AKİF PAŞA FİKRİ EDEBİ YÖNÜ KİŞİLİĞİ,ESERLERİ, SANAT ANLAYIŞI HAYATI AKİF PAŞA EDEBİ KİŞİLİĞİ, AKİF PAŞA FİKRİ EDEBİ YÖNÜ KİŞİLİĞİ ESERLERİ, AKİF PAŞA SANAT ANLAYIŞI, SANAT ANLAYIŞI, ŞAİR VE YAZAR, AKİF PAŞA KİMDİR ESERLERİ ÇALIŞMALARI,
AKİF
PAŞA (1787 – 1845)
1787 senesinde Yozgat’ta doğdu. Altı
yaşında iken babası ile hacca gitti. Hac dönüşü ilk tahsiline Yozgat’ta
başladı. Yozgat’ta divan kâtipliğinde bulundu. Daha sonra İstanbul’a giderek
Divan-ı Hümayun kalemine kâtip oldu (1814). Başarılı çalışmalarından dolayı
kısa zamanda arka arkaya terfi etti. Vezirlik rütbesiyle Hariciye nazırlığına
getirildi. Bir sene sonra kendisine daima rakip gördüğü Pertev Paşanın azli ile
boşalan Mülkiye nazırlığına getirildi. Bir sene kadar bu görevde kaldıktan
sonra hastalığı sebebiyle tekrar nazırlıktan alındı ve Kocaeli mutasarrıflığına
tayin edildi. Halkın şikâyeti üzerine 1840 senesinde azledilerek, önce
Edirne’de daha sonra da Bursa’da ikamete mecbur edildi. 1844 senesinde hac
farizasını yerine getirmek için Hicaz’a gitti. Hac dönüşü İskenderiye’de
hastalanarak 1845’te vefat etti.
Akif Paşanın geçinemediği ve sevmediği en
önemli rakibi Pertev Paşa idi. Aralarında geçen çekişmeleri anlatmak ve
kendisini temize çıkarmak için Tabsıra adlı eserini yazdı. Ancak, Pertev
Paşanın, kendisine düşmanlık beslemediği ve zaman zaman yardım ettiği
anlaşılmaktadır. Tabsıra’da öne sürülen suçlamalar, Pertev Paşanın haksız yere
öldürülmesine sebeb olmuştur.
Akif
Paşa Tanzimat döneminde yazdığı şiir ve nesirlerinde kullandığı halk dilini
yakın dili ile ön plana çıkmıştır. Özellikle onbirli hece vezniyle yazdığı
şiirlerle sadeleşme adına önemli bir iş yapmıştır. Adem Kasidesinde; varlıktan
nefret eder ve ondan kurtulmaya çalışır. Kasidenin adından da anlaşılacağı
üzere onun yokluğa dönüşü mevcudatın yokluktan yaratılma inancına dayanır.
Eserin yazılmasında imparatorluğun o günkü hali ve Paşanın başına gelen
felaketler de rol oynamıştır. Bütün bunların yol açtığı bedbinlikler eski
şiirin mücerred ve süslü ifadesi ile ortaya konmuştur.
Adem Kasidesi: Psikolojik, metafizik ve
estetik olmak üzere üç cephe gösterir. Hayattan bıkmış, muzdarip, kötümser
görüşlü ve ümitsiz bir ruh halini ortaya koyduğu kaside, zamanında konu
yönünden yenilik kabul edilmiştir. Akif Paşanın bu şiirde kullandığı tema daha
sonra Hamid ile Recaizade Ekrem ve Servet-i Fünuncular tarafından da işlenmiş,
böylelikle Akif Paşa bir yol gösterici olmuştur.
Eserleri:
Tabsıra, Eser-i Akif Paşa (Muhtelif mektupları), Muharrerat-ı Hususiyye-i Akif
Paşa, Risalet-ül-Firasiyye ves-Siyasiyye.
Adem
Kasidesi:
Akif Paşa her ne kadar Tanzimat sanatçısı
olsa da zihniyet ve felsefe bakımından eski geleneği sürdürmektedir. Osmanlı
devletinde edebi muhit iki kolda gelişme göstermiştir. Bunlardan birisi
tasavvuf ve divan anlayışı bir diğeri ise Horasan Alp-erenlerinin Anadolu’ya
taşıdığı ve daha çok kırsalda var olan sade duyguların, duyuşların süsten uzak
doğal iklimlerin edebiyatıdır. Divan ve Tasavvuf edebiyatı şehirlerdeki ve
yüksek tahsil içindeki zümrelerin edebiyatı olmuştur. İşte Akif Paşa da bu
geleneğin adeta Tanzimat’taki bir uzantısıdır. Eski tasavvuf ve divan
geleneğindeki ideal alem ahırettir. Bu alem aslında yokluktan ibarettir. İnsan
ve kainat yoklukta var olan ve mutlak hakikatin (Allah) sadece evrendeki
yansımalarından ibarettir. Bu anlayış hemen hemen tüm divan ve tasavvuf
şairlerinde ana felsefe olmuştur. O yüzden bu şairler genellikle sosyal
meselelere ilgi duymamışlardır.
Akif Paşa geleneklere uyarak Adam
Kasidesinde varlıktan kurtulma özlemi içindedir. Ancak onun bu özlemi diğer
şairler gibi inancından ziyade yaşadığı sosyal ve siyasi hayattan ileri
gelmektedir. Akif Paşa Osmanlı devletinin topyekûn bir çöküş içinde olduğu
dönemde yaşamış, siyasi hayatında da her türlü entrika ve çirkefliklere şahit
olmuştur. Bu durum Akif Paşa’nın varlıktan uzaklaşmasına, yokluğu aramasına
sebep olmuştur.
Adem kasidesinin psikoloji, metafizik ve
estetik olmak üzere üç yönü vardır. Kaside her şeyden önce gelecekten ümitsiz,
hayattan muzdarip bir şairin ruh halini ortaya koyar. Bu ruh hali içinde
bulunduğu durumun aslında özeti niteliğindedir. Ethem Pertev Paşa yüzünden
siyasi hayatta gözden düşülmüş ve ağır bir hastalığın vermiş olduğu ıstırap bu
bedbinliğin ana sebebi sayılabilir. Bu durumunu kasidenin değişik yerlerinde
ifade etmektedir.
Ber-murad olmayacak ben yere geçsin alem.
Necm ü mihr ü mehi olsun eser-i pa-yı adem
İhtiraslarının kurbanı olan şair, emellerine ulaşmak istemiş, fakat hayat buna
bir türlü izin vermemiştir. O halde hayatta var olmanın ne anlamı olabilir ki…
Nitekim şair, 41. beyitte “Yokluk gecesi binbir şey doğurduğu halde kendi istek
yıldızının feleğin ufuklarından bir türlü doğmadığını” söylüyor. Yine 38.
Beyitte “ Istırabın kendisini çok kötü harap ettiğini öyle ki adem ankasının
büyük kanadı yatağı olsa yine dinlenemeyeceğini” belirtiyor. Bu beyitte
kullandığı vücut kelimesiyle hem bedeni hemde ruhu kastettiğini anlamak
mümkündür. Her iki tarafı da hasta bir adam…
Hayattan kopmuş ve muzdarip insanlar kendilerini bu ızdıraptan kurtaracak
şeyler hayal ederler. Hayatlarından, özellikle 2. Abdülhamit baskısından
bunalan Servet-i Fununcular, mutlu olabilmek için Yeni Zelanda’ya göç etmek
istediler. Bu istekleri gerçekleşmeyince hayallerinde bir ülke tasvir ederek
hayal âlemlerinde yaşamaya ve mutlu olmaya çalıştılar. Ahmet Haşim, bedeni
çirkinliğini ve bu çirkinliği yüzünden kadınlara karşı soğuk olmasının
ıstırabını mehtaplı gecelere sığınarak gidermeye çalıştı. Yahya Kemal, yıkılmış
ve yok olmaya yüz tutmuş koca bir medeniyetin vermiş olduğu ıstırabı Osmanlının
ihtişamlı dönemlerini hayal ederek adeta o günlere giderek telefi etti. Fuzuli
“ Gelin ey ehl-i hakikat, çıkalım dünyadan / Gayr yerler gezelim özge sefalar
görelim” diyerek insanları mükemmel ve gerçek olmayan bu alemden çıkmalarını
hakiki varlık ve alemlere yolculuk etmeye davet eder. İşte Akif Paşa da kaside
de varlığı beğenmiyor, ondan kurtulmak istiyor. Fakat onun göçmek istediği yer
ne bu dünyada bir yer ne de ahırettir. Ümitlerini de kaybeden şair, ademi
(yokluğu) özlemektedir. O yokluğu mutlak bir sükun olarak niteliyor. Nitekim
daha kasidenin başında “Ne gam u gussa ne renc ü alem ü bim ü ümid / Olsa
şayeste cihan can ile cuya-yı adem” beytiyle yokluğu övüyor ve onu mutlak bir
huzur ülkesi olarak niteliyor.
Akif Paşa, ızdırap ve yokluğu tariflerken aslında bir felsefe ortaya koyuyor.
İnsanın ızdırap çekmesinin ana sebebini insanın veya varlığın hem var hem de
yok olmasına bağlıyor. Burada şair yokluk üzerine derinleşiyor. Kasidenin 8 ile
23. beyitleri arasında İslam kültüründe var olan “tek varlık” kavramını
örnekleriyle anlatırken bu varlığın içinde evrenin de aslında yok olduğunu
izaha çalışıyor. Kâinattaki her şeyin varlıkla yokluk arasında olduğunu, var
olan her şeyin bir gün yokluk gerçeği ile yani ölümle karşı karşıya kalacağını
ifade ediyor. Zira var olan her şey yok olmaktadır. Kâinat bir tezattan
ibarettir. Bu tezat varlık ve yokluktur. İnsan mantığı bir şeyin hem var hem de
yok olamayacağını söylese de var olan her şey bir gün yok olmak için var
olmaktadır. Yok olmayan tek bir hakikat vardır ki o da tasavvufçuların ifade
ettiği üzere yokluğu ve varlığı zatında taşıyan tek varlık, yani Allah’tır.
Akif Paşa varlık – yokluk kavramlarından anlamayan ancak bu hususlarda fikir
yürüte bazı şeyhlere de kasidenin çeşitli yerlerinde çatar. Ona göre yokluğun
sırrına çözebilmek için arşı aşmak yani varlığın sınırlarını aşmak gerekir. Bu
hususta fikri olanların tasavvufun temel felsefesi olan “ölmeden önce ölmek”
sırrına ermeleri gerekir. Varlığın yokluktan ibaret olduğu fikri her ne kadar
tasavvuf felsefesinde olsa da Akif Paşa, tasavvuftaki varlık yerine yokluk
üzerinde derinleşiyor. Eskiler yokluğu bir tarafa bırakarak Allah’tan ve ona
duyulan aşkta bahsederler. Bundan dolayı tasavvuf şairlerinde ıstıraptan ziyade
sevgi ele alınır. Yunus Emre’de olduğu gibi tüm tasavvufçularda hakim olan
düşünce Allah’ı seven, varlığın verdiği ıstıraptan şikayet etmez, varlığı
Allah’ın bir tecellisi olarak kabul eder. Fakat Akif Paşa’da ıstırap sevgiyi
yok etmiştir. Bu anlayış Tanzimat şairlerinin birçoğunda da devam etmiştir.
Sonuç olarak Adem Kasidesi eski dünyamızın bütün ıstıraplarını ortaya koyarak
bir bitişi ve sonu izah etmiştir. Kaside adeta dünyanın çöküşünü anlatmaktadır.
Yok olmayı isteyen bir medeniyet neticede amacına ulaşmış ve yok olmuştur. Bu
kaside ölüm fikrine dayanan bir medeniyetin adeta en son karanlık
şarkısıdır.