eğitimin millî özellikleri ve insan hayatındaki önemi, eğitimin millî özellikleri, EĞİTİMİN ÖNEMİ, EĞİTİM NEDİR ÖNEMİ, EĞİTİMİN İNSAN İÇİN ÖNEMİ,
Eğitim, toplumun değer yargılan ile bilgi ve beceri birikiminin yeni kuşaklara aktarılması; bu amaçla okullarda ve benzer kurumlarda sürdürülen öğretim ve yetiştirme etkinlikleri.
Geniş anlamda eğitim, kişinin belli bir yaşam tarzını öğrendiği toplumsallaşma ye kültürleşme süreciyle özdeş tutulabilir. Bütün toplumlarda eğitimin amacı, yeni kuşaklara bir kültür birikimini aktarmak, gençlerin davranışını yetişkinlerin hayat tarzı yönünde biçimlendirerek, onlan gelecekteki toplumsal rollerine doğru yöneltmektir. En ilkel kültürlerde örgün (formel) eğitim, okul ve öğretmenlik gibi uzmanlaşmış kurum ve işlevler hemen hiç yoktur; genellikle bütün toplumsal çevre ve etkinlikler okul işlevi görür, yetişkinlerin hemen tümü öğretmen konumundadır. Toplumlar karmaşıklaştıkça, kuşaktan kuşağa aktanlacak bilgi birikimi kimsenin tek başına taşıyamayacağı kadar çoğalır, kültür aktarımının daha seçici ve etkin yollannı geliştirmek gerekir. Okullarda ya da okul niteliği taşıyan kuruluşlarda öğretmenliği meslek edinmiş kişilerce sürdürülen örgün eğitim bu gereksinimi karşılar. Eğitimin örgünleşmesiyle birlikte okul, çocukları belirli bir süre için ailelerinden ayırır ve öğrenim, genç kuşakların toplumca onaylanmış bir etkinliği durumuna gelir.
Toplum yapısının karmaşıklaşmasına ve oku! sisteminin kurumlaşmasına koşut olarak, eğitim etkinliğinin günlük yaşamla doğrudan İlgisi azalır, eğitim pratikten bir ölçüde soyutlanır. Eğitimin örgün bir çevrede yoğunlaşması, gençlerin kendi kültürleri üzerinde yalnızca gözlem ve öykünmeyle kazanabileceklerinden çok daha fazla bilgi edinebilmelerine olanak sağlar. Öte yandan günümüzde örgün eğitimin başlıca işlevlerinden biri, genç işgücünün ekonomideki çeşitli istihdam alanları arasında dağılımını yönlendirmektir. Özellikle II. Dünya Sava-şı’ndan sonra, eğitime harcanan kaynakların verimliliğini artırmak, toplam işgücü içindeki oranı sürekli yükselen genç nüfusu kazançlı iş olanaklarına hazırlamak ve sanayinin becerili işgücü talebindeki artışı karşılayabilmek gibi amaçlarla eğitimde mesleki hazırlığa gitgide daha büyük önem verilmeye başlamıştır {bak. mesleki eğitim). Örgün eğitimin gene günümüzde vurgulanan bir başka işlevi, yetişkinlerin gözetiminde akran grubu ilişkilerinin gelişmesini özendir-mesidir. Çocuğun akran grubuyla kurduğu ilişkiler, aile otoritesinden bağımsızlaşmasını, çok sayıda başka ailenin değer ve deneyimleriyle ilişki kurmasını sağlar. Çağdaş toplumlarda çocuk bakımı da örgün eğitim kurumlarının işlevleri arasında sayılmaktadır; bu işlev gerçekte anababalann işgücüne katılımını kolaylaştırma gereksiniminin bir uzantısıdır.
İlköğretimden doktora sonrasına değin dikey bir eğitim piramidinden söz edildiği gibi, eğitimin türleri (örn. mesleki ve genel) arasında yatay bir bölünmeden de söz edilebilir. Başlangıçta yüksek ruhbanlık görevlerini yerine getirebilecek kişilerin yetiştirilmesi amacıyla düzenlenen örgün eğitim, bu anlamda mesleki nitelik taşıyordu. Ortaçağda da eğitimin en yaygın biçimi çıraklıktı). 18. yüzyıl ve 19. yüzyılda ise Batı Avrupa ile Kuzey Amerika’da yeni burjuva sınıfı üyelerinin başlıca çabası, yüksek kültür çevresine girmelerini sağlayabilecek bir genel eğitimden geçebilmekti; ama öteki sınıflar eski becerileri aktaran çıraklık sistemini sürdürüyordu. 19. yüzyılda ilköğretim yoksul sınıflara yaygınlaşırken, yeni mühendislik ve bilim kavramlarına dayalı teknik eğitim de gelişmeye başladı. 20. yüzyılda gelir düzeyinin yükselmesine ve tüketim toplumunun yaygınlaşmasına koşut olarak, eskiden üst ve orta sınıfların ayrıcalığı sayılan genel eğitimin bütün çocukları kapsaması eğilimi güçlendi; Öte yandan teknik uzmanlaşmanın gelişmesi daha çok insanın yüksek düzeyli mesleklere girmesine olanak hazırladı. Çağdaş tüketim toplumunun gelişmesi boyunca “kültürlü kişi” kavramı da kökünden değişti. Nüfusun durmadan büyüyen bir kesiminin, yaşamının gitgide daha uzun bir bölümünü, hatta olgunluk yaşlarını bile eğitim sürecinde geçirmesi, çağdaş kültürün yapısını temelden etkilemeye başladı. İnsanı sürekli öğrenci olarak gören anlayış giderek yerleşirken, güçlü öğrenci grupları Batılı toplumların belirgin Özelliklerinden biri oldu.
# Sanayileşme ve teknolojik gelişme, eğitimin, biçim ye içeriğinde de sürekli değişikliğe yol açtı. İşbölümünün karmaşiklaşmasıy-la birlikte, uzun süreli bir örgün eğitim gerektiren mesleklerin sayısı arttı. Toplumun teknik ve bürokratik Örgütlenmesini yönlendirmek için gereken kadro kabardıkça, eğitilmiş ve becerili insangücü akımının sürekliliğini sağlamak önem kazandı. Ama bir yandan da genel kültür düzeyinin yükseltilmesi ile çalışma yaşamının gitgide uzmanlaşması arasında bir çatışma ortaya çıktı. Eğitimin birincil amaçlan arasında yer alan, olgunlaşmış bir kültürün sürekliliğini sağlama gereği ile teknolojinin ve bilginin içeriğinin değişmesi arasındaki çelişki de giderek belirginleşti.
Öğrenim sürecinde öğrencinin anlatım özgürlüğünün korunması, öğrenci ile öğretmen arasındaki yakın ve sıcak İlişki İle gelecekteki İş yaşamının hiyerarşik ve genellikle otoriter yapısı arasındaki bağdaşmazlık da 20. yüzyılın eğitim alanında ortaya çıkardığı bir başka gerilimdir.
Gelişmekte olan ülkelerde ise eğitim alanındaki en belirgin eğilim, okuryazarlığı bütün topluma yaygınlaştırma, özellikle ilköğretimi okul çağındaki bütün çocuklara ulaştırma çabasıdır. Ama okuryazarlıkla, bu özelliğin gündelik yaşamda kullanımı arasında doğrudan bağ kurulamadığı için, yetişkinlere dönük okuma yazma kampanyaları çoğu kez başarısız kalmaktadır. Bu nedenle genellikle, kişinin okuryazarlık gerektiren bir işi başarabilme yeteneği olarak tanımlanan “işlevsel okuryazarlık” kavramı yeğlenmektedir. İlköğretimde ise öğretim yöntemlerinin eskiliği, öğretmenlerin eğitimsizliği, okul binalarının yetersizliği vb gelişmekte olan ülkelerin karşılaştığı başlıca sorunlardır. Öte yandan bu ülkelerde ortaöğretimle^) yükseköğretime( ) yönelik talep, ekonomik kalkınmaya katkıda bulunabilecek becerileri kazanma isteğinden çok, prestij yarışı ile çocukları elit konumlara hazırlama çabasından kaynaklanmaktadır. Yükseköğretim düzeyine ulaşanlar genellikle teknik ve bilimsel beceriler edinmeye değil, beşeri bilimlere, özellikle de hukuk öğrenimine ilgi göstermektedir. Bu nedenle gelişmekte olan ülkelerde, kültürel bağımsızlığı kazanma hedefi ile teknik ve bilimsel becerilerde kendine yeterliliği sağlayabilecek kadroların yetiştirilmesi arasında optimum dengenin kurulması büyük önem taşımaktadır. Gelişmiş bir yükseköğretim programının, ilk ve orta öğretim düzeylerinde sağlam bir temel gerektirdiği de unutulmamalıdır.
Eğitimin ekonomik boyutları. Bir toplumun eğitime yönelik harcamaları, tıpkı fiziksel sermayeye yapılan yatırımlar gibi, bugünkü tüketimden vazgeçerek gelecekteki getirile-ri artırmak amacıyla “beşeri sermayeye”, yani toplumun bilgi ve beceri birikimine yapılan bir yatırım gibi görülebilir. Bu yatırımın bir bölümü, eski kuşakların ve onların becerilerinin yerini yeni kuşakların ve yeni becerilerin almasını sağlarken, bir bölümü de beşeri sermaye stokunda net bir artış gerçekleştirecektir. Toplumsal ve teknolojik değişmenin hızı, kısıtlı doğal ve beşerî kaynaklardan optimum biçimde yararlanabilmek için eğitim planlamasına günümüzde büyük önem kazandırmıştır.
Eğitim planlaması, bireylerin mesleki ve başka tercihlerini kolaylaştırmakla yetinen gevşek bir yönlendirme sistemi olabileceği gibi, merkezî hükümetçe saptanan belirgin insangücü hedeflerini gerçekleştirmeye yönelik bir süreç de olabilir. Genel eğitim planlamasında dikkate alınacak başlıca unsurlar, nüfus değişikliği, ekonomik büyüme ve kalkınma, toplumsal talep ve fırsat eşitliği gibi hedeflerdir. İnsangücü planlamasının temel yaklaşımı ise, becerili İnsan-gücünde optimum arzı sağlayabilmek amacıyla devletin eğitim ve Öğretim sistemine müdahale etmesidir.
İnsangücü planlamasının başarısı, gelecekteki toplam becerili insangücü gereksiniminin doğru tahmin edilmesine bağlıdır; ayrıca insangücü arz ve talebine ilişkin kuramsal hedeflerin bireysel tercihlerle de uyumlaştırılması gerekir. Eğitim harcamalarının değerlendirilmesinde kullanılan bir başka ölçüt uluslararası karşılaştırmadır. Örneğin kişi başına ulusal gelirleri benzer düzeyde olan ülkelerin tüketim örüntülerinin de benzemesi beklenir. Ama eğitim yapısı genellikle gelir düzeyinden çok ekonomik yapıyla ilişkilidir. Tarihsel koşulların eğitim yapısı üzerindeki etkisi, toplumsal ve ekonomik yapının etkisinden de güçlüdür.
Eğitim hizmetlerine dönük talep sürekli artma eğilimindedir. Talepteki artışın kaynaklarından biri olan nüfus artışı, yaşam standardının yükselişi sonucunda yavaşlasa da, bu kez yüksek yaşam standardı eğitim talebinin yaygınlaşmasına yol açar. Toplam öğrencilik süresinin uzaması, İlköğretimin evrenselleşmesi, eğitim görmüş kuşakların kendi çocukları için daha yüksek bir eğitim düzeyi araması ve genel olarak teknolojik gelişme ile ekonomik büyüme, eğitim talebindeki sürekli artışın Öteki önemli kaynaklandır. Oysa eğitim hizmetlerinin arzında yapısal belirsizlikler vardır. Özellikle kentleşmenin doğurduğu nüfus akışkanlığı, eğitim talebinin uzmanlık alanlarına dağılımındaki kaymaların yol açtığı öğretmen açıkları, nüfusun dinsel ve etnik yapısı, eğitim hizmetleri arzının talebe kolayca uyum göstermesini zorlaştıran başlıca etmenlerdir.
Öğretmenler toplam eğitilmiş insangücünün önemli bir oranını oluşturduğu için, öteki mesleklerin eğitilmiş kadro talebindeki artışlar da potansiyel öğretmen arzını düşürme eğilimindedir. Ayrıca Özellikle gelişmekte olan ülkelerde öğretmenlik, akademik ve toplumsal yükselmenin bir basamağı olma işlevini yitirmektedir. Gelişmiş ülkelerde de nüfusun yüzde 20-25’inin gerek öğretmen gerek öğrenci konumuyla eğitim sisteminde tam zaman istihdam edilmesi, öğretmenliği bir prestij mesleği olmaktan çıkararak, bir tür seri üretim etkinliğine dönüştürmektedir. Eğitim talebinin ilk, orta ve yüksek aşamalar arasındaki dağılımında demografik ve toplumsal değişikliklerin doğurduğu kaymalar da arz ve talep arasındaki kronik dengesizliğin bir başka nedenidir.
Eğitim sistemleri
Bütün eğitim sistemleri tarihsel, siyasal, toplumsal ve ekonomik etmenlerin bir ürünüdür. Ama dünyadaki eğitim sistemleri genel çizgileriyle merkeziyetçi, ademi merkeziyete, ve karma sistemler biçiminde gruplanabilir.
Bütün eğitim sistemlerinin ortak sorunlarından biri, kamu eğitiminde dinin yerinin belirlenmesidir. Birçok batılı ülke kamu okullarından din dersini kaldırmış, din eğitimi amacıyla yerel nitelikte ayrı okulların açılmasını özendirmiştir. Bununla birlikte, örneğin İrlanda gibi bazı ülkelerde din eğitimi hem seçmeli hem zorunlu olabilmekte, ayrıca bazı okullar dinsel örgütlerce yönetilmektedir. Kamu sistemi dışında kalan okullann denetlenmesi ve dil azınlıkları ile öteki azınlıklara yönelik uygulamalar, eğitim sistemlerinin çözmek zorunda olduğu öteki önemli sorunlar arasındadır.
Merkeziyetçi eğitim sistemlerinde yetkiler merkezî yönetimde toplanmıştır. Örneğin Fransa’da eğitim bakanı hem 6-16 yaş (zorunlu eğitim çağı) arasındaki kuşağın eğitiminden, hem de yükseköğretimden sorumludur. Doktor unvanı dışında bütün unvan ve belgeler bakanlıkça verilir. Çoğu dinsel Örgütlerce yönetilen, ama devletten de belirli bir yardım gören özel okullann mezunları da bu kurallara bağlıdır. Eğitim bakanlığı bütün ülkeyi eğitim bölgelerine ayırmıştır.
En büyük birim olan academide(eğitim dairesi) bîr üniversite ile bir grup ortaöğretim kurumundan oluşur.
Acadimie’ nin başyöneticisi, hükümetçe atanan rektördür. Rektörün başlıca görevi yönetici kadroları görevlendirmek ve sınavları denetlemektir. Eğitsel bölünümde genişlik bakımından İkinci sırada yer alan departe-ment’ın (il) başında bulunan vali yalnızca ilköğretimden sorumludur. Valinin eğitime harcanmak üzere yerel vergi salma yetkisi vardır; ama finansman temelde hükümetçe sağlanır. En küçük birim olan commune (bucak) yöneticisi belediye başkanı, aynı zamanda yerel eğitim kurulunun da başkanıdır. Belediye başkanının görevi, ulusal eğitim politikasının gereğince uygulanmasını sağlamaktır.
Yerel birimlere gitgide daha çok sorumluluk verilmesine karşın, Fransa’ da genel olarak merkezî yönetim eğitimin denetimini bugün de elinde tutmaktadır. Fransa’dakinden farklı olmakla birlikte, merkeziyetçi sistemi benimsemiş ülkeler arasında İtalya, Danimarka, İsveç, Norveç, Arjantin, Brezilya, El Salvador, Yunanistan, Belçika ve Hollanda sayılabilir. Ademimerkeziyetçi sistemlere örnek olarak ABD, Batı Almanya, Hindistan, Kanada ve Avustralya gösterilebilir. Bu sistemlerin özelliği, okulların ve eğitimi etkileyen politikaların temelde yerel denetim altında olması ve yerel kaynaklarca finanse edilmesidir. Merkezî bir devlet kuruluşu, eğitim için yardımcı ya da özel fon sağlayabilir; ama bu konudaki karar mekanizmasına çok ender durumlarda katılır. Örneğin ABD’de federal hükümetçe uygulanan tek bir eğitim sistemi yoktur.
Eğitim her eyaletin kendi sorumluluğundadır ve eyaletler, merkeziyetçi ve ademimerkeziyetçi sistemlerden birini tercih eder. Birçok eyalette, gerekli fon tahsisi, Öğretmenlerin ders verme yetkisinin onaylanması, müfredatın önerilmesi, okul yapımı ve onarımının denetlenmesi, eyalet eğitim kurulunun yetki alanındadır. Ama yönetim yetkisi genellikle yerel eğitim kurullarının elindedir. Eğitim kurullarının Çoğu kez seçimle gelen yöneticileri, eğitim politikasını saptama ve bütçeyi belirleme konularında yöre halkının dileklerine uyar. İngiliz eğitim sistemi ise karma sistemin Örneğidir. Bu ülkede, eğitim bakanlığının çizdiği genel çerçeve ile yerel gereksinimler arasındaki uyum, yerel yetkililerce sağlanır.
Eğitim her eyaletin kendi sorumluluğundadır ve eyaletler, merkeziyetçi ve ademimerkeziyetçi sistemlerden birini tercih eder. Birçok eyalette, gerekli fon tahsisi, Öğretmenlerin ders verme yetkisinin onaylanması, müfredatın önerilmesi, okul yapımı ve onarımının denetlenmesi, eyalet eğitim kurulunun yetki alanındadır. Ama yönetim yetkisi genellikle yerel eğitim kurullarının elindedir. Eğitim kurullarının Çoğu kez seçimle gelen yöneticileri, eğitim politikasını saptama ve bütçeyi belirleme konularında yöre halkının dileklerine uyar. İngiliz eğitim sistemi ise karma sistemin Örneğidir. Bu ülkede, eğitim bakanlığının çizdiği genel çerçeve ile yerel gereksinimler arasındaki uyum, yerel yetkililerce sağlanır.