MAUPASSANT TARZI HİKAYENİN ÖZELLİKLERİ, MAUPASSANT TARZI HİKAYENİN ÖRNEKLERİ, MAUPASSANT TARZI HİKAYE, MAUPASSANT TARZI HİKAYE NEDİR ÖZELLİKLERİ,
Olay (Vaka) Hikayeciliği-Maupassant tarzı hikaye ve Örnekleri
ÖYKÜ(Hikaye)
- Yaşanmış ve yaşanması mümkün olan olayları yer ve zaman bildirerek anlatan yazı türüdür.
- Öyküyü oluşturan unsurlar şunlardır: Anlatıcı, olay ve durum, kişi, yer ve zaman.
- Öyküler serim, düğüm ve çözüm olmak üzere üç bölümden oluşur.
- Olay ağırlıklı öykülere "olay öyküsü" denir. Bu tür öykülere klasik öykü denildiği gibi Maupassant tarzı öykü de denilmektedir. Bu türün edebiyatımızdaki en önemli temsilcisi Ömer Seyfettin'dir.
- Olay hikâyesinde olay örgüsü ve kahramanların başından geçen olaylar ağır basar.
- Kişilerin içinde bulunduğu durumu yansıtmayı amaçlayan öykülere de "durum ve kesit öyküsü" denir. Bu tür öykülere modern öykü denildiği gibi Çehov tarzı öykü de denilmektedir. Edebiyatımızdaki temsilcisi Memduh Şevket ve Sait Faik'tir.
- Durum öykülerinde ise zaman, mekân ve kahramanın tasvirleri daha ön planda olup olay akışı geri plandadır.
- Öykü türünün dünya edebiyatındaki ilk örneğini Boccacio, Decameron Öyküleri adlı eseriyle vermiştir.
- Türk Edebiyatında ise Ahmet Mithat Efendi' nin Letaif-i Rivayat adlı eseri ilk hikâye örneğidir.
- Batılı anlamda teknik açıdan olgunlaşmış ilk hikâye örneği Samipaşazade Sezai'nin Küçük Şeyler adlı hikâyesidir.
- Hikâye türü Milli edebiyat sanatçıları ile birlikte milli ve modern bir kimlik kazanmıştır. Refik Halit Karay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ömer Seyfettin bu türün önemli temsilcileridir.
Hikâyeciliğin tarihsel süreci incelendiğinde karşımıza iki tür hikâye çıkmaktadır. Bu türler "olay öyküsü" ve "durum öyküsü" olarak adlandırılır.
Olay öyküsü
- Bu tarz öykülere "klasik vakâ'a öyküsü" de denir.
- Bu tür öykülerde olaylar zinciri, kişi, zaman, yer öğesine bağlıdır.
- Olaylar serim, düğüm, çözüm sırasına uygun olarak anlatılır.
- Olay, zamana göre mantıklı bir sıralama ile verilir, düğüm bölümünde oluşan merak, çözüm bölümünde gi-derilir.
- Bu teknik, Fransız sanatçı Guy de Maupassant (Guy dö Mopasan) tarafından geliştirildiği için bu tür öykülere "Maupassant tarzı öyküâ" de denir.
- Türk edebiyatında bu tarz öykücülüğün en büyük temsilcisi Ömer Seyfettin'dir. Ayrıca Refik Halit Karay, Reşat Nuri Güntekin, Yakup Kadri Karaosmanoğlu Orhan Kemal, Samim Kocagöz, Necati Cumalı, Talip Apaydın da olay türü öykücülüğünün temsilcileri arasındadır.
Olay hikâyesi örneği:
AND
Küçük hocanın ağır tokadı, büyük hocanın uzun sopası ki, rast geldiği kafayı mutlaka şişirirdi. Ben, hiç dayak yeme-miştim. Belki iltimas ediyorlardı. Yalnız bir defa büyük hoca kuru ve kemikten elleriyle, yalan söylediğim için, sağ kulağımı çekmişti; o kadar hızlı çekmişti ki, ertesi günü bile yanıyordu ve kıpkırmızıydı. Hâlbuki kabahatim yoktu; doğru söylemiştim. Bahçedeki abdest fıçısının, musluğu koparılmıştı. Büyük hoca. bu kabahati yapanı arıyordu. Bu, mavi cepkenli, kırmızı kuşaklı, hasta ve zayıf bir çocuktu. Haber verdim, falakaya konacaktı. İnkâr etti. Sonra diğer bir çocuk çıktı. Kendi kopardığını, onun kabahatli olmadığını söyledi ve yere yattı. Bağıra bağıra sopa yedi. O vakit büyük hoca: "-Niçin yalan söylüyorsun, bu zavallıya iftira ediyorsun?" diye kulağıma yapıştı; yüzünü buruşturarak darıldı.
Ağladım, ağladım; çünkü yalan söylemiyordum. Evet, musluğu koparırken gözümle görmüştüm. Akşam azadından da dayağı yiyen çocuğu tuttum:
__ Niçin beni yalancı çıkardın, dedim. Musluğu sen koparma-mıştın.
__ Ben koparmıştım.
__ Hayır, sen koparmamıştın. Öbür çocuğun kopardığını ben gözümle gördüm.
Israr etmedi, yüzüme baktı, bir an durdu ve eğer hocaya söylemeyeceğime yemin edersem saklamayacaktı, anlatacaktı. Ben hemen yemin ettim, merak ediyordum:
__ Musluğu Ali koparmıştı, dedi, ben de biliyordum; ama o çok zayıf ve hastadır. Görüyorsun, falakaya dayanamaz. Belki ölür; daha yataktan yeni kalktı. __ Ama sen niçin onun yerine dayak yedin?
__ Niçin olacak, onunla ant içtik; o bugün hasta, ben iyi ve kuvvetliyim. Onu kurtardım işte!
__ İyi anlamadım, tekrar sordum:
__ And ne?
__ Bilmiyor musun?
__ Bilmiyorum.
O vakit güldü ve benden uzaklaşarak cevap verdi:
__ Birbirimizin kanlarını içeriz; buna ant içmek derler. Ant içenler kan kardeşi olurlar. Birbirlerine ölünceye kadar yardım ederler, imdada koşarlar.Sonra dikkat ettim, mektepte pek çok çocuk birbirleriyle ant içmişlerdi; kan kardeşi idiler. Bir gün bu yeni öğrendiğim âdetin nasıl yapıldığını gördüm.
Tatil günleri bizim evin bahçesine, bütün komşu çocukları toplanırdı. Akşama kadar birlikte oynardık. Arkamızdaki evlerin sahibi Hacı Budakların benim kadar bir çocukları vardı ki, en çok adı hoşuma giderdi: Mistik... 0,hepimizden kuvvetliydi. Sanki adı gibi her tarafı yuvarlaktı; başı, kolları, bacakları vücudu... Hatta elleri... Bütün çocukları güreşte yenerdi. Yazın, her cuma sabah büyük bir deste söğüt dalı getirirdi. Bu dallardan kendimize atlar yapar, cirit oynar, yarışa çıkardık. Yarışta da hepimizi geçerdi. Onu hiçbirimiz tutamazdık! İşte yine böyle bir cuma günü Mistik, söğüt dallarıyla geldi. Ben en uzununu kendime ayırdım.
Kendi atımı yapıyordum. Mıstık'la diğer çocuklar sıralarını bekliyorlardı. Nasıl oldu, farkına varamadım, söğüdün kabuğu birden yarıldı, Arasından kayan çakı, sol elimin şahadet parmağını kesti. Sulu kırmızı bir kan akmağa başladı. O saatte aklıma bir şey geldi; ant içmek... Parmağımın acısını unuttum! Mistik'a:
__ Haydi, dedim hazır elim kesildi. Kan kardeş olalım. Sen de kes...
Tereddüt etti. Siyah gözlerini yere dikerek büyük, yuvarlak başını salladı.
__ Olur, mu ya? Ant için kol kesmek lâzım...
__ Canım, ne zararı var? Diye ısrar ettim, kan değil mi? Hepsi bir. Ha koldan, ha parmaktan... Haydi, haydi... Razı oldu. Elimden aldığı çakı ile kolunu, hatta biraz de-rince kesti, kan o kadar koyu idi ki, akmıyor bir damla, halinde kabarıyor, büyüyordu. Parmağımın kanı ile karıştırdık. Evvelâ ben emdim. Bu tuzlu sıcak bir şeydi. Sonra da benim parmağımı, emdi.Bilmiyorum aradan ne kadar zaman geçti. Belki altı ay, belki bir yıl. Mıstık'la kan kardeşi olduğumuzu âdeta unutmuştum. Gene birlikte oynuyor, mektepten eve birlikte dönüyorduk. Bir gün hava pek sıcaktı. Büyük hoca bizi yarım azad etti. Tıpkı perşembe günü gibi... Mıstık'la sokağın tozları içinde yavaş yavaş yürüyorduk.
Büyük, geniş bir yoldan geçiyorduk. Kenarda, yıkılmış bir duvarın temelleri vardı. Birdenbire karşıdan iri, kara, bir köpek çıktı. Koşarak geliyordu. Arkasından, birkaç adam kalın sopalarla kovalıyorlardı. Bize: "-Kaçınız, kaçınız; ısıracak!" diye bağırdılar. Korktuk, şaşırdık. Öyle kaldık. Evvelâ ben biraz kendimi toparlayarak: "-Aman kaçalım!.." dedim. Gözleri ateş gibi parlayan köpek bize yetişmişti. O vakit Mistik: "-Sen arkama saklan!" diye haykırdı. Önüme geçti. Köpek, onun üzerine hücum etti. İlkin hızla birbirlerine çarptılar. Sonra tıpkı güreşir gibi boğaz boğaza geldiler. Köpek de ayağa kalkmıştı. Biraz söyle savaştıktan sonra ikisi de yere yuvarlandılar. Bu muharebe bana pek uzun geldi. Titriyordum. Sopalı amcalar, yetiştiler. Köpeğe kollarının bütün kuvvetiyle birkaç tane indirdiler. Mistik kurtuldu. Zavallının kollarından, burnun-dan kan akıyordu. Köpek, kuyruğunu bacaklarının arası-na sıkıştırmış, ağzı yerde dörtnala kaçtı. Mistik: "-Bir şey yok... Acımıyor... Biraz çizildi..." diyordu. Evine götürdüler, ben de hemen evimize koştum. Ertesi günü Mistik mektebe gelmemişti. Daha ertesi günü yine gelmedi. Anneme Hacı Budaklara gidip Mistik'ı görmemizi söyledim. Hastaymış yavrum, dedi. İnşallah iyi olunca gene oynarsınız, şimdi rahatsız etmek ayıptırOndan sonra ben, her sabah Mistik'ı iyileşmiş bulacağım ümidiyle gittim. Fakat heyhat! O hiç gelmedi. Köpek kudurmuş...
Ömer Seyfettin
31
YanıtlaSil