sponsorlu reklam Admatic -sponsor

ELİF ŞAFAK AŞK ROMANININ ÖZETİ KİŞİ MEKAN ZAMAN ÖZELLİKLERİ TAHLİLİ KİTAPLA İLGİLİ ELEŞTİRİLER DEĞERLENDİRMELER

ELİF ŞAFAK AŞK ROMANININ ÖZETİ,KİŞİLER VE ÖZELLİKLERİ,KİTAPLA İLGİLİ ELEŞTİRİLER-DEĞERLENDİRMELER,AŞK ROMANI İLE İLGİLİ SORULAR,


Elif Şafak-AŞK 
· Doğan Kitap

· Basım Tarihi : 03 - 2009
· ISBN : 9786051111070
· Sayfa Sayısı : 420

Arka Kapak Bilgisi

Ya ortasındasındır AŞK'ın merkezinde; ya da dışındasındır hasretinde..
Ella Rubinntain (40) Amerikalı bir ev kadınıdır. Tipik burjuva değerlerinin hâkim olduğu oldukça varlıklı bir ailesi düzenli ve görünüşte 'sorunsuz' bir evliliği vardır. Üç çocuğunu da büyüttükten sonra bir yayınevinde editör-asistanı olarak iş bulur; görevi A. Z. Zahara adlı tanınmamış bir yazarın tasavvuf felsefesini konu alan tarihi romanını değerlendirmektir.



Ancak hayatının kritik bir döneminde eline aldığı bu kitap hiç beklemediği bir şekilde Ella'yı derinden sarsacak dünyevi aşkı keşfetmek adına zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkmasına neden olacaktır.

Hayatlarımızın durgun gölünü dalgalandıran taş misali yüzleşmek zorunda olduğumuz sıkıntılar acılar… ve aşkın peşinde kat etmek zorunda olduğumuz zorlu yollar ödediğimiz bedeller…
Aşk… kitap içinde bir kitap hayatın anlamı peşinde bir aşk macerası…
Aşk… Elif Şafak'tan arayışa gerçeğe ve keşfetmeye dair bir roman.

ÖZETİ:
Ella üç çocuğu ve eşi David ile birlikte Amerika’da Northampton’da yaşamaktadır. Hayatını sürekli evde yemek pişirmek ve çocuklarıyla ilgilenerek geçirmektedir. David ile araları çok iyi değildir. Ella David’in kendisini aldattığını düşünmektedir. Bir gün büyük kızı Jeannette anne babasının karşısına erkek arkadaşı Scott ile evleneceğiz diye gelince Ella ve David ne yapacaklarını bilemezler. Ella kızını engellemeye çalışır. Scott’ı arar ve kızından uzak durmasını söyler. Bunu öğrenen David ve Jeannette Ella’ya karşı cephe alırlar. Bu olaydan sonra Ella’nın hayatı değişmeye başlar. Ella David’in yardımıyla derginin birinde iş bulur. Oradaki görevi kendi deyimiyle bir yayınevinde edebiyat editörünün asistanının asistanı’dır. Boş kaldığı zamanlarda vaktini kendisine verilen öyküyü değerlendirmekle geçirir. Öykünün yazarı Aziz Zahara isminde İskoç kökenli bir sufidir. Öykünün konusunu ise Rumi ile Şems’in arkadaşlıkları oluşturmaktadır. Ella bu öyküde kendi yaşamını bulmuştur ve hikayeden çok etkilenmiştir. Ella zaman içersinde Aziz ile mailleşmeye başlar ve Aziz’i daha tanımadan ona aşık olur. Ella David’e Aziz’e aşık olduğunu anlatır. David evliliğinin bitmemesi için Ella’yı ikna etmeyi çalışmışsa da başarılı olamaz. Aziz Ella’yı görmek için Boston’a gelir ve bir otelde buluşurlar. Aziz Ella’ya her şeyi anlatır. Aziz kanserdir. Çok az bir ömrü kalmıştır. Bu süre için Ella’nın hayatını karartmak istememektedir ama Ella her şeyi kabullenerek ailesini bırakır ve Aziz ile birlikte Konya’ya gelerek birlikte yaşamaya başlarlar. Bir yıl birlikte çok mutlu bir hayat yaşarlar. Daha sonra Aziz hayatını kaybeder. Ella tek başına kalmıştır. İkiz çocukları ve David Ella ile konuşmak istemezler. Ona destek olan tek insan bir zaman evlenmesine karşı çıktığı büyük kızı Jeannette olmuştur.

Romanda ayrıca Şems ile Rumi’nin arkadaşlıkları Aşk Şeriatı adı altında ayrı bir kitapta anlatılmaktadır.


Romanda Geçen Karakterler:

Rubinstein Ailesi: Amerika’da Northampton’da krem rengi Viktorya tarzı kocaman bir evde yaşardı.

Ella: Kendini bildi bileli durgun bir göl gibiydi Ella Rubinstein’in hayatı. Kırk yaşına basmak üzereydi. Nicedir tüm alışkanlıkları, ihtiyaçları ve tercihleri tekdüzeydi. Şaşmaz bir çizgiydi günlerin akışı; öylesine yeknesak, düzenli ve sıradan. Bilhassa son yirmi yıl boyunca hayatındaki her ayrıntıyı evliliğine göre ayarlamıştı. İçinden geçen her dilek, edindiği her yeni arkadaş, hatta en önemsiz kararları bile buna bağlıydı. Hayatına yön veren yegane pusula evi ve evliliğiydi.

Ellacığımız’ın tüm yaşamı kocası ve çocuklarından ibaretti. Kaderin türlü zorluklarına tek başına kafa tutacak ne bilgisi vardı ne tecrübesi. Hiçbir zaman risk almayı bilmezdi. Tedbiri elden bırakmazdı. İçtiği kahvenin markasını değiştirmek için bile uzun uzun düşünmesi gerekirdi. O kadar utangaç, öylesine munis ve ürkekti; tabiri caizse, pısırığın tekiydi.

İşte tüm bu malum sebeplerden dolayı, kendisi de dahil olmak üzere hiç kimse anlayamadı, tam yirmi yıllık evlilikten sonra Ella Rubinstein’in nasıl olup da bir sabah kocasına boşanma davası açtığını ve kendini evliliğinden azat edip, tek başına sonu belirsiz bir yola çıktığını.

Ama elbet bir sebebi vardı: Aşk!

Aşık oldu Ella hiç beklenmedik bir biçimde, beklemediği bir adama.

İkisi ne aynı şehirde yaşıyordu ne de aynı kıtada. Aralarındaki fersah fersah uzaklık bir kenara, kişilikleri en az gündüz ile gece kadar farklıydı. Yaşam tarzları ise alabildiğine başkaydı. Arada tam bir uçurum vardı. Normal şartlar altında birbirlerine tahammül etmeleri bile zor iken, aşk odu’nda yanmaları beklenmedik bir hadiseydi. Ama oldu işte. Hem de öyle çabuk oldu ki, Ella başına ne geldiğini anlayıp, kendini koruyamadı bile. Tabii şayet insanın kendini aşktan koruması mümkünse!

Aşk, Ella’nın ömrünün o durgun gölüne gaipten düşüveren bir taş misali indi. Ve onu sarstı, silkeledi, darmadağın etti.

David: Tanınmış bir dişçi. Mesleğinde hayli başarılı ve çok para kazanan bir adam.

Jeannette: David ve Ella çiftinin en büyük kızları.

Scott: Jeannette’nin evlenmeyi düşündüğü erkek arkadaşı

Orly ve Avi: David ve Ella çiftinin ikiz çocukları. Kız olan Orly, erkek olansa Avi.

Esther Hala: Etkisiz eleman

Gölge:
 Golden retriever köpekleri

Michelle: Editör asistanı

Steve: Editör

A. Z. ZAHARA: Aşk şeriatının yazarı, Ella’nın uğruna evliliğini bitirdiği kişi.

A. Z. Zahara, dünyayı gezmediği zamanlar kitapları, dostları, kedileri, kaplumbağaları ile birlikte Amsterdam’da yaşamakta. Aşk Şeriatı onun ilk ve muhtemelen son romanı. Romancı olmak gibi bir heves taşımayan yazar, bu kitabı sadece Rumi’ye ve onun sevgili güneşi Şems-i Tebrizi’ye olan hürmetinden ve sevgisinden kaleme aldı.

Aşk Şeriatı adlı kitapta geçen karakterler:

Katil:
Şems:
Efendi:
Çömez:
Rumi:
Dilenci Hasan:
Çöl Gülü:
Sarhoş Süleyman:
Mutaassıp:
Alaaddin:
Kerra:
Kimya:
Cengaver Baybars:
Sultan Veled:
Talebe Hüsam:


 Elif Şafak’ın “Aşk” romanında bahsedilen “40 kural”


Hayatta karşımıza çıkan şeyler belli şekillere bürünürler bunları gruplayacak olursak aşağıdaki liste çıkar karşımıza. Benim için önemli olan deneyimlerin hangi şekle bürünerek geldiği ya da hangi gruba ait olduğu değildir.
Önemli olan olanı hayır ve şer diye ayırmadan olduğu gibi kabul etmek ve sorumluluklarımızı yerine getirerek bir üst zemine çıkıp yeniden sıfırdan başlayabilmektir.

Toprak: Hayattaki derin sakin katı şeyler…
Su: Hayattaki akışkan kaygan ve değişken şeyler…
Rüzgar: Hayattaki terk göç ve devr eden şeyler…
Ateş: Hayatta yakan yıkanyok eden şeyler..
Boşluk: Hayatta varlıklarıyla değil yokluklarıyla bizi etkileyen şeyler…

Birinci Kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak utanılacak bir varlık geliyorsa aklına demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer Tanrı dendi mi evvele aşk merhamet ve şefkat anlıyorsan sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.


İkinci Kural: Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol silenlerden değil!

Üçüncü Kural: Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahire manadır. Sonraki batıni mana. Üçüncü batıninın batınisıdır. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayesiz kalır tarif etmeye.

Dördüncü Kural: Kainattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin çünkü O camide mescitte kilisede havrada değil her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa sonsuza dek O’nda kalır.

Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘Aman sakın kendini’ diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ‘bırak kendini ko gitsin!’
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Altıncı Kural: Şu dünyada çatışma önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

Yedinci Kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak sadece kendi sesinin yankısını duyarak Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

Sekizinci Kural: Başına ne gelirse gelsin karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile sonunda O sana kimsenin bilmediği bir patika açar. Sen şu anda göremesen de dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

Dokuzuncu Kural: Sabretmek öyle durup beklemek değil ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer hazmeder. Ve bilirler ki gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

Onuncu Kural: Ne yöne gidersen git -Doğu Batı Kuzey ya da Güney -çıktığın her yolculuğun içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır.

On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “Sen” zuhur edebilmesi için zorluklara sancılara hazır olman gerekir.

On İkinci Kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

On Üçüncü Kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşısına çıkardığı değişimlere direnmek yerine teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın.” Düzenim bozulur hayatımın altı üstüne gelir “diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

On Beşinci Kural: “Allah içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise attığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser kusursuzluğu hedefler.”

On Altıncı Kural: Kusursuzdur ya Allah O’nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden ne layıkıyla bilebilir ne layıkıyla sevebilirsin.

On Yedinci Kural: Esas kirlilik dışta değil içte kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün yıkandı mı temizlenir suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

On Sekizinci Kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil sadece kendiyle uğraşan insan sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır.


On Dokuzuncu Kural: Başkalarından saygı ilgi ya da sevgi bekliyorsan önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

Yirminci Kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

Yirmi Birinci Kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak Hak’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

Yirmi İkinci Kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım niyetimizdir farkı yaratan suret ile yaftalar değil.

Yirmi Üçüncü Kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde…

Yirmi Dördüncü Kural: Madem ki insan eşref-i mahlukattır yani varlıkların en şereflisi attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse iftiraya uğrasa hapse girse hatta esir olsa bile gene de başı dik gözü pek gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

Yirmi Beşinci Kural: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız hesapsız ve pazarlıksız sevmeye başarsak cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete hasede ve kine bulaşsak tepetaklak cehenneme düşüveririz.

Yirmi Altıncı Kural: Kainat yekvücut tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti herkesin yüzünü güldürebilir.

Yirmi Yedinci Kural: Şu dünya bir dağ gibidir ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa hayırlı bir laf yankılanır. Şer çıkarsa sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse dünya değişir.

Yirmi Sekizinci Kural: Geçmiş zihinlerimiz kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.

Yirmi Dokuzuncu Kural: Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten” ne yapalım kaderimiz böyle “ deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamı değil sadece yol ayırımlarını verir. Güzergah bellidir ama dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatın hakimisin ne de hayat karşısında çaresizsin.

Otuzuncu Kural: Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa ayıplansa dedikodusu yapılsa hatta iftiraya uğrasa bile o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.
Sufi kusur görmez. Kusur örter.

Otuz Birinci Kural: Hakk’a yaklaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker; kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

Otuz İkinci Kural: Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yakut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

Otuz Üçüncü Kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil içindeki boşluk ise insanı ayakta tutan da benlik zannı değil hiçlik bilincidir.

Otuz Dördüncü Kural: Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

Otuz Beşinci Kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

Otuz Altıncı Kural: Hileden desiseden endişe etme. Eğer birileri san tuzak kuruyor zarar vermek istiyorsa Tanrı’da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır ne bir katre şer.
O’nun bilgisi dışında yaprak bile kımıldamaz. Sen sadece buna inan!

Otuz Yedinci Kural: Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır bir de ölme zamanı.

Otuz Sekizinci Kural: ’Yaşadığım hayatı değiştirmeye kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?’ diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım başımızdan ne geçmiş olursa olsun tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile tıpatıp aynıysa yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Otuz Dokuzuncu Kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden bir hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz her şey yerli yerinde kalır merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
Ölen her Sufi için Yeni bir Sufi daha doğar.

Kırkıncı Kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalı mecazi mi yoksa dünyevi semavi ya da cismani diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır merkezinde ya da dışındasındır hasretinde.

ELİF ŞAFAK-AŞK ROMANI ÜZERİNE ELEŞTİRİLER-DEĞERLENDİRMELER...

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

sponsor reklamı

SPONSOR REKLAMI

derskonumesnk