birleşen bu çiftler birbirlerini hiç sevmeyebilirlerdi.”[8]
Burada yazar, Amerikalı veya Avrupalı insanların şark hayatı hakkındaki bilgilerini okuyucuya sunarken, bir yandan da görücü usulü evlenme hakkındaki düşüncelerini Necdet aracılığıyla bildirmektedir.
Bu romandaki bir başka önemli nokta da toplumda insanların sınıflandırılışıdır. Eserden anlaşıldığı gibi, o dönemlerde toplumda; İngilizler en üst sınıftır. İngilizlerden sonra Fransız ve İtalyan askerleri gelmektedir. Buna ek, olarak İstanbullu Türkler eğer sosyeteye mensup ise, İngilizlerle bir nevi eşit tutulmaktadırlar. Sosyete dışındaki Türk insanı ise; İngilizlere boyun eğmek zorundadır. Bunu yazar, romanda şu bölümde gözler önüne sermektedir;
Bu bölümde, Necdet arkadaşı Cemil Kâmi ile birlikte Moskovit denilen bir eğlence mekanına gider. Bu mekanda İngiliz subaylarla karşılaşırlar. Masaya oturduklarında bir İngiliz subayı Necdet’ten fesini çıkarmasını ister. Necdet askere “bunu ne hakla istediğini” sorduğunda asker ona “Bir galip hakkıyla” diye cevap verir ve ilave eder;
“- Hem, hem bir Türk’ün bir İngiliz’e sual sorması iğrenç bir küstahlıktır…”[9]
Burada yine Hüküm Gecesi adlı romana dönmek gerekmektedir. Yakup Kadri, Hüküm Gecesi adlı eserinde Türk olmayanlara verilen imtiyazlar üzerinde durmuştur. Bu eserde ise; savaş sebebiyle artık zorunluluk haline gelen bu imtiyazların vardığı noktayı gözler önüne sermektedir.
Romandaki son ve en önemli nokta da Avrupalıların, Türkiye’ye ve Türk insanına karşı bakışıdır. Türkiye’yi Pierre Loti’nin kitaplarından öğrenmiş Fransızlar, sağdan soldan şark hayatının büyüsünü öğrenmiş İngilizler, bu ülkeye duyduklarını görmeye hatta uygulamaya gelmişlerdir. Buraya geldiklerinde bulduklarını ise, Captain Gerald Jackson Read şu şekilde anlatmaktadır;
“(Leyla’dan haber almak için evine gittiğinde kapıdan sokulmayınca, Türk insanları hakkında) Şimdi bu hali yalnız hor görerek ve küçümseyerek karşılıyorum ve bütün bu davranışları bir çeşit medeni terbiye eksikliğine veriyorum. Başarı ve itibar devrinde bir insanın kulu kölesi olmak, sonra nikbet ve düşkünlük zamanında ondan bu tarzda yüz çevirmek herhangi bir faziletli insanın yapacağı iş değildir. Meğer Türklerin en az bildikleri şey centilmenlikmiş…[10]
…
(Türk kadınları için) Bu kadınlar da mukaddes vatan kapısının anahtarıyla bir oyuncak gibi oynayan ve namuslarını yok pahasına yabancılara satan birtakım beyinsiz mahluklardır.[11]
…
Bu kızların da papağandan hiç farkı yok. Manasını pek iyi anlamaksızın birtakım İngilizce, Fransızca kelimeler öğrenmişler, bunları henüz tamamıyla açılmamış kafeslerinin arkasından haykırıp duruyorlar.[12]”
Ayrıca, eserin bazı bölümlerinde Yakup Kadri, Necdet’in ağzından okuyucuya, işgalcilerin İstanbul’a ne büyük felaketler getirdiklerini anlatmıştır. Bu bölümlerde; düşmanın evlerine hatta yataklarına kadar girdiğini, sevgililerini ellerinden alıp onlara gözleri önünde istediklerini yaptıklarını, kızı kızla, erkeği erkekle kızıştırdıklarını vurgulamaktadır. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Hüküm Gecesi adlı romanda, Batı kültürünün İstanbul’da etkileri üzerine, Türk kültüründeki bozulmaları satır aralarında belirten Yakup Kadri’nin, Sodom ve Gomore romanının bütününde bu düşüncesini okuyucuya bir tenkit olarak aktarmış olduğunu görmekteyiz.
- DEĞERLENDİRME VE SONUÇ
Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun okuyucusuna göstermek istediği; işgalcilerin eserde anlatılan tüm olayları yaparken aslında yaşadıkları toplumda, bunu yapmalarına izin verecek bir sosyete sınıfının bulunuyor olmasıdır. Bu yozlaşmış sınıftan işgalcilerin arkalarına baktıklarında gördükleri “Türklerin birtakım beyinsiz mahluklar”[13] olduğudur. Yakup Kadri’nin bu romanda üstünde durduğu ve romana adını veren düşünce de buradan çıkmıştır. Tanrıların iyisine kötüsüne bakmadan Sodom ve Gomoregibi cezalandırdığı bu şehir, sonunda Avrupalılar’ın iyisine kötüsüne bakmadan “beyinsiz mahluklar”[14] olarak adlandırdığı insanlar yığını olarak akıllarda kalmıştır. Sonuç olarak diyebiliriz ki; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore adlı eserinde sosyal unsurları fazlasıyla kullanmıştır.
İREM YILMAZ
[1] Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Sodom ve Gomore, Hâmit Matbaası, İstanbul, 1928
Karaosmanoğlu, Yakup Kadri, Sodom ve Gomore, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009 (İnceleme boyunca bu eserden alıntılar yapılacaktır.)
[2] Prof.Dr.Cemil Öztürk(Editör), İmparatorluktan Ulus Devlete Türk İnkilâp Tarihi, Pegem A Yayıncılık, Ankara, 2005, s:135
[3] İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı adlı kitabında Necdet’i bu şekilde ele almıştır. (sayfa: 258)
[4] İnci Enginün, Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı adlı kitabında Yakup Kadri’nin romandaki tutumunu bu şekilde açıklar. (sayfa: 258)
[5] Karaosmanoğlu, a.g.e., 28
[6] Karaosmanoğlu, a.g.e., 150
[7] Karaosmanoğlu, a.g.e., 212
[8] Karaosmanoğlu, a.g.e., 57-58
[9] Karaosmanoğlu, a.g.e., 76-77
[10] Karaosmanoğlu, a.g.e., 276
[11] Karaosmanoğlu, a.g.e., 271
[12] Karaosmanoğlu, a.g.e., 279
[13] Karaosmanoğlu, a.g.e., 271
[14] Karaosmanoğlu, a.g.e., 271