sponsorlu reklam Admatic -sponsor

ÖMER SEYFETTİN ALEKO ÖZETİ, BİR ÇOCUK ALEKO


ÖMER SEYFETTİN ALEKO ÖZETİ, BİR ÇOCUK ALEKO geniş özeti, ÖMER SEYFETTİN HİKAYELERİ, ALEKO HİKAYESİ TAHLİLİ KONUSU TEMASI, HİKAYE TAHLİL, ÖMER SEYFETTİN ALEKO, 
-------------

             Çanakkale savaşı zamanında azınlıklar (rum ve yunanlılar) ayaklanmaktadır. Köylerin çoğu boşaltılmış ahırlar boşalmış orada bir muharebe olacağından hükümet oradaki insanları anadoluya geri çekmiştir.
derskonum.com Büyük bir göç yaşanıyor her yerde at,araba,asker ve çadırlar bulunmaktadır.Hiristiyanlarda anadoluya geçiriliyordur.

            Ali de geliboluda bir Rum fırıncının yanında çalışmakta iken azınlıkların İngilizlerle bir olduğu, Türklere sinsice düşmanlık ettiği dönemde ustasının da Anadolu’ya gönderilmesi üzerine Ali de yollara düşüyor ve ailesini aramaya başlıyor.

              Ailesini ararken tek başına kalıyor ne yiyeceği ne giyeceği nede yanında kimseler vardır. İçecek su bile bulamamaktadır. Yolda bir rum kafilesine rast geliyor ve papaz’a yaklaşır su ister. Papaz, Ali’nin kendini Aleko adında Rum çocuğu olduğuna inandırınca suyu verir. Papaz sonrasında Ali’yi yanlarına alır ve yola devem ederler. 

             Papaz, Ali’yi kiliseye alma kararı verir. Kilisede her gün şarap içildiğini, hatta şarapsız yemek yenmediğini söyler ve Ali’den şarap içmesini ister. Ali bunu istemez Papaz ısrar etmektedir eğer İçmez ise, ya açlıktan, ya susuzluktan, ya da onların zulmünden ölecektir ancak Ali,derskonum.com Köydeki hocasından öğrenmiştir içkinin haram olduğunu.Papazın ısrarlarına sonunda dayanamaz ve şarabın o berbat tadından bakmak zorunda kalır. Sonra Papaz ona türklerin ne kadar kötü olduğunu söyler Ali buna inanmaz, inanmak istemez. Rumlar hergün Türklerden kurtulmak için dua etmektedir bunları görür ve çok üzülür.





.....................................


Küçük Ali, yorgun uykusundan uyanınca kalktı. Gece yattığı tozlu fundalıklardan çıktı. Ilık, parlak bir güneş her tarafı ısıtıyordu. Bulutsuz hava bembeyazdı. Çalıların üstünde kuşlar cıvıldayarak uçuşuyordu. Kalktı. Bir av arıyormuş gibi tereddütlü adımlarla bodur böğürtlen dallarını hışırdatarak şoseye indi. Bir ileri, bir geri baktı. Her taraf tenha idi. Uzun, kıvırcık kirpikli iri siyah gözlerini yırtık çarıklarına dikti. Düşündü. Sırtındaki tozlu deri torbada yarım ekmekle bir soğandan başka bir şeysi yoktu. Altı aydır Gelibolu’da, bir Rum fırıncının yanında çalışıyordu. Birkaç gün evvel hükümet, “muharebe olacak” diye ustasını diğer Hristiyanlarla Anadolu’ya geçirmişti. Gelibolu’da akrabası filan yoktu. Barınacak bir yer bulamadı. Köyüne dönmüştü, ama köyünde de kimseyi bulamamıştı. Evler kapanmış, ahırlar boşalmış, küçük cami meydanı at, araba, asker, çadır dolmuştu. “Buralarda muharebe olacak, devlet ahaliyi geri çekti.” diyorlardı. Küçük Ali, işte köyünün geri çekilen ahalisini, anasını, ihtiyar babasını bulmak için iki gündür yürüyordu. Gece açıkta yatmak, gündüz güneşin altında yürümek onu zayıflatmıştı. Zaten esmer olan yüzü şimdi daha siyahtı. Karnı öyle açtı ki! “Ne olur, ne olmaz” diye dün gece yemeyip sakladığı ekmek parçasını torbadan çıkardı. Şosenin kenarına çöktü. Kocaman bir altın parçasına bakıyormuş gibi bu kaba mısır ekmeğini evirdi, çevirdi, ucundan ısırdı. Ağzında lokmayı birdenbire yutmaya kıyamıyor, dilinin üstünde eziyordu. Anası, babası Malkara’ya gitmiş olacaktı. Orada bir akrabaları olduğunu hatırlıyordu. Acaba daha bu tenha şoseyi kaç gün yürüyecekti? Akşama ne yiyecekti? Bütün bütün aç kalmak korkusu ile uyurken rüyada kendini keçilerle beraber çalıları otlarken görmüştü. Tekrar köye dönmeyi, askerlerin arasına katılmayı düşündü. Halbuki köye kimseyi bırakmıyorlar, “Yasak! Dön, dön!” diye bağırıyorlardı. Su nereden içecekti? Mutlaka şosenin üstünde han, yahut karakol vardı. Oturduğu tümsekten kalktı, yola atladı. Yürümeye başlamadan döndü. Geldiği tarafa baktı. Dalgalı tepelerden geçen yol, parça parça gibi bazen görünüyor, bazen yeşillikler arasında kayboluyordu. Uzakta bir kalabalık gördü. Yoksa asker miydi? Dikkat etti. Bu kalabalık gayet yavaş yürüyordu. “Bekleyeyim de şunlardan su isteyeyim” dedi. Tekrar kalktı. Tümseğe oturdu. Dirseklerini dizlerine dayadı. Çenesini ellerinin arasına aldı. Gözlerini, vakit vakit kaybolup, yine şosenin görünen parçasında meydana çıkanlardan ayırmıyordu. Bunlar asker değildi. Çünkü karmakarışık geliyorlardı. Niçin olduğunu bilmediği bir ümitle sevindi. İki gündür kırlarda yapyalnız kalmış, sanki insanları göreceği gelmişti. Ayağa kalktı. Elini gözlerine siper yaptı. Siyah kuşağı, mavi aba saltası, gönden torbasıyla tıpkı koyunlarını arayan mini mini bir çobana benziyordu. Başında keçe filan yoktu. Sert kumral saçları güneşin aydınlığı ile yaldızlanıyor, parlıyordu.

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

sponsor reklamı

SPONSOR REKLAMI

derskonumesnk