Dilde Değişme
Sosyal bir canlı varlık olduğu için de her milletin sosyal yapısına bağlı olarak değişme ve gelişebilme gücüne sahiptir. İşte bu değişme özelliği dolayısıyle dildeki ekler, dilbilgisi öğeleri ve kelimeler genişçe süreler içinde kullanıldıkça eskirler; eskiyenleri atılır yerine yenileri alınır. Bu sebeple dilbilimciler, dili sürekli olarak yenilikler doğuran bir kaynağa benzetmişlerdir. Dil, genel olarak iki türlü değişmeye uğrar. Bunlar; kendi kendine doğal olarak ve insan müdahalesi ve ona bir biçim verme yolu ile.
Dilde değişme beraberinde hem gelişmeyi hemde yozlaşmayı getirebilir. Bu aradaki farkı toplumların sorumlu insanları olan sanatçılar ve devletin rolü büyüktür. Tarihte özellikle Osmanlı Devleti döneminde dilde meydana gelen değişmeler beraber dilde yozlaşmayı doğurmuştur. Yani meydana gelen değişim iyiye gitmek yerine kötü gitmiş ve Türk dili yada Türkçe yozlaşmıştır. Buradaki sorumlu kişiler olan sanatçı ve devlet bürokrasinin önemli bir etken olmuşlardır. Sanatçılar gerek yazdıkları eserlerinde Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça kelimeleri kullanmaları dilin saflığını ve özünü zedelemiştir.
Her dilin kendisine özgü kanunları vardır. Dil kanunları, dilin tarihî gelişiminden ve bünyesinden çıkmış kurallardır. Dil kuralları dilin hayatını ve gidişini düzenler. Ona yön verir. Ancak bu yönlendiriş kendiliğinden olur. Dilin bünyesinin incelenmesiyle bulunan dil kanunları katı, değişmez kurallar değillerdir; aksine hoşgörülü ve uysal tabiatlıdırlar. Toplum hayatındaki değişmeler ve gelişmeler dil kanunlarına az çok yansır, dilde olumlu veya olumsuz yönde önemsenmeyecek değişikliklere yol açabilir. Dilimizin ses, yapı söz dizimi kanunları teker teker görülecektir. Burada bir fikir verebilmek için dilimizin temel yapı kanunlarından biri kısaca açıklanacaktır: Türkçede bir kelime içinde eklerin sıralanışı daima: kök + yapım eki + çekim eki şeklindedir. Gözcüden dil birliği eklerine ayrılığında: göz-cü-den şekli ortaya çıkar. Bu dil birliğinde -cü eki addan, yeni anlamlı bir ad yapmış, -den eki ise türemiş adı kendisinden sonra gelebilecek her hangi bir dil birliği ile ilişkili hâle getirmek için kelimeye eklenmiştir. İşte buradaki -den adın hâl eki hiç bir zaman göz kökü ile çekim ekleri arasına girmez. Bu kural, yapım eki ile çekim ekleri arasında ilişkiler söz konusu olduğu zaman değişmez. Dilimizin yazılı metinlerinden, izleyebildiğimiz 1300 yılı aşkın tarihî akışı içinde, söz konusu ekler daima böyle sıralanmıştır.
Felsefe, edebiyat, bilim, teknik, âdet. gelenek, görenek, moda gibi bütün teknolojik ve ideolojik etkileşimler, dillerde olumlu veya olumsuz değişmelere sebep olur. Batı kültürü ile ilişkilerimiz yoğunlaştıkça Batı dillerinin etkisiyle özellikle son yirmi, yirmi beş yıldır, apartman, köşk, sokak, durak adlarını Türkçenin kurallarına göre değil de Batı dillerinin kurallarına göre düzenlendiği görülmektedir: «Apartman Huzur», « Durak Vakıf», «Kulüp 69» gibi. Bu tür adlandırmalar, daha çok yazı dilinde görülmektedir. Konuşma dilinde, «Huzur Apartmanı». «Vakıf Durağı» şeklinde, dilimizin kurallarına uygun olarak söyleriz. Özentili ve yanlış kullanışların yaygınlaşma eğilimi göstermesi, Türkçe ve millî kültür açısından üzülünecek tipik örneklerdir. Yazı dilimiz uzun yıllar Arap ve Fars dillerinin etkisinde kalmıştır. Bu dillerden giren kuralları bünyesinden nasıl kısa sürede attıysa, Batı kaynaklı bu tür kullanımları da kısa sürede atacaktır; ancak Türkçenin serpilip güzelleşmesi daha yavaşlayacak, Türkçe zaman kaybedecektir.
Dildeki değişimleri, "değişme" ve "gelişme" sözcüklerinin büyüsüne kapılarak kutsallaştırmak; "dili halk konuşuyor, ülkenin geleceği olan gençler konuşuyor; öyleyse biz dilbilimciler, yazıncılar onları izleyelim, onlar nasıl söylerlerse, nasıl yazarlarsa, biz de o söyleyiş ve yazış biçimlerini birer kural olarak dilbilgisi kitaplarına, sözlüklere, kılavuzlara alalım," demek; bu değişme ve gelişmenin her zaman ve kesinlikle doğru, olumlu yönde olduğu önyargısıyla düşünmek, bizi çıkmaza sürükleyecektir.
Dilde değişme ve değişme, tıpkı bir ulusun gelişmesi ve değişmesi gibi bin yıllar içinde olur; dahası, matematiksel kesinliği olmayan, ancak genel nitelikteki kimi kurallara uyarak olur. Bu değişmeler, insanın bir iki on yıl içinde fark etmesine yol açacak hızlılıkta oluyorsa, o zaman gelişmede değişimden değil, ancak yozlaşımdan, aynı dili konuşanların birbirlerini anlamama dokuncası doğduğundan söz edilebilir.
Dilde Yozlaşma
Dil ve kültürdeki değişmeler doğal sayılabilir; ancak başka dillerden sözcük alırken kurallarını da alıp kendi dilinde kullanma o dilin yapı, sesbilim, anlambilim, sesletim, yazım ve okuma kural ve geleneklerini bozar, dilde kargaşaya neden olduğu için de dilde yozlaşma başlar. Türkçe’de yozlaşma ilk, Türkçe’ye sokulan Farsça, Arapça sözcük, terim ve kurallarla başlamış, şimdi de bunların yerini özellikle İngilizce almıştır.
Dil kanunlarının uysallığını da, bir iki örnekle açıklamak yerinde olacaktır. Cumhuriyet dönemi Türkiye Türkçesinde özellikle kelime alanında Türkçe açısından hızlı değişmeler ve gelişmeler olmuştur. Bu dönemde cemiyet yerine toplum, vasat veya muhit yerine ortam, ehemmiyet yerine önem, vazife yerine ödev kelimeleri türetilmiştir. Bu kelimeler, kelime türetme kurallarına aykırı oldukları halde hemen herkes tarafından benimsenmiştir. Bunlar gibi yapı bilgisinin (morfoloji) verilerine uymayan Türkçe köklü kelime türetilmiş ve benimsenmiştir.
Dilde Gelişme
Dilin biyolojik varlıklar gibi tabiî bir varlık olup olmadığı konusu bugün tartışılmaktadır. Dilin; hayvan, bitki türünden canlılara benzetilmesinin delilleri şu şekilde özetlenebilir: Dildeki ses, yapı, anlam ve cümle düzeninde görülen değişmeler ve gelişmeler insan eli tarafından değil de dilin tarihi akışı içinde kendi yaşama ve gelişme şartlarına göre olur. Nasıl ki canlılar bünyelerine uygun şartlar içinde yaşayabiliyor ve gelişebiliyorlarsa; dil de kendi yapısına ve bünyesine uygun şartlar içinde gelişir, kendi varlık şartlarına uymayan nesneleri tabiî yoldan çıkarıp atar.
Dilin canlı varlıklara benzediği görüşü, 19. yüzyıl Alman dilcilerinden August Scgileicger(1821-1868) tarafından ortaya atılmıştır. Ancak bu benzetmenin yetersiz olduğu, dilin biyolojik canlılara benzemediği, gene 19. yüzyıl Alman dilcilerinden Johannes Schimidt (1843-1901) tarafından iddia edilmiştir. Bu dil bilimci söz konusu iddianın bir benzetmeden öteye gitmediğini ileri sürmüştür. Bugün dilin bağımsız bir organizmaya sahip olmadığı, daima insana bağlı bulunduğu ve toplumsal bir olgu olarak yaşadığı, varlığını, onu konuşanların dimağlarında sürdürdüğü, biyolojik değil de, sosyal ve ruhsal kanunlara uyduğu anlaşılmıştır. Dilin diğer canlı varlıklar gibi yaşayıp gelişmediği, dilde sadece gelişme ve değişmelerin olduğu, bugün hemen herkesçe kabul edilmektedir. Bu iki görüş arasında ortak olarak benimsenen anlayış, dilde gelişme ve değişmelerin olduğudur.