ZİYA GÖKALP TURAN ŞİİRİ TEMA KONU AHENK İNCELMESİ TAHLİLİ, ZİYA GÖKALP TURAN ŞİİRİ TAHLİLİ İNCELMESİ, ŞİİR TAHLİLLERİ, TURAN ŞİİRİ AÇIKLAMASI TAHLİLİ,
Türklüğü Türkün Bedeninde Aramanın Şiiri: Turan
Nabızlarımda vuran duygular ki, târihin
Birer derin sesidir, ben sahîfelerde değil,
Güzide, şanlı, necîb ırkımın uzak ve yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanîninde,
Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.
Sahîfelerde değil, çünki Attilâ, Cengiz,
Zaferle ırkımı terviç eden bu nâsiyeler,
O tozlu çerçevelerde, o iftirâ-amîz
Muhît içinde görünmekte kirli, sermende;
Fakat şerefle numâyân Sezar ve İskender!
Nabızlarımda evet, çünki ilm içün mübhem
Kalan Oğuz Han'ı kalbim tanır tamamıyle,
Damarlarımda yaşar şan ve ihtişâmıyle
Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:
Vatan ne Türkiya'dır Türkler'e, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.
Şiirin Çözümlemesi
Turan manzumesini Türkçülüğe giriş metni olarak düşünebiliriz. Şair bu manzumeyle tarihle ve onu kendi lehine, başkalarımn aleyhine kullanan, çarpıtan anlayışla mücadele eder.
Manzume nabızlarda vuran ‘kan’ unsuru üzerine kurgulanmıştır. Şairin muhatap aldığı kitle Türk tarihini ve onu yapan hanları, hakanları, kahramanları görmezden gelen Oryantalist anlayıştır. Buna göre Batı’nm emperyalist ve oryantalist görüşünü yansıtan tarih anlayışı Attila ve Cengiz’i görmezden gelip Sezar ve İskender’i şerefle hatırlamaktadır. Tarihe bu tek yanlı bakış şairi rahatsız etmiştir. Zira Türkler tarihin her devresinde sahnededir. Türklerin olmadığı ya da adlarının geçmediği bir asır bile yoktur. O halde bu şerefli geçmişin hakkını teslim etmek gerekir. Şair tek yanlı tarihin karşısına belge olarak nabızlarında vuran kan’m sesini çıkarır. Buna göre şairin nabızlarında vuran sadece biyolojik bir nesne olan sıvı değil aynı zamanda bu sıvı içinde kodlanmış halde bulunan ve genetik miras yoluyla nesilden nesile geçen tarihin ‘derin sesi’dir. Bu seste milletin özellikleri yankılanmaktadır. Şair, Güzide, ‘şanlı, necîb ırkımın uzak ve yakın bütün zaferlerini kalbinin atışında’ duymaktadır. Zira tarih sayfaları onun şanlı tarihinin olması gerektiği gibi yansıtmamaktadır. O, bedeninde atalarından tevarüs eden ve kalıtım yoluyla taşman duygulan hissederek geçmişi yüceltmektedir.
Batı kaynaklı oryantalist tarih anlayışı İskender ve Sezar’ı şerefle hatırlarken Atilla’yı istilacı, Cengiz’i yağmacı göstermektedir. Zira bir Türk hakanı olan Attila, yine bir tarafı Türk soyundan gelen Cengiz’in tarihî yürüyüşleri Ba-tı’ya doğru olmuştur. Halbuki İskender ve Sezar doğu topraklannı fethetmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Batı’nın bilinçaltındaki korku tarih sayfalarına da yansımıştır.
Tarih ilmi için gizli ve bilinmez olan Oğuz Han’ı şair işte nabızlarında tevarüs eden genetik mirasla tanır. Artık Bir Türk olarak şairin bedeni ihtişamlı geçmişin aktörlerinden biri olan Oğuz Han’ın ilham edeceği duygularla geleceği kuracaktır. O halde geleceğin hedeflerini de bugünden belirlemek gerekecektir. Türklerin millet olarak Megola İdea’sı (Büyük Ülkü) Kızıl Elma, cihan hâkimiyeti mefkûresi, ilâ-yı kelimetullah, nizam-ı âlem ya da Turan kavramlarında ifadesini bulan dünya egemenliğine giden yoldur. Ziya Gökalp devrin şartları içinde bunu Turan ideali olarak belirler.
Vatan ne Türkiya'dır Türkler'e, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan..
Buna göre Türklerin vatam ne Türkiye ne de Türkistan’dır. Bu coğrafya Türkler için dar ve sınırlı bir alandır. Türklerin vatanı büyük ve ebedî bir ülke olan Turan’dır. Ömer Seyfettin bunu Kızıl Elma hikâyesinde “padişahın atının gidebildiği her yer” olarak belirler. Ziya Gökalp bu bakımdan somut bir vatan coğrafyası yerine soyut bir Turan’dan söz eder. Bunun için Türklerin yurdu ve Turan coğrafyasını sadece Türklerin yaşadığı topraklar olarak değil bir cihan hâkimiyetine kadar uzanacak ideal olarak belirler. Türkler geçmişte bunu başarmışlardır; o halde yine başarabilirler.
Fakat Gökalp, kuru hamaset ve ucuz kahramanlık söylemi içinde değildir. Bir sosyolog olarak bilimin kendisine tuttuğu ışıkta konuşur. Bu bakımdan gerçekçidir. Devrin sosyal ve siyasal şartlan içinde gerçekçi davranarak bu ideali ‘Oğuzculuk’ olarak sınırlar. Oğuzculuk içinde Türkmenlerin, Azerîlerin ve Türkiye Türklerinin olduğu siyasal birliği işaret eder. Millî Mücadele’den sonra bu sınırlar TBMM tarafından ‘Misak-i Millî’ (Millî sınırlar) olarak belirlenir.
Bilindiği gibi küçük büyük her milletin kendine göre bir millî ideali vardır. Yahudiler Tevrat’a dayanarak Tanrı’nın kendilerine vaat ettikleri toprakları bahane ederek “Arz-ı Mev'ud” (vaat edilmiş topraklar) un peşinde siyasetlerini belirlemişlerdir. Ruslar Akdeniz’i sıcak sulara inme hayalini dilendirirken Yunanlılar Megalo İdea adım verdikleri Anadolu’nun batısını ele geçirme ve büyük Helen imparatorluğunu kurma projesinin peşindedirler. ABD ise Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi gibi kendi sömürü düzenini hayata geçirecek ideallerin peşindeyken Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği altında dünya nimetlerini sömürme siyasetini benimsemiş görünmektedir.
Türklerde zaten var olan cihan hâkimiyeti ideali Gökalp’in vatan anlayışı ile somut bir söyleme dönüştürülmüştür.
Ziya Gökalp, Namık Kemal’in soyut vatan anlayışının içini dolduran onu bir millî ve kutsal değer haline getiren şairdir. Namık Kemal, çöküşün hızlandığı son yüzyıl içinde erozyona uğrayan değerlerin yerine hürriyet, milliyet, vatan, adalet, başkaldırı gibi kavramları getirerek Türklerin yeni kutsallarını belirmemişti. Vatan yahut Siliste ne kadar önemli ise “vatan, millet, Sakarya” da o kadar önemlidir. Bu üç kelime kimilerinin ağzında hamasetle alay etmek için kullanılan malzeme değil Türklerin Sakarya önünde Yunanlılara karşı son destanını özetleyen birer epik vecizedir.
Ziya Gökalp bu manzumesinde uzak geçmişe, Türklerin kavmî devrine ve o dönemin kahramanlarına göndermede bulunmuştur. Ümmet devrini aşıp kavmi devre yönelmesi boşuna değildir. Zira Osmanlı devletinin son yüzyılda yaşadığı savaşlar ve uğradığı ihanetler ümmet dokusunu çözmüştür. Artık tamamı Müslüman olan bu ümmeti kutsal değerler etrafından bir araya getirmenin imkânı kalmamıştır. Milliyet bilinci bu yüzden en geç olarak Türklerde kendisini gösterir. O halde yankısı olmayacak bir çığlığı atmanın anlamı yoktur. Milleti inşa edecek değerler onun tarihinden ve kültüründen alınacaktır. Din bağı elbette mühimdir ve onun zenginliklerinden yararlanılacaktır. Fakat devrin şartlan içinde bu yeterli değildir. Zira din ancak gerçek müminlerin duyarlılığı ile harekete geçirilebilecek bir potansiyeli barındınr. Halbuki Osmanlı tarihte bu son sınavında dindaşları tarafından yalnız bırakılmıştır. Bu yüzden, yani yaşanan tecrübelerin ışığında o zaman millete yeni ve kendi kaynaklarından çıkarılan bir kıyafet hazırlanmalı, millî doku yeniden inşa edilmelidir. Ziya Gökalp’in gerek manzumelerinde gerekse Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Türk Töresi ve birçok makalesinde yaptığı şey de budur.
Türklüğü Türkün Bedeninde Aramanın Şiiri: Turan
Nabızlarımda vuran duygular ki, târihin
Birer derin sesidir, ben sahîfelerde değil,
Güzide, şanlı, necîb ırkımın uzak ve yakın
Bütün zaferlerini kalbimin tanîninde,
Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.
Sahîfelerde değil, çünki Attilâ, Cengiz,
Zaferle ırkımı terviç eden bu nâsiyeler,
O tozlu çerçevelerde, o iftirâ-amîz
Muhît içinde görünmekte kirli, sermende;
Fakat şerefle numâyân Sezar ve İskender!
Nabızlarımda evet, çünki ilm içün mübhem
Kalan Oğuz Han'ı kalbim tanır tamamıyle,
Damarlarımda yaşar şan ve ihtişâmıyle
Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem:
Vatan ne Türkiya'dır Türkler'e, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan.
Şiirin Çözümlemesi
Turan manzumesini Türkçülüğe giriş metni olarak düşünebiliriz. Şair bu manzumeyle tarihle ve onu kendi lehine, başkalarımn aleyhine kullanan, çarpıtan anlayışla mücadele eder.
Manzume nabızlarda vuran ‘kan’ unsuru üzerine kurgulanmıştır. Şairin muhatap aldığı kitle Türk tarihini ve onu yapan hanları, hakanları, kahramanları görmezden gelen Oryantalist anlayıştır. Buna göre Batı’nm emperyalist ve oryantalist görüşünü yansıtan tarih anlayışı Attila ve Cengiz’i görmezden gelip Sezar ve İskender’i şerefle hatırlamaktadır. Tarihe bu tek yanlı bakış şairi rahatsız etmiştir. Zira Türkler tarihin her devresinde sahnededir. Türklerin olmadığı ya da adlarının geçmediği bir asır bile yoktur. O halde bu şerefli geçmişin hakkını teslim etmek gerekir. Şair tek yanlı tarihin karşısına belge olarak nabızlarında vuran kan’m sesini çıkarır. Buna göre şairin nabızlarında vuran sadece biyolojik bir nesne olan sıvı değil aynı zamanda bu sıvı içinde kodlanmış halde bulunan ve genetik miras yoluyla nesilden nesile geçen tarihin ‘derin sesi’dir. Bu seste milletin özellikleri yankılanmaktadır. Şair, Güzide, ‘şanlı, necîb ırkımın uzak ve yakın bütün zaferlerini kalbinin atışında’ duymaktadır. Zira tarih sayfaları onun şanlı tarihinin olması gerektiği gibi yansıtmamaktadır. O, bedeninde atalarından tevarüs eden ve kalıtım yoluyla taşman duygulan hissederek geçmişi yüceltmektedir.
Batı kaynaklı oryantalist tarih anlayışı İskender ve Sezar’ı şerefle hatırlarken Atilla’yı istilacı, Cengiz’i yağmacı göstermektedir. Zira bir Türk hakanı olan Attila, yine bir tarafı Türk soyundan gelen Cengiz’in tarihî yürüyüşleri Ba-tı’ya doğru olmuştur. Halbuki İskender ve Sezar doğu topraklannı fethetmek için ellerinden geleni yapmışlardır. Batı’nın bilinçaltındaki korku tarih sayfalarına da yansımıştır.
Tarih ilmi için gizli ve bilinmez olan Oğuz Han’ı şair işte nabızlarında tevarüs eden genetik mirasla tanır. Artık Bir Türk olarak şairin bedeni ihtişamlı geçmişin aktörlerinden biri olan Oğuz Han’ın ilham edeceği duygularla geleceği kuracaktır. O halde geleceğin hedeflerini de bugünden belirlemek gerekecektir. Türklerin millet olarak Megola İdea’sı (Büyük Ülkü) Kızıl Elma, cihan hâkimiyeti mefkûresi, ilâ-yı kelimetullah, nizam-ı âlem ya da Turan kavramlarında ifadesini bulan dünya egemenliğine giden yoldur. Ziya Gökalp devrin şartları içinde bunu Turan ideali olarak belirler.
Vatan ne Türkiya'dır Türkler'e, ne Türkistan;
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan..
Buna göre Türklerin vatam ne Türkiye ne de Türkistan’dır. Bu coğrafya Türkler için dar ve sınırlı bir alandır. Türklerin vatanı büyük ve ebedî bir ülke olan Turan’dır. Ömer Seyfettin bunu Kızıl Elma hikâyesinde “padişahın atının gidebildiği her yer” olarak belirler. Ziya Gökalp bu bakımdan somut bir vatan coğrafyası yerine soyut bir Turan’dan söz eder. Bunun için Türklerin yurdu ve Turan coğrafyasını sadece Türklerin yaşadığı topraklar olarak değil bir cihan hâkimiyetine kadar uzanacak ideal olarak belirler. Türkler geçmişte bunu başarmışlardır; o halde yine başarabilirler.
Fakat Gökalp, kuru hamaset ve ucuz kahramanlık söylemi içinde değildir. Bir sosyolog olarak bilimin kendisine tuttuğu ışıkta konuşur. Bu bakımdan gerçekçidir. Devrin sosyal ve siyasal şartlan içinde gerçekçi davranarak bu ideali ‘Oğuzculuk’ olarak sınırlar. Oğuzculuk içinde Türkmenlerin, Azerîlerin ve Türkiye Türklerinin olduğu siyasal birliği işaret eder. Millî Mücadele’den sonra bu sınırlar TBMM tarafından ‘Misak-i Millî’ (Millî sınırlar) olarak belirlenir.
Bilindiği gibi küçük büyük her milletin kendine göre bir millî ideali vardır. Yahudiler Tevrat’a dayanarak Tanrı’nın kendilerine vaat ettikleri toprakları bahane ederek “Arz-ı Mev'ud” (vaat edilmiş topraklar) un peşinde siyasetlerini belirlemişlerdir. Ruslar Akdeniz’i sıcak sulara inme hayalini dilendirirken Yunanlılar Megalo İdea adım verdikleri Anadolu’nun batısını ele geçirme ve büyük Helen imparatorluğunu kurma projesinin peşindedirler. ABD ise Yeni Dünya Düzeni ve Büyük Ortadoğu Projesi gibi kendi sömürü düzenini hayata geçirecek ideallerin peşindeyken Avrupa ülkeleri Avrupa Birliği altında dünya nimetlerini sömürme siyasetini benimsemiş görünmektedir.
Türklerde zaten var olan cihan hâkimiyeti ideali Gökalp’in vatan anlayışı ile somut bir söyleme dönüştürülmüştür.
Ziya Gökalp, Namık Kemal’in soyut vatan anlayışının içini dolduran onu bir millî ve kutsal değer haline getiren şairdir. Namık Kemal, çöküşün hızlandığı son yüzyıl içinde erozyona uğrayan değerlerin yerine hürriyet, milliyet, vatan, adalet, başkaldırı gibi kavramları getirerek Türklerin yeni kutsallarını belirmemişti. Vatan yahut Siliste ne kadar önemli ise “vatan, millet, Sakarya” da o kadar önemlidir. Bu üç kelime kimilerinin ağzında hamasetle alay etmek için kullanılan malzeme değil Türklerin Sakarya önünde Yunanlılara karşı son destanını özetleyen birer epik vecizedir.
Ziya Gökalp bu manzumesinde uzak geçmişe, Türklerin kavmî devrine ve o dönemin kahramanlarına göndermede bulunmuştur. Ümmet devrini aşıp kavmi devre yönelmesi boşuna değildir. Zira Osmanlı devletinin son yüzyılda yaşadığı savaşlar ve uğradığı ihanetler ümmet dokusunu çözmüştür. Artık tamamı Müslüman olan bu ümmeti kutsal değerler etrafından bir araya getirmenin imkânı kalmamıştır. Milliyet bilinci bu yüzden en geç olarak Türklerde kendisini gösterir. O halde yankısı olmayacak bir çığlığı atmanın anlamı yoktur. Milleti inşa edecek değerler onun tarihinden ve kültüründen alınacaktır. Din bağı elbette mühimdir ve onun zenginliklerinden yararlanılacaktır. Fakat devrin şartlan içinde bu yeterli değildir. Zira din ancak gerçek müminlerin duyarlılığı ile harekete geçirilebilecek bir potansiyeli barındınr. Halbuki Osmanlı tarihte bu son sınavında dindaşları tarafından yalnız bırakılmıştır. Bu yüzden, yani yaşanan tecrübelerin ışığında o zaman millete yeni ve kendi kaynaklarından çıkarılan bir kıyafet hazırlanmalı, millî doku yeniden inşa edilmelidir. Ziya Gökalp’in gerek manzumelerinde gerekse Türkçülüğün Esasları, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Türk Töresi ve birçok makalesinde yaptığı şey de budur.