ANARŞİSTLERİN AHLAK ANLAYIŞI,ANARŞİSTLERİN SAHİP OLDUKLARI ETİK GÖRÜŞLER , ANARŞİSTLERİN ETİK GÖRÜŞLERİ, ANARŞİST,
ANARŞİSTLERİN SAHİP OLDUKLARI ETİK GÖRÜŞLER NELERDİR?
Her ne kadar anarşistlerin tümü bireyin kendi etik duyusunu kendi başına geliştirmesi gerektiği genel inancını paylaşsa da, anarşistlerin etik üzerine bakış açıları büyük ölçüde farklılıklar gösterir. Tüm anarşistler, bireyin kendisini mevcut ahlak ilminin [morality] sınırlarından kurtarması ve bu ahlak ilmini sorgulaması gerektiği [noktasında] Max Stirner’e katılacaklardır –“Bir şeyin benim için doğru olup olmadığına ben karar veririm; benim dışımda bir doğru yoktur” (Biricik ve Kendisi, s. 189).
Ancak pek az anarşist Stirner gibi toplumsal etiğe dair tüm kavramları reddecek kadar ileri gider (bunu söylenişken, Stirner’in bunu söylerken –her ne kadar egoistik olsalar da– bazı evrensel kavramlara değer verdiğini [belirtelim]). Bu kadar aşırı bir ahlaki görecielik [relativism] anarşistlerin büyük bir kısmı için ahlaki saltçılık mutlakçılık [absolutism] kadar kötü bir şeydir (ahlaki mutlakçılık iyinin doğru ve yanlışın bireyin ne düşündüğünden bağımsız olduğunu savunurken, ahlaki görecielik ise bireyin uygun gördüğünün ötesinde herhangi bir doğru ve yanlışın iyi ve kötünün olmadığı [şeklindeki] görüştür).
Sık sık modern toplumun aşırı “egoizm” veya ahlaki görecielik yüzünden parçalandığı iddia edilir. Bu yanlıştır. Ahlaki görecielik söz konusu olunca; bu, birçok farklı Ahlakçı İlmi Uzmanı ve gerçek-inanan tarafından topluma dayatılan ahlaki mutlakçılıktan bir adım ötededir, çünkü ne kadar zayıf olursa olsun [ahlaki görecelik] kendini bireysel mantık fikri üzerinde temellendirir. Ama etiğin varlığını (veya arzulanırlığını) reddettiği yerde, aslında başkaldırdığının aynadaki bir yansımasına dönüşür. Bu iki seçenekten ikisi de ne bireyi güçlendirir, ne de özgürleştiricidir.
Sonuç olarak, halkın ya şeyler hakkında bir görüş oluşturamaması (ve böylece her şeyi hoş görmesi), ya da yönetici seçkinlerin emirlerini körü körüne takip etmesi nedeniyle, yol açan bu iki tavır iktidardakiler için büyük değer taşır, onlar için büyük bir cazibe kaynağıdır. Etik kavramların geliştirilmesi için ve [keza] bu etik kavramların bireylerin olduğu kadar toplumun içindeki etik davranışlar olarak genelleştirilebilmeleri amacıyla [ve] kişiler arasındaki empatinin [birbirlerini anlama yetisi] de geliştirilmesi için; insan mantığına dayanan etiğe [karşı] evrimci bir yaklaşımın lehine, bunların her ikisi de anarşistlerin büyük bir kısmı tarafından reddedilir. Etiğe anarşist yaklaşım böylece ahlaki görecelikte ifade edilen eleştirel bireysel araştırmayı paylaşır, ancak kendisini doğru ve yanlış hakkındaki ortak [genele özgü] duygu dünyasına hislere dayandırır. Proudhon’un savunduğu gibi;
“Tüm ilerleme bir şeyin ortadan kaldırılması ile başlar; her reform bir suistimalin kınanmasına dayanır; her yeni fikir eski fikrin yetersizliğinin kanıtlanmasına dayanır”.
Anarşistlerin çoğu etik değerlerin, aynen yaşamın bizzat kendisi gibi sürekli bir evrim süreci içinde olduğu görüşünü kabul eder. Bu ise onların, bireylerin çevrelerindeki tüm dünyayı sorgulama ve değerlendirme gücüne [yet(k)isine] tamamı ile sahip oldukları fikrine dayanan bir etik gelişim teorisi lehine, tüm “Tanrı Yasası”, “Doğal Yasa” ve benzeri sanıları [notion] reddetmelerine yol açar –aslında gerçekten özgür olabilmek için de bu gereklidir. Anarşist olup da herhangi birşeyi körü körüne kabul edemezsiniz! Kuramsallaştırıcı [kurucu] anarşist düşünürlerden birisi olan Michael Bakunin bu radikal şüpheciliği şöyle ifade ediyor:
“Bugüne kadar yazılmış hiçbir kuram, hiçbir hazır sistem, hiçbir kitap dünyayı kurtarmayacak. Ben hiçbir sisteme bağlanmam. Ben gerçek bir arayıcıyım”.
Bireysel sorgulamaya dayanmayan her etik sistemi ancak otoriter olabilir. Erich Fromm bunun nedenini şöyle açıklar:
“Usulen, otoriter etik insanın neyin iyi neyin kötü olduğu yetisini inkar eder; norm belirleyici daima bireyin üzerinden atlayan bir otoritedir. Böyle bir sistem mantık ve bilgiye değil, otoriteye beslenen korkuyla karışık saygıya, tabi olanların zayıf ve bağmlı olma duygusuna dayanır; karar almanın otoriteye teslim edilmesi otoritenin büyü gücünden kaynaklanır; onun kararları sorgulanamaz ve sorgulanmamalıdır. Maddi olarak [özdeksel olarak] veya içeriğe göre, otoriter etik neyin iyi neyin kötü olduğunu sorusunu esasen tabi olanların değil otoritenin çıkarlarına uygun olarak yanıtlar; bu, tabi olan ondan önemli ruhsal veya maddi faydalar edinse dahi sömürücüdür” (Kendisi İçin İnsan, s. 10).
Bu nedenle anarşistler –temelde– sorunlara karşı bilimsel bir yaklaşım sergilerler. Anarşistler, tinsel yardım mitolojisine dayanmadan, kendi zihinlerinin erdemlerine [merit, hünerlerine] dayanarak etik yargılara ulaşırlar. Bu, mantık [logic] ve idrak [reason] yolu ile yapılır ve ahlaki soruları çözümlemek için ortodoks din gibi eskimiş, otoriter sistemlerden çok daha iyi bir yoldur; ve yine ahlaki göreceliğin “ne yanlış ne de doğru vardır”ından da açıkça daha iyidir.
Peki etik kavramların kaynakları nelerdir? Kropotkin’e göre, “doğa insanın ilk etik öğretmeni olarak kabul edilmelidir. İnsanda ve diğer tüm toplumsal hayvanlarda doğuştan [innate] var olan toplumsal içgüdü [instinct]; işte bu, tüm etik anlayışların ve daha sonraki tüm ahlak ilmi gelişiminin kaynağıdır” (Etik, s. 45).
Diğer bir deyişle, yaşam anarşist etiğin temelidir. Bu ise, (anarşistlere göre) bireyin etik görüşlerinin esasen [şu] üç ana kaynaktan ortaya çıktığı anlamına gelir:
1) bireyin içinde yaşadığı toplumdan. Kropotkin’in dikkat çektiği üzere, “İnsanın ahlaki anlayışı, tamamıyle belirli bir yerde [ve] belirli bir zamanda var olduğu varsayılan toplumsal yaşam biçimine dayanır … bu {toplumsal yaşam} insanın ahlaki anlayışında ve belirli bir dönemin ahlaki öğretisinde anlayışında yansımasını bulur” (Op.Cit., s. 315). Diğer bir deyişle, yaşamın ve yaşamanın [sağladığı] deneyim.
2) Yukarıda değinildiği üzere, bireylerin kendi toplumlarının etik normlarını [norm, kurallarını] eleştirel [bir şekilde] değerlendirmesinden. Bu Erich Fromm’un şu argümanının özüdür: “İnsan kendi sorumluluğunu [kendinden sorumlu olduğunu] ve ancak kendi güçlerini kullanarak yaşamına anlam verebileceği gerçeğini kabul etmelidir … insanın kendi güçlerini ortaya çıkararak, üretken bir şekilde yaşayarak yaşamına verdiği anlamın dışında [yaşamın] başka hiçbir anlamı yoktur” (Kendisi İçin İnsan, s. 45). Diğer bir deyişle, bireysel düşünme ve gelişim.
3) Empati duygusu –“ahlaki duyarlılığın [sentiment, sezgi, düşünce] gerçek kaynağı … basitçe sempati duygusundadır” (“Anarşist Ahlak”, Kropotkin’in Devrimci Yazıları, s. 94). Diğer bir deyişle, bireyin deneyimlerini ve fikirlerini diğerleriyle beraber hissetme ve paylaşma yetisi.
Bu son etken, etik duyusunun gelişmesi için son derece önemlidir. Kropotkin’in söylediği üzere, “hayalgücünüz [tasavvur etme yetiniz] ne kadar güçlü olursa, herhangi bir varlığa acı çektirildiğinde [onun] ne hissettiğini o kadar iyi resmedebilirsiniz ve ahlaki duyunuz da o kadar yoğun ve hassas olur … Ve şartlar tarafından, sizi çepeçevre saranlar şeyler tarafından, kendi düşünce ve hayal gücünüzün yoğunluğu tarafından, kendi düşüncenizin ve hayal gücünüzün sizi sevk ettiği dayattığı şekilde davranmaya ne kadar fazla alıştırılırsanız, sizin içinizdeki ahlaki duygunuz [hissiniz] o kadar gelişecektir, o kadar alışkanlık haline gelecektir” (Op.Cit., s. 95).
İşte anarşizm (temel olarak), “benzer şartlar altında başkalarının sana nasıl davranmasını arzuluyorsan, diğerlerine de öyle davran” ahlaki düsturuna dayanır. Ahlaki duruş [stand] söz konusu olduğunda, anarşistler ne egoist ne de alturistdirler [digerkâm]; sadece insandırlar.
Kropotkin’in belirttiği üzere, hem”egoizm”, hem de “alturizm”in kökleri aynı güdüdür [motive, saik] –“bu iki eylemin insanlık üzerindekki sonuçları her ne ölçüde farklı olursa olsun, güdüsü aynıdır. Bu [güdü] haz arayışıdır” (Op.Cit., s. 85).
Anarşistlere göre, bir insanın etik duyuları kendisi tarafından geliştirilmeli; toplumsal gruplaşmanın bir parçası olarak, topluluğun bir parçası olarak, bireyin zihinsel yetilerini tam [anlamıyla] kullanmasını gerektirir. Kapitalizm ve diğer otorite biçimleri, bireyin hayal gücünü zayıflatıp, topluluğu sekteye uğratırken aynı zamanda [bireylerin] hiyerarşinin ölümcül ağırlığı altında kendi mantıklarını kullanmasına yarayacak çıkış noktalarının sayısını azaltması; kapitalizmdeki yaşamın, diğerlerine karşı katı bir saygısızlık ve etik davranışlardan yoksunlukla damgalanması hiç de şaşırtıcı değildir.
Bu unsurlara eşlik eden [bir diğer unsur da] toplum içindeki eşitsizliğin oynadığı roldür. Eşitlik olmadan gerçek bir etik olamaz, çünkü “Adalet Eşitlik demektir … ancak diğerlerini kendilere eşit görenler kural[lar]a uyacaklardır: ‘Başkalarının sana yapmasını istemediği şeyleri onlara yapma’. Açıktır ki bir serf-sahibi veya köle tüccarı, … serfler (veya köleler) söz konusu olduğunda, (insanları araç olarak değil de, kendi başlarına amaç olarak ele alma) ‘kategorik zorunluluğunu tahakkümünü’ fark edemez, çünkü onlara eşitler olarak bakmaz”. Bu nedenle, “günümüz toplumunda belli bir ahlak düzeyini korumanın önündeki en büyük engel toplumsal eşitliğin yokluğunda yatar. Gerçek eşitlik olmadan, adalet duygusu asla evrensel olarak gelişemez, çünkü ‘Adalet, Eşitliğin kabul edilmesi demektir’ ” (Peter Kropotkin, Evrim ve Çevre, s. 88 ve s. 79).
Kapitalist [toplum], aynen herhangi bir toplum gibi, hak ettiği etik davranışa maruz kalır.
Ahlaki görecelik ve ahlaki mutlaklık arasında gidip gelen bir toplumda egoizmin, egotizm ile karıştırılması pek şaşırtıcı olmaz. Bireyleri kendi etik fikirlerini geliştirmekten alıkoyarak ve bunun yerine dışsal bir otoriteye körü körüne itaat etmeyi (ve böylece de, bir kez bireylerin o otoritenin gücünden yoksun olduklarını düşünmeleri sonucunda ahlaki göreceliği) teşvik ederek; kapitalist toplum bireyselliğin ve egonun zayıflamasını sağlar yoksullaşmasını temin eder. Erich Fromm’un belirttiği gibi:
“Modern kültürün başarısızlığı bireysellik ilkesinde yatmaz, ahlaki faziletin kişisel çıkarını gütmekle aynı olduğu fikrinde de yatmaz, ancak kişisel çıkarın anlamının bozulmasında yatar; aslında insanların kendi kişisel çıkarlarıyla çok fazla ilgili olmalarından ötürü ilgilenmiyor değiller, onların kendi gerçek özleri [self] ile yeterince ilgili olmamalarından ötürü enmiyorlar; aslında çok fazla bencil olmalarından ötürü değil değiller, ancak kendilerini sevmemelerinden ötürüsevmiyorlar” (Kendisi İçin İnsan, s. 139).
O nedenle, katı bir şekilde ifade etmek gerekirse, anarşizm egoistik bir referans çerçevesine dayanır –etik fikirler, tam [whole, eksiksiz] bir birey olarak (hem rasyonel akla uygun ve duygusal, hem de mantık ve empati başkalarını anlayabilmeye [bağlamında]) bize haz veren şeylerin ifadesi olmalıdır. Bu ise, anarşistleri, egoizm ve alturizm arasında yapılagelen hatalı bölünmeyi reddetmeye, birçok insanın (örneğin kapitalistlerin) “egoizm” olarak adlandırdığı şeyin bireyin kendini-yadsımasına [self-negation] ve bireyin kişisel çıkarının azalmasına neden olduğunu fark etmeye sevk eder. Kropotkin’in söylediği gibi:
“Hayvan ve insan toplumlarında gelişen ahlak; eğer dar bir egoizmin teşvik edilmesi kışkırtılmasına ve insan toplumunun alturizmin gelişme ruhuna [uygun şekilde] büyütülmesine karşı çıkmak için çabalamıyorduysa, o zaman ne için çabalıyordu? Aslında ‘egoizm’ ve ‘alturizm’ ifadelerinin bizzat kendileri hatalıdır, çünkü kişisel hazzın –ve neticede [keza] egoizmin– karışmadığı saf bir alturizm olamaz. Bu nedenle, etiğin toplumsal alışkanlıkları [adet] geliştirmeyi ve dar kişisel alışkınlıkları zayıflatmayı amaçladığını söylemek doğruya daha yakın olacaktır. Ortaklaşa çalışma alışkanlıklarının ve genel olarak karşılıklı yardımlaşmanın gelişmesi, toplum içerisinde olduğu kadar aile içerisinde de bir dizi faydalı sonuca yol açarken, [dar kişisel alışkanlıklar] bireyin kendisine olan bakışı vasıtasıyla toplumu gözden kaybetmesine [neden olur] ve bu nedenle de [bireyler] hedeflerine (yani bireyin refahı) ulaşmakta bile başarısız olurlar Bu ikincisi [dar kişisel alışkanlıklar], bireyin kendisine olan saygısı sayesinde [edindiği] toplumla olan bağlarını kaybetmesine yol açar; ve bu yüzden de ortak çalışma alışkanlıklarının ve genelde karşılıklı yardımlaşmanın gelişmesi, ailede olduğu kadar toplumda da bir dizi faydalı neticeler elde edilmesine yol açarken; [dar kişisel alışkanlıklara sahip bireyler] –bireyin refahı gibi– hedeflerini dahi gerçekleştirmekte başarısız olurlar” (Etik, s. 307-8).
Bu nedenlerle anarşizm, ahlaki mutlakçılığın (yani, “Tanrı Yasası”, “Doğal Yasa”, “İnsan Doğası”, “A, A’dır” vb.) ve ahlaki göreceliğin kolayca meylettiği uygun düştüğü [hale geldiği] dar egoizmin reddedilmesine dayanır. Anarşistler, bunun yerine, bireyin kendi eylemlerini değerlendirmesinin dışında var olan doğru ve yanlış kavramlarının var olduğunu kabul ederler.
Bunun sebebi insanlığın toplumsal doğasıdır. Bireyler arasındaki karşılıklı etkileşim Kropotkin tarafından şöyle özetlenen bir toplumsal düsturu ortaya çıkarır:”Bu toplum için faydalı mıdır? O zaman iyidir. Zararlı mı? Öyleyse kötüdür”. (“Anarşist Ahlak”, Op.Cit., s. 91). Ancak, insanoğullarının doğru ve yanlış olduğunu düşündüğü şeyler değişmez şeyler değildir ve “neyin faydalı veya zararlı olduğu fikri … değişir, ancak esası aynı kalır” (“Anarşist Ahlak”, Op.Cit., s. 91 ve s.92).
Eleştirel bir zekâya dayanan bu empati başkasını anlama duyusu, toplumsal etiğin ana temelidir –‘ne olmalı’, nesnel ‘nedir’ [sorusunun] doğruluğunun veya geçerliliğinin etik kriteri olarak görülebilir. Yani anarşistler etiğin köklerinin doğada olduğunu kabul ederken, aynı zamanda da etiğin temelde bir insani [beşeri] düşünce –bireyler tarafından meydana getirilen ve toplumsal yaşam ile topluluk tarafından genelleştirilen; yaşamın, düşüncenin ve evrimin ürünü olan [bir düşünce]– olduğunu göz önünde bulundururlar.
Peki, anarşistlere göre etik olmayan davranış nedir? Esasen tarihteki en değerli kazanımı (bireyin özgürlüğünü, biricikliğini [uniqueness] ve saygınlığını) reddeden her şey.
Bireyler hangi eylemlerin etik olmadığını görebilirler, çünkü empati başkalarını anlama sayesinde kendilerini bu davranışdan zarar görenlerin yerine koyabilirler. Bireyselliği sınırlayan eylemler birbiriyle ilişkili olan iki sebepten ötürü etik dışı olarak değerlendirilebilir.
Birincisi, bireyselliğin korunması ve geliştirilmesi her bireyin yaşamını zenginleştirir ve ortaya çıkardığı çeşitlilik sayesinde tüm bireylere haz verir. Etiğin bu egoist temeli, bir diğer ikinci (toplumsal) sebebi kuvvetlendirir; yani topluluğu ve toplumsal yaşamı zenginleştirdiği için, onu [topluluk yaşamını] kuvvetlendirdiği, onun büyümesine ve evrilmesine imkan tanıdığı için bireyselliğin toplum için iyi olmasını. Bakunin’in sürekli söylediği üzere, ilerleme “basitten karmaşığa” doğru bir hareketin izini taşır; ya da Herbert Read’ın sözleriyle, [ilerleme] “toplum içindeki farklılaşmanın derecesi ile ölçülür. Eğer birey, devasa bir yığının içinde bir birim ise, onun yaşamı sınırlı, boş ve mekanik olacaktır. Eğer birey –ayrı [müstakil] eylem için mekanı ve potansiyeli olan– kendi başına bir birimse … o zaman [birey] gelişebilir –kelimenin yegâne gerçek anlamında gelişir; [yani] kuvvet, canlılık ve hazzın bilincinde [olarak] gelişir” (“Anarşizmin Felsefesi”, Anarşi ve Düzen’de, s. 37).
Bireyselliğin bu savunusu doğadan öğrenilmiştir. Ekosistemde çeşitlilik kuvvettir ve bu nedenle de biyo-çeşitlilik etik anlayışın ana kaynağı haline gelir. En temel biçimiyle, bize “hangi eylemlerimizin doğal evrimin etkisine katkıda bulunduğunu ve hangilerinin ise engellediğini ayırt etmekte yardımcı olmakta” bize kılavuzluk eder (Murray Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, s. 342) yol gösterir.
Bundan dolayı, etik kavramı “insan mantığının en temel yargılarından birisini oluşturan, tüm hayvan dünyası ve aşitlik görüşlerinde içkin olan toplumsallık duygusunda [feeling of sociality] yatar tüm hayvan dünyasında içsel olarak [doğasında] var olan toplumsallık duygusunda [feeling of sociality], ve insan mantığının en temel yargılarından birisini oluşturan eşitlik görüşlerinde yatar” (Etik, s. 311-2). Bu nedenle anarşistler, “iki yönlü –bir yandan toplumsallığın daha fazla gelişmesi doğrultusunda olan; ve öte yandan ise neticesinde bireyler için mutluluk artışı ve (fiziki, entelektüel ve ahlaki) ilerleme ortaya çıkaran yaşamın yoğunluğundaki artış doğrultusunda olan– eğilimin kalıcı varlığını benimserler” (Kropotkin, Etik, Op.Cit., s. 311-2 ve s. 19-20).
Anarşistlerin otoriteye, devlete, kapitalizme, özel mülkiyete ve benzeri şeyler karşısındaki tavırları, bireylerin özgürlüğünün asli [birincil] ilgi [kaynağı] olduğu, karşımızdakilerin empati kurabilme duygularını anlayabilme ve diğerlerinde kendimizi görme yetimiz (diğer bir deyişle, bizim temel eşitlik ve ortak bireyselliğimiz) şeklindeki etik inançlarımızdan kaynaklanır.
Dolayısıyla anarşizm, bireylerin verili koşul ve faaliyetler kümesine hakkındaki sahip bireylerin sübjektif [öznel] değerlendirmeleriyle, eşitler arasındaki empatik karşısındaki anlamanın sınırlara ve eşitler arasındaki tartışmalara temelinde dayanan bu değerlendirmelerden elde edilen objektif [nesnel] kişilerarası sonuçları çıkarılmasını birleştirir biraraya getirir. Böylece Anarşizm etik fikirlere karşı, toplumla ve bireysel gelişmeyle birlikte evrilen, insancıl bir yaklaşıma dayanır. Yani etik bir toplum, “deneyim ve fenomenin [görüngünün] birliğini zenginleştiren unsurlar olarak, insanlar arasındaki farklılıklara saygı gösterilen, daha doğrusu [onları] besleyen [bir toplumdur] … bir bütünün birer parçası olarak görülen {farklı olan}, karmaşıklığı nedeniyle daha da zenginleştiricidir” (Murray Bookchin, Kıtlık Ötesi Anarşizm, s. 82).
ÇEVİRİ: Anarşist Bakış
Kaynak:”A.2 What does anarchism stand for?”
ANARŞİSTLERİN SAHİP OLDUKLARI ETİK GÖRÜŞLER NELERDİR?
Her ne kadar anarşistlerin tümü bireyin kendi etik duyusunu kendi başına geliştirmesi gerektiği genel inancını paylaşsa da, anarşistlerin etik üzerine bakış açıları büyük ölçüde farklılıklar gösterir. Tüm anarşistler, bireyin kendisini mevcut ahlak ilminin [morality] sınırlarından kurtarması ve bu ahlak ilmini sorgulaması gerektiği [noktasında] Max Stirner’e katılacaklardır –“Bir şeyin benim için doğru olup olmadığına ben karar veririm; benim dışımda bir doğru yoktur” (Biricik ve Kendisi, s. 189).
Ancak pek az anarşist Stirner gibi toplumsal etiğe dair tüm kavramları reddecek kadar ileri gider (bunu söylenişken, Stirner’in bunu söylerken –her ne kadar egoistik olsalar da– bazı evrensel kavramlara değer verdiğini [belirtelim]). Bu kadar aşırı bir ahlaki görecielik [relativism] anarşistlerin büyük bir kısmı için ahlaki saltçılık mutlakçılık [absolutism] kadar kötü bir şeydir (ahlaki mutlakçılık iyinin doğru ve yanlışın bireyin ne düşündüğünden bağımsız olduğunu savunurken, ahlaki görecielik ise bireyin uygun gördüğünün ötesinde herhangi bir doğru ve yanlışın iyi ve kötünün olmadığı [şeklindeki] görüştür).
Sık sık modern toplumun aşırı “egoizm” veya ahlaki görecielik yüzünden parçalandığı iddia edilir. Bu yanlıştır. Ahlaki görecielik söz konusu olunca; bu, birçok farklı Ahlakçı İlmi Uzmanı ve gerçek-inanan tarafından topluma dayatılan ahlaki mutlakçılıktan bir adım ötededir, çünkü ne kadar zayıf olursa olsun [ahlaki görecelik] kendini bireysel mantık fikri üzerinde temellendirir. Ama etiğin varlığını (veya arzulanırlığını) reddettiği yerde, aslında başkaldırdığının aynadaki bir yansımasına dönüşür. Bu iki seçenekten ikisi de ne bireyi güçlendirir, ne de özgürleştiricidir.
Sonuç olarak, halkın ya şeyler hakkında bir görüş oluşturamaması (ve böylece her şeyi hoş görmesi), ya da yönetici seçkinlerin emirlerini körü körüne takip etmesi nedeniyle, yol açan bu iki tavır iktidardakiler için büyük değer taşır, onlar için büyük bir cazibe kaynağıdır. Etik kavramların geliştirilmesi için ve [keza] bu etik kavramların bireylerin olduğu kadar toplumun içindeki etik davranışlar olarak genelleştirilebilmeleri amacıyla [ve] kişiler arasındaki empatinin [birbirlerini anlama yetisi] de geliştirilmesi için; insan mantığına dayanan etiğe [karşı] evrimci bir yaklaşımın lehine, bunların her ikisi de anarşistlerin büyük bir kısmı tarafından reddedilir. Etiğe anarşist yaklaşım böylece ahlaki görecelikte ifade edilen eleştirel bireysel araştırmayı paylaşır, ancak kendisini doğru ve yanlış hakkındaki ortak [genele özgü] duygu dünyasına hislere dayandırır. Proudhon’un savunduğu gibi;
“Tüm ilerleme bir şeyin ortadan kaldırılması ile başlar; her reform bir suistimalin kınanmasına dayanır; her yeni fikir eski fikrin yetersizliğinin kanıtlanmasına dayanır”.
Anarşistlerin çoğu etik değerlerin, aynen yaşamın bizzat kendisi gibi sürekli bir evrim süreci içinde olduğu görüşünü kabul eder. Bu ise onların, bireylerin çevrelerindeki tüm dünyayı sorgulama ve değerlendirme gücüne [yet(k)isine] tamamı ile sahip oldukları fikrine dayanan bir etik gelişim teorisi lehine, tüm “Tanrı Yasası”, “Doğal Yasa” ve benzeri sanıları [notion] reddetmelerine yol açar –aslında gerçekten özgür olabilmek için de bu gereklidir. Anarşist olup da herhangi birşeyi körü körüne kabul edemezsiniz! Kuramsallaştırıcı [kurucu] anarşist düşünürlerden birisi olan Michael Bakunin bu radikal şüpheciliği şöyle ifade ediyor:
“Bugüne kadar yazılmış hiçbir kuram, hiçbir hazır sistem, hiçbir kitap dünyayı kurtarmayacak. Ben hiçbir sisteme bağlanmam. Ben gerçek bir arayıcıyım”.
Bireysel sorgulamaya dayanmayan her etik sistemi ancak otoriter olabilir. Erich Fromm bunun nedenini şöyle açıklar:
“Usulen, otoriter etik insanın neyin iyi neyin kötü olduğu yetisini inkar eder; norm belirleyici daima bireyin üzerinden atlayan bir otoritedir. Böyle bir sistem mantık ve bilgiye değil, otoriteye beslenen korkuyla karışık saygıya, tabi olanların zayıf ve bağmlı olma duygusuna dayanır; karar almanın otoriteye teslim edilmesi otoritenin büyü gücünden kaynaklanır; onun kararları sorgulanamaz ve sorgulanmamalıdır. Maddi olarak [özdeksel olarak] veya içeriğe göre, otoriter etik neyin iyi neyin kötü olduğunu sorusunu esasen tabi olanların değil otoritenin çıkarlarına uygun olarak yanıtlar; bu, tabi olan ondan önemli ruhsal veya maddi faydalar edinse dahi sömürücüdür” (Kendisi İçin İnsan, s. 10).
Bu nedenle anarşistler –temelde– sorunlara karşı bilimsel bir yaklaşım sergilerler. Anarşistler, tinsel yardım mitolojisine dayanmadan, kendi zihinlerinin erdemlerine [merit, hünerlerine] dayanarak etik yargılara ulaşırlar. Bu, mantık [logic] ve idrak [reason] yolu ile yapılır ve ahlaki soruları çözümlemek için ortodoks din gibi eskimiş, otoriter sistemlerden çok daha iyi bir yoldur; ve yine ahlaki göreceliğin “ne yanlış ne de doğru vardır”ından da açıkça daha iyidir.
Peki etik kavramların kaynakları nelerdir? Kropotkin’e göre, “doğa insanın ilk etik öğretmeni olarak kabul edilmelidir. İnsanda ve diğer tüm toplumsal hayvanlarda doğuştan [innate] var olan toplumsal içgüdü [instinct]; işte bu, tüm etik anlayışların ve daha sonraki tüm ahlak ilmi gelişiminin kaynağıdır” (Etik, s. 45).
Diğer bir deyişle, yaşam anarşist etiğin temelidir. Bu ise, (anarşistlere göre) bireyin etik görüşlerinin esasen [şu] üç ana kaynaktan ortaya çıktığı anlamına gelir:
1) bireyin içinde yaşadığı toplumdan. Kropotkin’in dikkat çektiği üzere, “İnsanın ahlaki anlayışı, tamamıyle belirli bir yerde [ve] belirli bir zamanda var olduğu varsayılan toplumsal yaşam biçimine dayanır … bu {toplumsal yaşam} insanın ahlaki anlayışında ve belirli bir dönemin ahlaki öğretisinde anlayışında yansımasını bulur” (Op.Cit., s. 315). Diğer bir deyişle, yaşamın ve yaşamanın [sağladığı] deneyim.
2) Yukarıda değinildiği üzere, bireylerin kendi toplumlarının etik normlarını [norm, kurallarını] eleştirel [bir şekilde] değerlendirmesinden. Bu Erich Fromm’un şu argümanının özüdür: “İnsan kendi sorumluluğunu [kendinden sorumlu olduğunu] ve ancak kendi güçlerini kullanarak yaşamına anlam verebileceği gerçeğini kabul etmelidir … insanın kendi güçlerini ortaya çıkararak, üretken bir şekilde yaşayarak yaşamına verdiği anlamın dışında [yaşamın] başka hiçbir anlamı yoktur” (Kendisi İçin İnsan, s. 45). Diğer bir deyişle, bireysel düşünme ve gelişim.
3) Empati duygusu –“ahlaki duyarlılığın [sentiment, sezgi, düşünce] gerçek kaynağı … basitçe sempati duygusundadır” (“Anarşist Ahlak”, Kropotkin’in Devrimci Yazıları, s. 94). Diğer bir deyişle, bireyin deneyimlerini ve fikirlerini diğerleriyle beraber hissetme ve paylaşma yetisi.
Bu son etken, etik duyusunun gelişmesi için son derece önemlidir. Kropotkin’in söylediği üzere, “hayalgücünüz [tasavvur etme yetiniz] ne kadar güçlü olursa, herhangi bir varlığa acı çektirildiğinde [onun] ne hissettiğini o kadar iyi resmedebilirsiniz ve ahlaki duyunuz da o kadar yoğun ve hassas olur … Ve şartlar tarafından, sizi çepeçevre saranlar şeyler tarafından, kendi düşünce ve hayal gücünüzün yoğunluğu tarafından, kendi düşüncenizin ve hayal gücünüzün sizi sevk ettiği dayattığı şekilde davranmaya ne kadar fazla alıştırılırsanız, sizin içinizdeki ahlaki duygunuz [hissiniz] o kadar gelişecektir, o kadar alışkanlık haline gelecektir” (Op.Cit., s. 95).
İşte anarşizm (temel olarak), “benzer şartlar altında başkalarının sana nasıl davranmasını arzuluyorsan, diğerlerine de öyle davran” ahlaki düsturuna dayanır. Ahlaki duruş [stand] söz konusu olduğunda, anarşistler ne egoist ne de alturistdirler [digerkâm]; sadece insandırlar.
Kropotkin’in belirttiği üzere, hem”egoizm”, hem de “alturizm”in kökleri aynı güdüdür [motive, saik] –“bu iki eylemin insanlık üzerindekki sonuçları her ne ölçüde farklı olursa olsun, güdüsü aynıdır. Bu [güdü] haz arayışıdır” (Op.Cit., s. 85).
Anarşistlere göre, bir insanın etik duyuları kendisi tarafından geliştirilmeli; toplumsal gruplaşmanın bir parçası olarak, topluluğun bir parçası olarak, bireyin zihinsel yetilerini tam [anlamıyla] kullanmasını gerektirir. Kapitalizm ve diğer otorite biçimleri, bireyin hayal gücünü zayıflatıp, topluluğu sekteye uğratırken aynı zamanda [bireylerin] hiyerarşinin ölümcül ağırlığı altında kendi mantıklarını kullanmasına yarayacak çıkış noktalarının sayısını azaltması; kapitalizmdeki yaşamın, diğerlerine karşı katı bir saygısızlık ve etik davranışlardan yoksunlukla damgalanması hiç de şaşırtıcı değildir.
Bu unsurlara eşlik eden [bir diğer unsur da] toplum içindeki eşitsizliğin oynadığı roldür. Eşitlik olmadan gerçek bir etik olamaz, çünkü “Adalet Eşitlik demektir … ancak diğerlerini kendilere eşit görenler kural[lar]a uyacaklardır: ‘Başkalarının sana yapmasını istemediği şeyleri onlara yapma’. Açıktır ki bir serf-sahibi veya köle tüccarı, … serfler (veya köleler) söz konusu olduğunda, (insanları araç olarak değil de, kendi başlarına amaç olarak ele alma) ‘kategorik zorunluluğunu tahakkümünü’ fark edemez, çünkü onlara eşitler olarak bakmaz”. Bu nedenle, “günümüz toplumunda belli bir ahlak düzeyini korumanın önündeki en büyük engel toplumsal eşitliğin yokluğunda yatar. Gerçek eşitlik olmadan, adalet duygusu asla evrensel olarak gelişemez, çünkü ‘Adalet, Eşitliğin kabul edilmesi demektir’ ” (Peter Kropotkin, Evrim ve Çevre, s. 88 ve s. 79).
Kapitalist [toplum], aynen herhangi bir toplum gibi, hak ettiği etik davranışa maruz kalır.
Ahlaki görecelik ve ahlaki mutlaklık arasında gidip gelen bir toplumda egoizmin, egotizm ile karıştırılması pek şaşırtıcı olmaz. Bireyleri kendi etik fikirlerini geliştirmekten alıkoyarak ve bunun yerine dışsal bir otoriteye körü körüne itaat etmeyi (ve böylece de, bir kez bireylerin o otoritenin gücünden yoksun olduklarını düşünmeleri sonucunda ahlaki göreceliği) teşvik ederek; kapitalist toplum bireyselliğin ve egonun zayıflamasını sağlar yoksullaşmasını temin eder. Erich Fromm’un belirttiği gibi:
“Modern kültürün başarısızlığı bireysellik ilkesinde yatmaz, ahlaki faziletin kişisel çıkarını gütmekle aynı olduğu fikrinde de yatmaz, ancak kişisel çıkarın anlamının bozulmasında yatar; aslında insanların kendi kişisel çıkarlarıyla çok fazla ilgili olmalarından ötürü ilgilenmiyor değiller, onların kendi gerçek özleri [self] ile yeterince ilgili olmamalarından ötürü enmiyorlar; aslında çok fazla bencil olmalarından ötürü değil değiller, ancak kendilerini sevmemelerinden ötürüsevmiyorlar” (Kendisi İçin İnsan, s. 139).
O nedenle, katı bir şekilde ifade etmek gerekirse, anarşizm egoistik bir referans çerçevesine dayanır –etik fikirler, tam [whole, eksiksiz] bir birey olarak (hem rasyonel akla uygun ve duygusal, hem de mantık ve empati başkalarını anlayabilmeye [bağlamında]) bize haz veren şeylerin ifadesi olmalıdır. Bu ise, anarşistleri, egoizm ve alturizm arasında yapılagelen hatalı bölünmeyi reddetmeye, birçok insanın (örneğin kapitalistlerin) “egoizm” olarak adlandırdığı şeyin bireyin kendini-yadsımasına [self-negation] ve bireyin kişisel çıkarının azalmasına neden olduğunu fark etmeye sevk eder. Kropotkin’in söylediği gibi:
“Hayvan ve insan toplumlarında gelişen ahlak; eğer dar bir egoizmin teşvik edilmesi kışkırtılmasına ve insan toplumunun alturizmin gelişme ruhuna [uygun şekilde] büyütülmesine karşı çıkmak için çabalamıyorduysa, o zaman ne için çabalıyordu? Aslında ‘egoizm’ ve ‘alturizm’ ifadelerinin bizzat kendileri hatalıdır, çünkü kişisel hazzın –ve neticede [keza] egoizmin– karışmadığı saf bir alturizm olamaz. Bu nedenle, etiğin toplumsal alışkanlıkları [adet] geliştirmeyi ve dar kişisel alışkınlıkları zayıflatmayı amaçladığını söylemek doğruya daha yakın olacaktır. Ortaklaşa çalışma alışkanlıklarının ve genel olarak karşılıklı yardımlaşmanın gelişmesi, toplum içerisinde olduğu kadar aile içerisinde de bir dizi faydalı sonuca yol açarken, [dar kişisel alışkanlıklar] bireyin kendisine olan bakışı vasıtasıyla toplumu gözden kaybetmesine [neden olur] ve bu nedenle de [bireyler] hedeflerine (yani bireyin refahı) ulaşmakta bile başarısız olurlar Bu ikincisi [dar kişisel alışkanlıklar], bireyin kendisine olan saygısı sayesinde [edindiği] toplumla olan bağlarını kaybetmesine yol açar; ve bu yüzden de ortak çalışma alışkanlıklarının ve genelde karşılıklı yardımlaşmanın gelişmesi, ailede olduğu kadar toplumda da bir dizi faydalı neticeler elde edilmesine yol açarken; [dar kişisel alışkanlıklara sahip bireyler] –bireyin refahı gibi– hedeflerini dahi gerçekleştirmekte başarısız olurlar” (Etik, s. 307-8).
Bu nedenlerle anarşizm, ahlaki mutlakçılığın (yani, “Tanrı Yasası”, “Doğal Yasa”, “İnsan Doğası”, “A, A’dır” vb.) ve ahlaki göreceliğin kolayca meylettiği uygun düştüğü [hale geldiği] dar egoizmin reddedilmesine dayanır. Anarşistler, bunun yerine, bireyin kendi eylemlerini değerlendirmesinin dışında var olan doğru ve yanlış kavramlarının var olduğunu kabul ederler.
Bunun sebebi insanlığın toplumsal doğasıdır. Bireyler arasındaki karşılıklı etkileşim Kropotkin tarafından şöyle özetlenen bir toplumsal düsturu ortaya çıkarır:”Bu toplum için faydalı mıdır? O zaman iyidir. Zararlı mı? Öyleyse kötüdür”. (“Anarşist Ahlak”, Op.Cit., s. 91). Ancak, insanoğullarının doğru ve yanlış olduğunu düşündüğü şeyler değişmez şeyler değildir ve “neyin faydalı veya zararlı olduğu fikri … değişir, ancak esası aynı kalır” (“Anarşist Ahlak”, Op.Cit., s. 91 ve s.92).
Eleştirel bir zekâya dayanan bu empati başkasını anlama duyusu, toplumsal etiğin ana temelidir –‘ne olmalı’, nesnel ‘nedir’ [sorusunun] doğruluğunun veya geçerliliğinin etik kriteri olarak görülebilir. Yani anarşistler etiğin köklerinin doğada olduğunu kabul ederken, aynı zamanda da etiğin temelde bir insani [beşeri] düşünce –bireyler tarafından meydana getirilen ve toplumsal yaşam ile topluluk tarafından genelleştirilen; yaşamın, düşüncenin ve evrimin ürünü olan [bir düşünce]– olduğunu göz önünde bulundururlar.
Peki, anarşistlere göre etik olmayan davranış nedir? Esasen tarihteki en değerli kazanımı (bireyin özgürlüğünü, biricikliğini [uniqueness] ve saygınlığını) reddeden her şey.
Bireyler hangi eylemlerin etik olmadığını görebilirler, çünkü empati başkalarını anlama sayesinde kendilerini bu davranışdan zarar görenlerin yerine koyabilirler. Bireyselliği sınırlayan eylemler birbiriyle ilişkili olan iki sebepten ötürü etik dışı olarak değerlendirilebilir.
Birincisi, bireyselliğin korunması ve geliştirilmesi her bireyin yaşamını zenginleştirir ve ortaya çıkardığı çeşitlilik sayesinde tüm bireylere haz verir. Etiğin bu egoist temeli, bir diğer ikinci (toplumsal) sebebi kuvvetlendirir; yani topluluğu ve toplumsal yaşamı zenginleştirdiği için, onu [topluluk yaşamını] kuvvetlendirdiği, onun büyümesine ve evrilmesine imkan tanıdığı için bireyselliğin toplum için iyi olmasını. Bakunin’in sürekli söylediği üzere, ilerleme “basitten karmaşığa” doğru bir hareketin izini taşır; ya da Herbert Read’ın sözleriyle, [ilerleme] “toplum içindeki farklılaşmanın derecesi ile ölçülür. Eğer birey, devasa bir yığının içinde bir birim ise, onun yaşamı sınırlı, boş ve mekanik olacaktır. Eğer birey –ayrı [müstakil] eylem için mekanı ve potansiyeli olan– kendi başına bir birimse … o zaman [birey] gelişebilir –kelimenin yegâne gerçek anlamında gelişir; [yani] kuvvet, canlılık ve hazzın bilincinde [olarak] gelişir” (“Anarşizmin Felsefesi”, Anarşi ve Düzen’de, s. 37).
Bireyselliğin bu savunusu doğadan öğrenilmiştir. Ekosistemde çeşitlilik kuvvettir ve bu nedenle de biyo-çeşitlilik etik anlayışın ana kaynağı haline gelir. En temel biçimiyle, bize “hangi eylemlerimizin doğal evrimin etkisine katkıda bulunduğunu ve hangilerinin ise engellediğini ayırt etmekte yardımcı olmakta” bize kılavuzluk eder (Murray Bookchin, Özgürlüğün Ekolojisi, s. 342) yol gösterir.
Bundan dolayı, etik kavramı “insan mantığının en temel yargılarından birisini oluşturan, tüm hayvan dünyası ve aşitlik görüşlerinde içkin olan toplumsallık duygusunda [feeling of sociality] yatar tüm hayvan dünyasında içsel olarak [doğasında] var olan toplumsallık duygusunda [feeling of sociality], ve insan mantığının en temel yargılarından birisini oluşturan eşitlik görüşlerinde yatar” (Etik, s. 311-2). Bu nedenle anarşistler, “iki yönlü –bir yandan toplumsallığın daha fazla gelişmesi doğrultusunda olan; ve öte yandan ise neticesinde bireyler için mutluluk artışı ve (fiziki, entelektüel ve ahlaki) ilerleme ortaya çıkaran yaşamın yoğunluğundaki artış doğrultusunda olan– eğilimin kalıcı varlığını benimserler” (Kropotkin, Etik, Op.Cit., s. 311-2 ve s. 19-20).
Anarşistlerin otoriteye, devlete, kapitalizme, özel mülkiyete ve benzeri şeyler karşısındaki tavırları, bireylerin özgürlüğünün asli [birincil] ilgi [kaynağı] olduğu, karşımızdakilerin empati kurabilme duygularını anlayabilme ve diğerlerinde kendimizi görme yetimiz (diğer bir deyişle, bizim temel eşitlik ve ortak bireyselliğimiz) şeklindeki etik inançlarımızdan kaynaklanır.
Dolayısıyla anarşizm, bireylerin verili koşul ve faaliyetler kümesine hakkındaki sahip bireylerin sübjektif [öznel] değerlendirmeleriyle, eşitler arasındaki empatik karşısındaki anlamanın sınırlara ve eşitler arasındaki tartışmalara temelinde dayanan bu değerlendirmelerden elde edilen objektif [nesnel] kişilerarası sonuçları çıkarılmasını birleştirir biraraya getirir. Böylece Anarşizm etik fikirlere karşı, toplumla ve bireysel gelişmeyle birlikte evrilen, insancıl bir yaklaşıma dayanır. Yani etik bir toplum, “deneyim ve fenomenin [görüngünün] birliğini zenginleştiren unsurlar olarak, insanlar arasındaki farklılıklara saygı gösterilen, daha doğrusu [onları] besleyen [bir toplumdur] … bir bütünün birer parçası olarak görülen {farklı olan}, karmaşıklığı nedeniyle daha da zenginleştiricidir” (Murray Bookchin, Kıtlık Ötesi Anarşizm, s. 82).
ÇEVİRİ: Anarşist Bakış
Kaynak:”A.2 What does anarchism stand for?”