istanbul'un fethi ile ilgili tiyatro metinleri
İKİNCİ BÖLÜM
1. TABLO
(Perde açılınca görünen manzara, dördüncü tablodaki dekordur. Fatih tahtında, huzurda Hızır Bey, Şair Ahmet Paşa.)
1. SAHNE: (Fatih, Ş. Ahmet Paşa, Hızır Bey)
FATIH - (Ahmet Paşa'ya) Asrımdaki Şuaranın (şairlerin) reisi, karın-
daşım Ahmet Paşa! Kelimelere düzen verip sanatını gösterirsin.
Askere de öyle bir düzen ver ki fetihler ardı ardına gelsin
desem... (Tebessüm eder) Ne buyrulur?
AHMET PAŞA - (Başını öne büker) İltifat buyurdunuz.
Hünkârım. Ordularınızın emir kuluyum. Şairliğim ise Avni
Mahlaslı (lakaplı) zat-ı şâhânenin çömezliğine bile ulaşamaz.
FATIH - (Sert) Paşam orduların nizamı harple korunur.
Ordularımıza yeni "Kızıl elma"lar gerek. Bizans son değildir. İçe
ve dışa madde ve mânâ plânında devam edecek olan fetih
meş'alesini İstanbul'u almakla biz sadece tutuşturduk. Torunla-
rımız onu dünyaların ötesine götürecek. Ama şunu öğrenmek
isteriz; İstanbul'dan sonraki nokta neresi olabilir?
AHMET PAŞA - (Tebessümle) Sultanım bu âcize söyletmek
dilersiniz, halbuki bütün plânlarıyla hatır-ı şâhânenizde musav-
verdir (tasarlanmıştır) , o belde. Bendeniz ilk nokta olarak Viyana'yı
düşünürüm.
(Ara - Herkes birbirine bakışır)
FATIH - Roma'yı almadan Viyana elde tutulamaz Paşa...
AHMET PAŞA - Beli (Evet) Hünkârım. Endülüs yolunun iki
ayağıdır buralar...
FATIH - İfşaya vardı Paşa hazretleri (Sükût ve dik dik
bakar) Ben de bildireyim ki, Avrupa istikrarının üç ayağından
biri elimizdedir. Sonra... (Ara) Evet, Endülüs'te bayram... (Ara)
Ancak... (Ara - Parmağını uzatır) Kafamdakilerinden birtek
düşüncemi sakalımın birtek kılı bilse, bütün sakalımı traş
ederim. Bu ölçüyle hareket oluna... Ve gün o gündür ki; kararlı
ve şuurlu büyük işlere girişilsin. Malûmunuzdur ki 12 yaşında
bu makamı rahmetli pederim Murad-ı sanî (2.Murad) terkettiğinde; tehlike
ve düşman saldırısı baş göstermişti. Onu vazife başına çağırmış
ve demiştim ki: (Hiddetle) Eğer sultan sen isen gel vazifene sahip
çık. Yok sultan ben isem emrediyorum. İstilâya karşı memle-
keti koruyacaksın... (Ara - İleriye dimdik bakar) Şimdi ise
ulemâ (alimler), şuera (şairler), asker, hâkim, sanatkâr ve bütün
bir islâm milleti ile elbirliği, korunma ve yayılma hedefindeyiz.
İlerde büyük nizamı kurabilmek için yapacağım en ciddî hamlelerimi
sizlerin istişarî (danışma) desteğiyle başaracağım. Allahın inayeti
(yardımı) de böylece tecelli eder (ortaya çıkar) umarım.
(Hızır Bey ve Ahmet Paşa kıyam eder, eğilirler.)
FATİH - (Ayağa kalkar) Ve Roma fethine Ahmet kulumu-
zu vazifeli kıldık.
AHMET PAŞA - Emru ferman (emir-buyruk) yeryüzünde Allah'ın iradesi-
ni temsil eden, Şark (Doğu) ve Garbın (batı) padişahı, Anadolu ve Rum
diyarının Sultanına aittir. Bize itaat düşer...
(Muhafız girer selâm verir.)
MUHAFIZ - Hünkârım iki Rum papazı huzura girmek dilerler.
FATIH - (Yerine otururken) Girsinler...
(Oradakiler oturur, papazlar girer. Eğilerek selâmlarlar.
Fatih'in işaretiyle otururlar.)
2. SAHNE: (Papazlar ve öncekiler)
FATIH - (Hemen söze başlar) Hızır Bey (Papazları gösterir)
Bunları milletimin ahlâkından birkaç örnek göstermek için
çağırdım. Merak ederlermiş, bunca yıldır başarılamayan Bizans
fethinin sırları nedir deyu? (Kalkar, Hızır'a) Bana bir derviş
kisvesi (kıyafeti) gerek. Sizler de refakat ediniz ve kendinizi
tanıtmayınız. Esnafı gezeceğiz. Ruhaniler de (Papazları gösterir)
buyursunlar.
(Kapıya doğru yürürken ışık söner.)
2. TABLO
(Işık yanınca çarşı görünmektedir. Karşıda ayakkabıcılar
kapılarında mest ve papuçlar asılmış. Kapı üstünde Osmanlıca
«Her sabah besmele ile açılır dükkânımız, Ahî evrendir hem
pirimiz üstadımız» beyti yazılı. Solda bakkallar, sağda nalburlar.
Fatih derviş kılığında, öbürleri de tanınmayacak şekilde sahne-
nin ortasında fısıldaşan edâ ile.)
SAHNE - (Fatih - yanındakiler - esnaf)
FATİH - (Ortaya) Önce bakkallara...
(Başlar, sen bilirsin mânâsına eğilir ve yürürler. Birinci
bakkalın önündeler.)
FATIH - (Mütevazi selâm verir) Esselâmü aleykum efendi.
BİRİNCİ BAKKAL - (Kalkar) Aleyküm selâm derviş efen-
di. Azimetiniz ne yana? Bir emriniz mi var?
FATIH - Bir okka şeker,. ikiyüz dirhem kahve almak
isterûz. (Bez bir torba uzatır)
BAKKAL - (İçeri girerken) Şeker veririz. (Torbayı dolu
getirir, el kantarı ile çeker) Tamam bir okkadır efendim. (Uzatır)
Bedeli yalnız iki paradır. Derviş baba hoşgörün, (Öbürlerini
işaret eder) beylerim de hoş görsünler. Kahveyi komşu bakkal-
dan alacaksınız. Zira ki bugün siftah ettim. O henüz etmedi. Ona
da bu fırsatı verin.
FATIH - (Tebessümle) Hayhay efendim...
(Bakışırlar ve işaretleşirler. Dudaklarını bükerek hayretleri-
ni ifade ederler. Fatih ikinci bakkalın önünde durur ve içeriye
seslenir.)
FATIH - (Nezâketle) Bakkal karındaşım lütfedermisiniz...
(Ara - iki parmağını uzatır) İkiyüz dirhem kahve... (Ara)
İKİNCİ BAKKAL - (Elini dışarı uzatır, bir küçük bezle)
Buyrunuz dervişim. Borcunuz bir puldur...
(Fatih uzatır ve döner. Sahnenin ortasında toplaşırlar. Fatih
nalburları gösterir ve o yana yürürler.)
FATIH - (Eliyle buyrun der gibi) Nalbura uğruyalım.
(Dükkânın önünde oturan adama) Nalbur efendi... Zencefil var
mıdır? Elli dirhem olsun.
NALBUR - (Ayağa kalkar) Elbette ancak (gösterir) bu
dükkândan vereyim... (Girer çıkar bir kağıt uzatır) Buyrun bir
puldur...
FATIH - (Elini göğsüne bastırır, Nalbura) Biraderim bir
hususu merak ettim... (Ara) Neden bu dükkânı tercih ettiniz?
Onda zencefil yokmudur?
NALBUR - (Şaşırmış) Var efendim. Ama... (Ara) Çok cüz'i
(küçük) bir komşu hakkına riayet için (Mühimsemez, Aldırma... (Ara)
Ama öğrenmek diledin; siz komşumun dükkânı tarafından
geldiniz. O da burada yok, bana emânet etti. Kendisi olsa ihtimal
ki siz ondan alışveriş yapacaktınız. Ayrıca emâneti nefse tercih
gerekirdi. Emânete riayet bunu gerektirir. Ayrıca komşumuzun
nüfusu kalabalıktır. Onun çok kazanmaya ihtiyacı vardır.
FATIH - Berhudar (selamette kalın) olunuz efendim, Allah'a ısmarladık...
(Nalbur başıyla onları uğurlar. Dönerler, herkes önüne
bakarak düşünceli. Yine sahne önüne toplaşırlar. Fatih döner
karşıdaki ayakkabıcıları gösterir. Şimdi bakkal ve nalburlar
gözükmez. Ayakkabıcı dükkânlarının içinde birer adam görünür.
İlerlerler ve dururlar. Ahmet Paşa kapıdaki levhayı okur.)
A. PAŞA - «Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız. Ahî
Evrendir dahi pirimiz üstadımız.»
HIZIR BEY - (A. Paşa okuması bitince) Ah... işte teslimiyet
ve tevekkül (Allah'a güven) , bağlılık, disiplin ve bir kelimeyle...
FATIH - (Sertçe döner) Evet bir kelimeyle...
Nizam!... (Döner seslenir) Kavaf efendimiz (Ayakkabıcı) bize
bir çift ayakkabı, bir çift mest satınız.
1. KAVAF - Satayım ey Pîr... genç yaşta dervişlik çok
zevklidir. Mestlerim pek güzel değildir ama satayım. Ancak
ayakkabıyı komşumdan almanız şartıyla...
FATIH - (Mestleri eller) Kavaf karındaş, mestlerin aliyyül
a'lâ, (çok güzel) . Halbuki sen onları yeriyorsun (kötülüyorsun),
herkes malını överken...
1.KAVAF - (Mestleri indirirken) Aziz dervişim, övülecek
tek Allah (c.c.) ve onun övdüğü, övdükleridir. Ben kendi imâlimi
nasıl överim. Üstelik olur ki bir kusuru çıkarsa, müşteri gıyabî
de olsa (arkamdan) hakkımda kötü şehadet etmez mi? Ve hele övmekle
komşuma karşı saygısızlık olmaz mı? Olur ki onun gönlüne
hüzün gelir. Yererim; benden almazsan komşudan alırsın,
komşum kazanırsa ben de kazanırım demektir.
FATIH - Peki ayakkabıyı niçin komşundan aldırırsın?
1. KAVAF - (Ellerini oğuşturur) Kârda eşitlik olsun. O hiç,
ben iki kazanırsam, din kardeşliğimize sığmaz ve yaraşmaz...
(Paralarını uzatır, ondan mesti, öbüründen ayakkabıları
alır. Peki der gibi dönerler. Kavaf içeri girer, onlar yine önde
toplaşırlar.)
I. PAPAZ - (Heyecanlı aceleci) Adamlar bize ömürlük ders
verdiler.
II. PAPAZ - (Atılır) Ve Bizans'ın fethinin sırlarını da...
FATIH - Deryadan (denizden) katre (bir damla) gördünüz. Ve bunlar
mü'min için tabiî şeyler. Değilmiki doğrudur, vazifesini yapıyor.
Evet mecbur olduğu şeydir. Fazilet bundan ötedir.
II. PAPAZ - Bundan ötesi de mi var?...
FATIH - Daha neler... (Elini sallar)
HIZIR BEY - (Atılır) Hz. Ebubekir'in duasını bilir misiniz?
Allah'ım benim vücudumu o kadar büyüt ki Cehennem'i
doldurayım ki; öbür Mü'minlerin girmesine yer kalmasın...
FATIH - Evet Mü'min, Mü'min'in günahını bile yüklenme-
ye hazırdır...
(Apışmışlardır, ışık söner.)
3. TABLO
(Işık yanınca; mahkeme salonu, Kadının (Hakim) rahlesi (küçük masa)
okka kalem görünür, kapının yanında mübaşir oturur. Kadının makamı
boş. Sahne tam aydınlanınca kapıdan, mübaşirin arkasından omuzu-
na doğru, bir köylü başını uzatır. Mübaşir başını geriye
kaldırarak, bakarken.)
1. SAHNE - (Köylü, mübaşir)
KOYLÜ - (Acele ve telâşlı) Kadı efendi nerede? Dâvâm var,
at aldım hastalıklı çıktı.
MUBAŞİR - (Bir başına, bir ayağına bakar) Bilmez misin
namaz vaktidir?
KÖYLÜ - Ben bilirim ya telâşlıyım... Sen bilirdin de niçin
gitmedin?
MÜBAŞİR - Farzı kılıp döndüm, senin gibi telâşlıları
beklemek için.
(Adam telâşlı ve cevapsız etrafa bakar, acele çıkar. Mübaşir
arkasından kalkıp çağırır.)
MÜBAŞİR - Kadı efendi şimdi gelir, erken dön!..
(Mübaşir oturur, ara, Kadı girer. Mübaşir ayakta, Kadı tam
yerine geçince ayakta duran Mübaşir'e dönerek).
KADI - Gelip giden varmı?
MÜBAŞIR - (Eli önünde bağlı hürmetle) Evet efendim az
önce bir at meselesi için biri geldi. Beklemedi, çabuk dön dedim.
(Ara)
KADI - (Eliyle gösterir) Dışarıda bekle, gelince hemen içeri
al.
(Mübaşir çıkar. Kadı oturur kitap karıştırır. Az sonra
mübaşir ve acele ile köylü girer. Mübaşire fırsat kalmaz.)
2. SAHNE - (Kadı, Mübaşir, Köylü.)
KOYLÜ - Telaşlı ve aceleci) Kadı efendi geldim, yoktun,
atım öldü şimdi neyleriz.
KADI - (Merakla) Yani nasıl bir şey? Baştan anlat
bakayım.
KÖYLÜ - (Aynı telâşla devam eder.) Bir adamdan bir
keseye bir at aldım. At soluğanmış söylemedi. Binip sürünce
hastalandı şikâyete geldim yoktunuz. Atını da geriye almadı,
şimdide öldü. Kadı efendi... (Ara)
KADI - (Az düşünür köylüye bakar) İlk gelişinizde ben
burada olsaydım, kanun hükmü şu olurdu; Atı sahibine iade,
aybını sakladığı için de ceza. Sana da verdiğin paranın iadesi.
Fakat...
KÖYLÜ - (Endişeli, kadının sözünü keser) Fakat şimdi
alamayacak mıyım.?
KADI - (Tebessümle) Heyecana mahal yok, adalet tecelli
edecektir.
(Ve kuşağından bir kese çıkarır köylüye uzatır.)
KADI - Ben vaktinde burada bulunabilsem öyle hükmeder-
dim. Binaenaleyh, bunu benim tazmin etmem (ödemem) lâzım.
(Köylü almak istemez, mahçup çekilirse de Kadı, ısrarla
avucuna tutuşturur. Köylü konuşmadan çıkar, ışık söner.)
4. TABLO
(Işık yanınca, eski dekor görünür Kadı rahle başında
Mübaşir kapının yanında oturuyor. Birden Mübaşir geriye
çekilir, hayretle bakar. Ve kolu bilekten kesilmiş, kanlar akan
adam iki kişinin yardımıyla içeriye baskın gibi girer. Ve
müsaade beklemeden konuşmaya başlar. Kadı yerinden kalkmış
hayret içinde dinliyor. Ve bakıyor. Gelen Mimardır, yanındakiler
kalfaları.)
1. SAHNE - (Mimar ve kalfaları. Kadı ile mübaşir.)
MİMAR - Kadı efendi göster adaletini, Padişah'ımız kolu-
mu kestirdi. Sultan Mehmet'i şeriata şikâyet ediyorum.
KADI - Elbette, kanun önünde şahıslar vardır. Sultan
yok... Haksız kim olursa olsun, cezasını bulacaktır. (Temkinli)
Sen hele hadiseyi sebebleriyle olduğu gibi anlat bakayım.
MİMAR - (Ağlıyarak ve arada bir durarak anlatır) Ben
rum asıllı bir Mimarım. Hazirun (Burdakiler) bilirler ki;
Padişah'ımız beni Ayasofya'ya müsavî (eş) bir câmi inşasına
memur kıldı. Bu kalfaları (Yanındakileri başıyla göstererek) da
yardımcı vermişlerdi. Camî Kadırgada inşa olunmuştur.
Biz sa'yü gayretle tam istediği zaman ve istediği yerde,
istediği şekilde camiyi yaptık. Ne var ki zelzeleden
yıkılmasın diye sûtünlardan bir miktar kestim. Sultan bu
yüzden (ses benzetmeye çalışır gibi) «Sen benim itina
ile getirdiğim sütunları kesip camii de alçak eyledin. » diyerek
elimi kestirdi. Ben davacıyım. Bundan böyle sanatımı icradan ve
ehlimi geçindirmekten mahrum, namerde muhtaç kaldım.. (Ağ-
lar başı öne düşer.)
KADI - (Kolu kaldırıp bakar, bırakır kol sarkar ve kan
damlar.) Hak ve adalet tecellî edecek. Suçlu da cezasını
bulacaktır. Ve mazlumun zararı da izale edilecek. (giderilecek)
Müsterih ol. (rahatla)
(Sert ve yüksek sesle) Hem ne hakla Sultan Mehmet kaza
makamını (yargı makamını) tecavüz eder. (Mübaşir'e sertçe
parmağını uzatır.) Derhal Sultan Mehmet'i buraya çağır.
Hakkında şikâyet var, kaza makamına çıkacaksın diyesin...
MÜBAŞİR - (İnanmaz, ürkek sorar) Padişah Fatih Efendi-
mizi mi?...
KADI - (Daha dolgun sesle) Evet evlâdım. O kişiyi... Ve
söyleyeceksin ki, Murâfaa-i ser' (mahkeme çağrısı) için mühlet
yoktur, âcilen gele...
(Mübaşir selâm verir çıkar. Kadı duvardan asılı süngüyü
alır oturduğu minderin altına sokar. Sonra rahleye geçip
kitapları aceleyle tetkike dalar. Ötekiler seyre dalmışlardır. Ara
sıra mimar kıvranır. Az sonra mübaşir girer.)
MÜBAŞİR - (Eli önüne bağlı hafif eğilir selâmlar) Sultan'a
emrî tebliğ ettim. (Ara Kadı dinler. Mübaşir devam eder.) Hemen
kalktı; Çağıran Emr-i Şer-i Muhammedidir (Muhammedin getirdiği
şeriat emri) , icabetetmem lâzım dedi. Hazırlanıyordu.
(Ara - Ve birden geriye çekilir heyecanla)
Padişah'ımız teşrif ediyor!..
(Fatih girer Mimar ve kalfalar toplanır geri çekilir. Fatih
heybetle ileri gider. Fatih, sağdaki koltuğa ilerlerken, silahlıdır.
Kadı müdahale edince bir saniye durur önüne bakar.)
2. SAHNE - (Fatih ve öncekiler)
KADI - (Parmağıyla gösterir ve ayağa kalkar) Suçlu yerine
geçiniz ve davacının yanında ayakta durunuz. (Ara) Müddeî (iddiacı)
şikâyet ve talebini (isteğini) beyan etsin (açıklasın).
(Fatih geri çekilip Mimar'ın yanında vekarla durur. Mimar
bir Fatih'e bir kadıya bakarak evvelki ifadeyi aynen tekrar eder
ve ilâve eder.)
MİMAR - Kaza makamının vereceği hükme razıyım.
KADI - (Kalfalara) Hadiseye aynen şahitmisiniz?
İKİSİ BİRDEN - Aynen şahitiz.
KADI - (Fatih'e döner) ne dersin Sultan Mehmet?
FATİH - (Başı önünde) Hadise aynen öyledir. (Başını
kaldırır, ciddi) Hükmünüzü bekliyorum.
KADI - O halde hükmü tebliğ ediyorum (oturur kitabâ
bakarak bir şeyler yazar ve kalkar, elindeki kağıdı okur
HÜKÜM: Fatih Sultan Mehmet Han verdiği vazifedeki kasten
veya hataen kusurundan dolayı, elini keserek bir sanatkârı
sanatından mahrum, ailesini perişan kılmış, hemde rey'iyle
(kendi görüşü ile) hüküm verip emr'i şeriate (şeriat hükümlerine)
Muhalefette bulunmuş, kaza makamını tecavüz etmiştir.
Binaenaleyh, onun dahi elinin aynı yerden aynı
vechile (şekilde) kesilmesine mazlumun da zararının izalesi
(giderilmesi) için ailesine nafaka bağlanmasına hükmolundu.
Karar, Kur'an ve Sünnetin aynı zamanda Salih Ulemânın (alimlerin)
beyanları neticesidir. İnfazı derhal olacaktır.
Ara - Başını kâğıttan kaldırır, Fatih'e bakar)
Yani kısas olacaksınız, Sultan Mehmet!...
FATİH - (Mütevekkil ve metin) Şeriatın kestiği parmak
acımaz., yalnız ben dâvâcının şahsî ve ailevî ihtiyaçlarını
taahhüt etsem (karşılayacağına söz verme) , acaba diyet mümkün mü?
(Fatih göz ucuyla Mimar'ı kontrol ederken Kadı ilerler ve
ortada dururu.)
KADI - Bir şartla... (Mimarı gösterir) Dâvâcının bunu
kabul etmesi şartıyla... (Ara)
MİMAR - (Kendisine bakıldığını görünce şaşkın bakınır.
Fatih'i süzer, Şefkatli edâ) Ben padişahımızın kolunun kesilmesi-
ni istemem... (kükrer Kadıya) O kolsuz olamaz...
FATİH - (Ümitlenmiş, Mimara döner ve acele ile) Bütün
ihtiyacını hazineden derhal bağlatacağım....
KADI - (Sözünü keser. El âyâsını (avucunu) Fatih'e uzatarak) Ha-
yır... suç devletin değil, şahsınızındır. Binaenaleyh, zat-î emlâki-
nizden (şahsi mülkünüzden) ödemeniz ve buna da Mimar'ın açık rıza
göstermesi kaydıyla hükümde değişiklik olabilir.
FATİH - Baş üstüne efendim, herşeyi ölçüsüyle ödeyeceğim.
KADI - (Mimar'a döner) Ne dersin Mimar efendi?
MİMAR - (Yorgun, fakat mes'ut edâ ile) Adaletin tecellisi
karşısında ne isteyeceğimi, hatta nerede olduğumu bile unut-
tum... Son hükmü, yani diyet hükmünü aynen kabulleniyorum.
KADI - (Ortaya) Hüküm diyetle değiştirildi. (Geçer yerine
ve kâğıda not eder Mimar'a) Mürafaa (dava) bitmiştir. Selâmetle
gidiniz.
(Mimar ve kalfalar hürmetle çıkarlar. Fatih değişmeden
duruyor - Ara-Kadı yerinden kalkar, birkaç adım yürür.)
KADI - (Fatih'e) Hünkârım, mûrafaa bittiğine göre, buyu-
rup (sediri gösterir) bu fakirle (göğüsüne dokunur) iki kelâm
etmek lûtfunda bulunmaz mısınız?...
FATİH - (Yürür ve konuşmadan sedire oturur. Eli kılıcın
kabzasında bir şey söyleyecek gibi bakar.) Hızır kardeşim
(Ara - Hızır dikkat kesilir) Bilirmisin ne için silâhlı geldiğimi?
(Sertçe) Padişahtır deyu iltifat etsen, hele lehime hüküm
vermeğe kalkışsan, (Kılıcını çekerek ve ayağa kalkarak) bunun-
la başını uçuracaktım!...
KADI - (Anî ciddîleşir ve minderin altından süngüyü alır)
Sen de bilirmisin; mahkemenin kararına uymasan hükme itiraz
etsen (Süngüyü ileri uzatır) bu yılanı kalbine sokacaktım.
(Süngüyü sedire atar ve yumuşar. Fatih yavaşça oturur. İkisi de
sâkinleşirler. Kadı devam eder tebessümle) Kardeşim zira biz bu
makamda Allah adına hükmetmek ve dosdoğru karar vermek
zorundayız. (Daha yumuşak) Sultanım yoksa âdil hüküm vere-
ceğimden mi şüphe edersiniz?.. İmanımızın icabıdır bu.
Üstelik "kuvvetliye meyil (yan çıkma) bana ar gelir (utanç verir)"
Senin zulme razı olmayacağını bilirim ama (sertçe) isterse
başımda dünyanın en zalim hükümdarı bulunsun. Allahtan korkmak
seviyesine erebilmiş karakter ve şahsiyet sahibi bir kadı hükmü
olduğu gibi söyler. Aksi halde bir hâkim, otlamaya salınmış sözde hür
mahlûktan farksız, vicdanından esir bir zavallı olduğunu hisset-
melidir. (Ortaya yüksek sesle) Bilirsiniz ve duyururum ki, gerçek
hâkim olmayınca, mahkemelerden daha şen'î (kötü) bir zulüm mahalli
düşünülemez.
FATİH - (Kıpırdanmadan dinlerken âniden ayağa kalkar
ilerler. Kadı ile yüz yüzeler. Elini yana açar) Hükümdarlar bir
milletin başında zulüm ile de kalabilirler, adaletle de! Ama
(Parmağını sallar) bu bitici günlerden sonra tarih onu ya kanlı
bir sahifeye, yahut bir (Sağ elinin baş ve şehadet parmaklarının
köşelendirip ileri uzatır) Şeref tablosuna yerleştirir. (Ara) Ama
işin en feci tarafı şudur ki, insan zulmettiğini pek sezemez. His
ve hırslar, zaten yetersiz olan aklı örter ve sapkınlaştırır... (Ara)
Bu yüzden de (Seyirciye döner) bu yüzden de adalet namına
zulüm her gün artar. (Aniden Hızır'a döner sokulur ve elini
uzatır) Bunun ölçüsü şaşmaz prensibi nedir? Söyle Hızır Bey...
Oyle ki insan zulme saptığının farkına varıp (geriye döner)
dönebilsin. (Bir adım atar, kadı konuşunca sertçe döner)
KADI - Hak ve hakkın sultası ki; Gerçek Hürriyet olan,
ALLAH'ın sultasıdır. O'na teslim olmak...
FATİH - (Olduğu yerde ve durumda) Yani ALLAH'ın
kanununa uymak... (Ara - Kendi kendine) Onu bırakıp kendi
iradesiyle hükmetmek....(Düşünür) Evet evet... (Kadıya) Allah'ın
kanunundan başkasıyla hükmetmek zulümdür...
KADI - (Kendi görüşünün belirmesi sevinciyle) Evet Hün-
kârım... (İki elini aşağıdan yana açar) Kendi iradenizle el
kesmeniz bu bakımdan zulümdür...
FATİH - (Başını yukarıya kaldırarak, ferahlıca) Hamdede-
rim ALLAH'ıma adaletle sona erdi. (Âniden değişir. Ciddî ve
kararlı, seyirciye döner. Bir adım atar, parmağını sertçe ileri
uzatır) Necip (asil) Milletimin vazifesi de budur işte...
(Son sesiyle)
Bütün beşerî ve nefsanî nizamları silerek Hakkı kaim kılmak
(ayakta tutmak)...
(Perde kapanmaya başlar)
FETİH'TE BUDUR İŞTE... GERÇEK FETİH...
(Perde sür'atle kapanır.)
KALDIR KALPAĞINI ESKİ MUHARİP
YIKASIN AĞARAN SAÇLARI GÜNEŞ
BU DİN - BU DİL, BU İL, BU İNSAN GARİP
GÖNÜLE İDRAK VER GÖZDEKİNE EŞ.
İstanbul'un fethi ile ilgili tiyatro metinleri, İstanbul'un fethi ile ilgili
kısa tiyatro metinleri,
ÖRNEK 1
1. TABLO
(Perde açılınca görünen manzara, dördüncü tablodaki dekordur. Fatih tahtında, huzurda Hızır Bey, Şair Ahmet Paşa.)
1. SAHNE: (Fatih, Ş. Ahmet Paşa, Hızır Bey)
FATIH - (Ahmet Paşa'ya) Asrımdaki Şuaranın (şairlerin) reisi, karın-
daşım Ahmet Paşa! Kelimelere düzen verip sanatını gösterirsin.
Askere de öyle bir düzen ver ki fetihler ardı ardına gelsin
desem... (Tebessüm eder) Ne buyrulur?
AHMET PAŞA - (Başını öne büker) İltifat buyurdunuz.
Hünkârım. Ordularınızın emir kuluyum. Şairliğim ise Avni
Mahlaslı (lakaplı) zat-ı şâhânenin çömezliğine bile ulaşamaz.
FATIH - (Sert) Paşam orduların nizamı harple korunur.
Ordularımıza yeni "Kızıl elma"lar gerek. Bizans son değildir. İçe
ve dışa madde ve mânâ plânında devam edecek olan fetih
meş'alesini İstanbul'u almakla biz sadece tutuşturduk. Torunla-
rımız onu dünyaların ötesine götürecek. Ama şunu öğrenmek
isteriz; İstanbul'dan sonraki nokta neresi olabilir?
AHMET PAŞA - (Tebessümle) Sultanım bu âcize söyletmek
dilersiniz, halbuki bütün plânlarıyla hatır-ı şâhânenizde musav-
verdir (tasarlanmıştır) , o belde. Bendeniz ilk nokta olarak Viyana'yı
düşünürüm.
(Ara - Herkes birbirine bakışır)
FATIH - Roma'yı almadan Viyana elde tutulamaz Paşa...
AHMET PAŞA - Beli (Evet) Hünkârım. Endülüs yolunun iki
ayağıdır buralar...
FATIH - İfşaya vardı Paşa hazretleri (Sükût ve dik dik
bakar) Ben de bildireyim ki, Avrupa istikrarının üç ayağından
biri elimizdedir. Sonra... (Ara) Evet, Endülüs'te bayram... (Ara)
Ancak... (Ara - Parmağını uzatır) Kafamdakilerinden birtek
düşüncemi sakalımın birtek kılı bilse, bütün sakalımı traş
ederim. Bu ölçüyle hareket oluna... Ve gün o gündür ki; kararlı
ve şuurlu büyük işlere girişilsin. Malûmunuzdur ki 12 yaşında
bu makamı rahmetli pederim Murad-ı sanî (2.Murad) terkettiğinde; tehlike
ve düşman saldırısı baş göstermişti. Onu vazife başına çağırmış
ve demiştim ki: (Hiddetle) Eğer sultan sen isen gel vazifene sahip
çık. Yok sultan ben isem emrediyorum. İstilâya karşı memle-
keti koruyacaksın... (Ara - İleriye dimdik bakar) Şimdi ise
ulemâ (alimler), şuera (şairler), asker, hâkim, sanatkâr ve bütün
bir islâm milleti ile elbirliği, korunma ve yayılma hedefindeyiz.
İlerde büyük nizamı kurabilmek için yapacağım en ciddî hamlelerimi
sizlerin istişarî (danışma) desteğiyle başaracağım. Allahın inayeti
(yardımı) de böylece tecelli eder (ortaya çıkar) umarım.
(Hızır Bey ve Ahmet Paşa kıyam eder, eğilirler.)
FATİH - (Ayağa kalkar) Ve Roma fethine Ahmet kulumu-
zu vazifeli kıldık.
AHMET PAŞA - Emru ferman (emir-buyruk) yeryüzünde Allah'ın iradesi-
ni temsil eden, Şark (Doğu) ve Garbın (batı) padişahı, Anadolu ve Rum
diyarının Sultanına aittir. Bize itaat düşer...
(Muhafız girer selâm verir.)
MUHAFIZ - Hünkârım iki Rum papazı huzura girmek dilerler.
FATIH - (Yerine otururken) Girsinler...
(Oradakiler oturur, papazlar girer. Eğilerek selâmlarlar.
Fatih'in işaretiyle otururlar.)
2. SAHNE: (Papazlar ve öncekiler)
FATIH - (Hemen söze başlar) Hızır Bey (Papazları gösterir)
Bunları milletimin ahlâkından birkaç örnek göstermek için
çağırdım. Merak ederlermiş, bunca yıldır başarılamayan Bizans
fethinin sırları nedir deyu? (Kalkar, Hızır'a) Bana bir derviş
kisvesi (kıyafeti) gerek. Sizler de refakat ediniz ve kendinizi
tanıtmayınız. Esnafı gezeceğiz. Ruhaniler de (Papazları gösterir)
buyursunlar.
(Kapıya doğru yürürken ışık söner.)
2. TABLO
(Işık yanınca çarşı görünmektedir. Karşıda ayakkabıcılar
kapılarında mest ve papuçlar asılmış. Kapı üstünde Osmanlıca
«Her sabah besmele ile açılır dükkânımız, Ahî evrendir hem
pirimiz üstadımız» beyti yazılı. Solda bakkallar, sağda nalburlar.
Fatih derviş kılığında, öbürleri de tanınmayacak şekilde sahne-
nin ortasında fısıldaşan edâ ile.)
SAHNE - (Fatih - yanındakiler - esnaf)
FATİH - (Ortaya) Önce bakkallara...
(Başlar, sen bilirsin mânâsına eğilir ve yürürler. Birinci
bakkalın önündeler.)
FATIH - (Mütevazi selâm verir) Esselâmü aleykum efendi.
BİRİNCİ BAKKAL - (Kalkar) Aleyküm selâm derviş efen-
di. Azimetiniz ne yana? Bir emriniz mi var?
FATIH - Bir okka şeker,. ikiyüz dirhem kahve almak
isterûz. (Bez bir torba uzatır)
BAKKAL - (İçeri girerken) Şeker veririz. (Torbayı dolu
getirir, el kantarı ile çeker) Tamam bir okkadır efendim. (Uzatır)
Bedeli yalnız iki paradır. Derviş baba hoşgörün, (Öbürlerini
işaret eder) beylerim de hoş görsünler. Kahveyi komşu bakkal-
dan alacaksınız. Zira ki bugün siftah ettim. O henüz etmedi. Ona
da bu fırsatı verin.
FATIH - (Tebessümle) Hayhay efendim...
(Bakışırlar ve işaretleşirler. Dudaklarını bükerek hayretleri-
ni ifade ederler. Fatih ikinci bakkalın önünde durur ve içeriye
seslenir.)
FATIH - (Nezâketle) Bakkal karındaşım lütfedermisiniz...
(Ara - iki parmağını uzatır) İkiyüz dirhem kahve... (Ara)
İKİNCİ BAKKAL - (Elini dışarı uzatır, bir küçük bezle)
Buyrunuz dervişim. Borcunuz bir puldur...
(Fatih uzatır ve döner. Sahnenin ortasında toplaşırlar. Fatih
nalburları gösterir ve o yana yürürler.)
FATIH - (Eliyle buyrun der gibi) Nalbura uğruyalım.
(Dükkânın önünde oturan adama) Nalbur efendi... Zencefil var
mıdır? Elli dirhem olsun.
NALBUR - (Ayağa kalkar) Elbette ancak (gösterir) bu
dükkândan vereyim... (Girer çıkar bir kağıt uzatır) Buyrun bir
puldur...
FATIH - (Elini göğsüne bastırır, Nalbura) Biraderim bir
hususu merak ettim... (Ara) Neden bu dükkânı tercih ettiniz?
Onda zencefil yokmudur?
NALBUR - (Şaşırmış) Var efendim. Ama... (Ara) Çok cüz'i
(küçük) bir komşu hakkına riayet için (Mühimsemez, Aldırma... (Ara)
Ama öğrenmek diledin; siz komşumun dükkânı tarafından
geldiniz. O da burada yok, bana emânet etti. Kendisi olsa ihtimal
ki siz ondan alışveriş yapacaktınız. Ayrıca emâneti nefse tercih
gerekirdi. Emânete riayet bunu gerektirir. Ayrıca komşumuzun
nüfusu kalabalıktır. Onun çok kazanmaya ihtiyacı vardır.
FATIH - Berhudar (selamette kalın) olunuz efendim, Allah'a ısmarladık...
(Nalbur başıyla onları uğurlar. Dönerler, herkes önüne
bakarak düşünceli. Yine sahne önüne toplaşırlar. Fatih döner
karşıdaki ayakkabıcıları gösterir. Şimdi bakkal ve nalburlar
gözükmez. Ayakkabıcı dükkânlarının içinde birer adam görünür.
İlerlerler ve dururlar. Ahmet Paşa kapıdaki levhayı okur.)
A. PAŞA - «Her sabah Besmeleyle açılır dükkânımız. Ahî
Evrendir dahi pirimiz üstadımız.»
HIZIR BEY - (A. Paşa okuması bitince) Ah... işte teslimiyet
ve tevekkül (Allah'a güven) , bağlılık, disiplin ve bir kelimeyle...
FATIH - (Sertçe döner) Evet bir kelimeyle...
Nizam!... (Döner seslenir) Kavaf efendimiz (Ayakkabıcı) bize
bir çift ayakkabı, bir çift mest satınız.
1. KAVAF - Satayım ey Pîr... genç yaşta dervişlik çok
zevklidir. Mestlerim pek güzel değildir ama satayım. Ancak
ayakkabıyı komşumdan almanız şartıyla...
FATIH - (Mestleri eller) Kavaf karındaş, mestlerin aliyyül
a'lâ, (çok güzel) . Halbuki sen onları yeriyorsun (kötülüyorsun),
herkes malını överken...
1.KAVAF - (Mestleri indirirken) Aziz dervişim, övülecek
tek Allah (c.c.) ve onun övdüğü, övdükleridir. Ben kendi imâlimi
nasıl överim. Üstelik olur ki bir kusuru çıkarsa, müşteri gıyabî
de olsa (arkamdan) hakkımda kötü şehadet etmez mi? Ve hele övmekle
komşuma karşı saygısızlık olmaz mı? Olur ki onun gönlüne
hüzün gelir. Yererim; benden almazsan komşudan alırsın,
komşum kazanırsa ben de kazanırım demektir.
FATIH - Peki ayakkabıyı niçin komşundan aldırırsın?
1. KAVAF - (Ellerini oğuşturur) Kârda eşitlik olsun. O hiç,
ben iki kazanırsam, din kardeşliğimize sığmaz ve yaraşmaz...
(Paralarını uzatır, ondan mesti, öbüründen ayakkabıları
alır. Peki der gibi dönerler. Kavaf içeri girer, onlar yine önde
toplaşırlar.)
I. PAPAZ - (Heyecanlı aceleci) Adamlar bize ömürlük ders
verdiler.
II. PAPAZ - (Atılır) Ve Bizans'ın fethinin sırlarını da...
FATIH - Deryadan (denizden) katre (bir damla) gördünüz. Ve bunlar
mü'min için tabiî şeyler. Değilmiki doğrudur, vazifesini yapıyor.
Evet mecbur olduğu şeydir. Fazilet bundan ötedir.
II. PAPAZ - Bundan ötesi de mi var?...
FATIH - Daha neler... (Elini sallar)
HIZIR BEY - (Atılır) Hz. Ebubekir'in duasını bilir misiniz?
Allah'ım benim vücudumu o kadar büyüt ki Cehennem'i
doldurayım ki; öbür Mü'minlerin girmesine yer kalmasın...
FATIH - Evet Mü'min, Mü'min'in günahını bile yüklenme-
ye hazırdır...
(Apışmışlardır, ışık söner.)
3. TABLO
(Işık yanınca; mahkeme salonu, Kadının (Hakim) rahlesi (küçük masa)
okka kalem görünür, kapının yanında mübaşir oturur. Kadının makamı
boş. Sahne tam aydınlanınca kapıdan, mübaşirin arkasından omuzu-
na doğru, bir köylü başını uzatır. Mübaşir başını geriye
kaldırarak, bakarken.)
1. SAHNE - (Köylü, mübaşir)
KOYLÜ - (Acele ve telâşlı) Kadı efendi nerede? Dâvâm var,
at aldım hastalıklı çıktı.
MUBAŞİR - (Bir başına, bir ayağına bakar) Bilmez misin
namaz vaktidir?
KÖYLÜ - Ben bilirim ya telâşlıyım... Sen bilirdin de niçin
gitmedin?
MÜBAŞİR - Farzı kılıp döndüm, senin gibi telâşlıları
beklemek için.
(Adam telâşlı ve cevapsız etrafa bakar, acele çıkar. Mübaşir
arkasından kalkıp çağırır.)
MÜBAŞİR - Kadı efendi şimdi gelir, erken dön!..
(Mübaşir oturur, ara, Kadı girer. Mübaşir ayakta, Kadı tam
yerine geçince ayakta duran Mübaşir'e dönerek).
KADI - Gelip giden varmı?
MÜBAŞIR - (Eli önünde bağlı hürmetle) Evet efendim az
önce bir at meselesi için biri geldi. Beklemedi, çabuk dön dedim.
(Ara)
KADI - (Eliyle gösterir) Dışarıda bekle, gelince hemen içeri
al.
(Mübaşir çıkar. Kadı oturur kitap karıştırır. Az sonra
mübaşir ve acele ile köylü girer. Mübaşire fırsat kalmaz.)
2. SAHNE - (Kadı, Mübaşir, Köylü.)
KOYLÜ - Telaşlı ve aceleci) Kadı efendi geldim, yoktun,
atım öldü şimdi neyleriz.
KADI - (Merakla) Yani nasıl bir şey? Baştan anlat
bakayım.
KÖYLÜ - (Aynı telâşla devam eder.) Bir adamdan bir
keseye bir at aldım. At soluğanmış söylemedi. Binip sürünce
hastalandı şikâyete geldim yoktunuz. Atını da geriye almadı,
şimdide öldü. Kadı efendi... (Ara)
KADI - (Az düşünür köylüye bakar) İlk gelişinizde ben
burada olsaydım, kanun hükmü şu olurdu; Atı sahibine iade,
aybını sakladığı için de ceza. Sana da verdiğin paranın iadesi.
Fakat...
KÖYLÜ - (Endişeli, kadının sözünü keser) Fakat şimdi
alamayacak mıyım.?
KADI - (Tebessümle) Heyecana mahal yok, adalet tecelli
edecektir.
(Ve kuşağından bir kese çıkarır köylüye uzatır.)
KADI - Ben vaktinde burada bulunabilsem öyle hükmeder-
dim. Binaenaleyh, bunu benim tazmin etmem (ödemem) lâzım.
(Köylü almak istemez, mahçup çekilirse de Kadı, ısrarla
avucuna tutuşturur. Köylü konuşmadan çıkar, ışık söner.)
4. TABLO
(Işık yanınca, eski dekor görünür Kadı rahle başında
Mübaşir kapının yanında oturuyor. Birden Mübaşir geriye
çekilir, hayretle bakar. Ve kolu bilekten kesilmiş, kanlar akan
adam iki kişinin yardımıyla içeriye baskın gibi girer. Ve
müsaade beklemeden konuşmaya başlar. Kadı yerinden kalkmış
hayret içinde dinliyor. Ve bakıyor. Gelen Mimardır, yanındakiler
kalfaları.)
1. SAHNE - (Mimar ve kalfaları. Kadı ile mübaşir.)
MİMAR - Kadı efendi göster adaletini, Padişah'ımız kolu-
mu kestirdi. Sultan Mehmet'i şeriata şikâyet ediyorum.
KADI - Elbette, kanun önünde şahıslar vardır. Sultan
yok... Haksız kim olursa olsun, cezasını bulacaktır. (Temkinli)
Sen hele hadiseyi sebebleriyle olduğu gibi anlat bakayım.
MİMAR - (Ağlıyarak ve arada bir durarak anlatır) Ben
rum asıllı bir Mimarım. Hazirun (Burdakiler) bilirler ki;
Padişah'ımız beni Ayasofya'ya müsavî (eş) bir câmi inşasına
memur kıldı. Bu kalfaları (Yanındakileri başıyla göstererek) da
yardımcı vermişlerdi. Camî Kadırgada inşa olunmuştur.
Biz sa'yü gayretle tam istediği zaman ve istediği yerde,
istediği şekilde camiyi yaptık. Ne var ki zelzeleden
yıkılmasın diye sûtünlardan bir miktar kestim. Sultan bu
yüzden (ses benzetmeye çalışır gibi) «Sen benim itina
ile getirdiğim sütunları kesip camii de alçak eyledin. » diyerek
elimi kestirdi. Ben davacıyım. Bundan böyle sanatımı icradan ve
ehlimi geçindirmekten mahrum, namerde muhtaç kaldım.. (Ağ-
lar başı öne düşer.)
KADI - (Kolu kaldırıp bakar, bırakır kol sarkar ve kan
damlar.) Hak ve adalet tecellî edecek. Suçlu da cezasını
bulacaktır. Ve mazlumun zararı da izale edilecek. (giderilecek)
Müsterih ol. (rahatla)
(Sert ve yüksek sesle) Hem ne hakla Sultan Mehmet kaza
makamını (yargı makamını) tecavüz eder. (Mübaşir'e sertçe
parmağını uzatır.) Derhal Sultan Mehmet'i buraya çağır.
Hakkında şikâyet var, kaza makamına çıkacaksın diyesin...
MÜBAŞİR - (İnanmaz, ürkek sorar) Padişah Fatih Efendi-
mizi mi?...
KADI - (Daha dolgun sesle) Evet evlâdım. O kişiyi... Ve
söyleyeceksin ki, Murâfaa-i ser' (mahkeme çağrısı) için mühlet
yoktur, âcilen gele...
(Mübaşir selâm verir çıkar. Kadı duvardan asılı süngüyü
alır oturduğu minderin altına sokar. Sonra rahleye geçip
kitapları aceleyle tetkike dalar. Ötekiler seyre dalmışlardır. Ara
sıra mimar kıvranır. Az sonra mübaşir girer.)
MÜBAŞİR - (Eli önüne bağlı hafif eğilir selâmlar) Sultan'a
emrî tebliğ ettim. (Ara Kadı dinler. Mübaşir devam eder.) Hemen
kalktı; Çağıran Emr-i Şer-i Muhammedidir (Muhammedin getirdiği
şeriat emri) , icabetetmem lâzım dedi. Hazırlanıyordu.
(Ara - Ve birden geriye çekilir heyecanla)
Padişah'ımız teşrif ediyor!..
(Fatih girer Mimar ve kalfalar toplanır geri çekilir. Fatih
heybetle ileri gider. Fatih, sağdaki koltuğa ilerlerken, silahlıdır.
Kadı müdahale edince bir saniye durur önüne bakar.)
2. SAHNE - (Fatih ve öncekiler)
KADI - (Parmağıyla gösterir ve ayağa kalkar) Suçlu yerine
geçiniz ve davacının yanında ayakta durunuz. (Ara) Müddeî (iddiacı)
şikâyet ve talebini (isteğini) beyan etsin (açıklasın).
(Fatih geri çekilip Mimar'ın yanında vekarla durur. Mimar
bir Fatih'e bir kadıya bakarak evvelki ifadeyi aynen tekrar eder
ve ilâve eder.)
MİMAR - Kaza makamının vereceği hükme razıyım.
KADI - (Kalfalara) Hadiseye aynen şahitmisiniz?
İKİSİ BİRDEN - Aynen şahitiz.
KADI - (Fatih'e döner) ne dersin Sultan Mehmet?
FATİH - (Başı önünde) Hadise aynen öyledir. (Başını
kaldırır, ciddi) Hükmünüzü bekliyorum.
KADI - O halde hükmü tebliğ ediyorum (oturur kitabâ
bakarak bir şeyler yazar ve kalkar, elindeki kağıdı okur
HÜKÜM: Fatih Sultan Mehmet Han verdiği vazifedeki kasten
veya hataen kusurundan dolayı, elini keserek bir sanatkârı
sanatından mahrum, ailesini perişan kılmış, hemde rey'iyle
(kendi görüşü ile) hüküm verip emr'i şeriate (şeriat hükümlerine)
Muhalefette bulunmuş, kaza makamını tecavüz etmiştir.
Binaenaleyh, onun dahi elinin aynı yerden aynı
vechile (şekilde) kesilmesine mazlumun da zararının izalesi
(giderilmesi) için ailesine nafaka bağlanmasına hükmolundu.
Karar, Kur'an ve Sünnetin aynı zamanda Salih Ulemânın (alimlerin)
beyanları neticesidir. İnfazı derhal olacaktır.
Ara - Başını kâğıttan kaldırır, Fatih'e bakar)
Yani kısas olacaksınız, Sultan Mehmet!...
FATİH - (Mütevekkil ve metin) Şeriatın kestiği parmak
acımaz., yalnız ben dâvâcının şahsî ve ailevî ihtiyaçlarını
taahhüt etsem (karşılayacağına söz verme) , acaba diyet mümkün mü?
(Fatih göz ucuyla Mimar'ı kontrol ederken Kadı ilerler ve
ortada dururu.)
KADI - Bir şartla... (Mimarı gösterir) Dâvâcının bunu
kabul etmesi şartıyla... (Ara)
MİMAR - (Kendisine bakıldığını görünce şaşkın bakınır.
Fatih'i süzer, Şefkatli edâ) Ben padişahımızın kolunun kesilmesi-
ni istemem... (kükrer Kadıya) O kolsuz olamaz...
FATİH - (Ümitlenmiş, Mimara döner ve acele ile) Bütün
ihtiyacını hazineden derhal bağlatacağım....
KADI - (Sözünü keser. El âyâsını (avucunu) Fatih'e uzatarak) Ha-
yır... suç devletin değil, şahsınızındır. Binaenaleyh, zat-î emlâki-
nizden (şahsi mülkünüzden) ödemeniz ve buna da Mimar'ın açık rıza
göstermesi kaydıyla hükümde değişiklik olabilir.
FATİH - Baş üstüne efendim, herşeyi ölçüsüyle ödeyeceğim.
KADI - (Mimar'a döner) Ne dersin Mimar efendi?
MİMAR - (Yorgun, fakat mes'ut edâ ile) Adaletin tecellisi
karşısında ne isteyeceğimi, hatta nerede olduğumu bile unut-
tum... Son hükmü, yani diyet hükmünü aynen kabulleniyorum.
KADI - (Ortaya) Hüküm diyetle değiştirildi. (Geçer yerine
ve kâğıda not eder Mimar'a) Mürafaa (dava) bitmiştir. Selâmetle
gidiniz.
(Mimar ve kalfalar hürmetle çıkarlar. Fatih değişmeden
duruyor - Ara-Kadı yerinden kalkar, birkaç adım yürür.)
KADI - (Fatih'e) Hünkârım, mûrafaa bittiğine göre, buyu-
rup (sediri gösterir) bu fakirle (göğüsüne dokunur) iki kelâm
etmek lûtfunda bulunmaz mısınız?...
FATİH - (Yürür ve konuşmadan sedire oturur. Eli kılıcın
kabzasında bir şey söyleyecek gibi bakar.) Hızır kardeşim
(Ara - Hızır dikkat kesilir) Bilirmisin ne için silâhlı geldiğimi?
(Sertçe) Padişahtır deyu iltifat etsen, hele lehime hüküm
vermeğe kalkışsan, (Kılıcını çekerek ve ayağa kalkarak) bunun-
la başını uçuracaktım!...
KADI - (Anî ciddîleşir ve minderin altından süngüyü alır)
Sen de bilirmisin; mahkemenin kararına uymasan hükme itiraz
etsen (Süngüyü ileri uzatır) bu yılanı kalbine sokacaktım.
(Süngüyü sedire atar ve yumuşar. Fatih yavaşça oturur. İkisi de
sâkinleşirler. Kadı devam eder tebessümle) Kardeşim zira biz bu
makamda Allah adına hükmetmek ve dosdoğru karar vermek
zorundayız. (Daha yumuşak) Sultanım yoksa âdil hüküm vere-
ceğimden mi şüphe edersiniz?.. İmanımızın icabıdır bu.
Üstelik "kuvvetliye meyil (yan çıkma) bana ar gelir (utanç verir)"
Senin zulme razı olmayacağını bilirim ama (sertçe) isterse
başımda dünyanın en zalim hükümdarı bulunsun. Allahtan korkmak
seviyesine erebilmiş karakter ve şahsiyet sahibi bir kadı hükmü
olduğu gibi söyler. Aksi halde bir hâkim, otlamaya salınmış sözde hür
mahlûktan farksız, vicdanından esir bir zavallı olduğunu hisset-
melidir. (Ortaya yüksek sesle) Bilirsiniz ve duyururum ki, gerçek
hâkim olmayınca, mahkemelerden daha şen'î (kötü) bir zulüm mahalli
düşünülemez.
FATİH - (Kıpırdanmadan dinlerken âniden ayağa kalkar
ilerler. Kadı ile yüz yüzeler. Elini yana açar) Hükümdarlar bir
milletin başında zulüm ile de kalabilirler, adaletle de! Ama
(Parmağını sallar) bu bitici günlerden sonra tarih onu ya kanlı
bir sahifeye, yahut bir (Sağ elinin baş ve şehadet parmaklarının
köşelendirip ileri uzatır) Şeref tablosuna yerleştirir. (Ara) Ama
işin en feci tarafı şudur ki, insan zulmettiğini pek sezemez. His
ve hırslar, zaten yetersiz olan aklı örter ve sapkınlaştırır... (Ara)
Bu yüzden de (Seyirciye döner) bu yüzden de adalet namına
zulüm her gün artar. (Aniden Hızır'a döner sokulur ve elini
uzatır) Bunun ölçüsü şaşmaz prensibi nedir? Söyle Hızır Bey...
Oyle ki insan zulme saptığının farkına varıp (geriye döner)
dönebilsin. (Bir adım atar, kadı konuşunca sertçe döner)
KADI - Hak ve hakkın sultası ki; Gerçek Hürriyet olan,
ALLAH'ın sultasıdır. O'na teslim olmak...
FATİH - (Olduğu yerde ve durumda) Yani ALLAH'ın
kanununa uymak... (Ara - Kendi kendine) Onu bırakıp kendi
iradesiyle hükmetmek....(Düşünür) Evet evet... (Kadıya) Allah'ın
kanunundan başkasıyla hükmetmek zulümdür...
KADI - (Kendi görüşünün belirmesi sevinciyle) Evet Hün-
kârım... (İki elini aşağıdan yana açar) Kendi iradenizle el
kesmeniz bu bakımdan zulümdür...
FATİH - (Başını yukarıya kaldırarak, ferahlıca) Hamdede-
rim ALLAH'ıma adaletle sona erdi. (Âniden değişir. Ciddî ve
kararlı, seyirciye döner. Bir adım atar, parmağını sertçe ileri
uzatır) Necip (asil) Milletimin vazifesi de budur işte...
(Son sesiyle)
Bütün beşerî ve nefsanî nizamları silerek Hakkı kaim kılmak
(ayakta tutmak)...
(Perde kapanmaya başlar)
FETİH'TE BUDUR İŞTE... GERÇEK FETİH...
(Perde sür'atle kapanır.)
KALDIR KALPAĞINI ESKİ MUHARİP
YIKASIN AĞARAN SAÇLARI GÜNEŞ
BU DİN - BU DİL, BU İL, BU İNSAN GARİP
GÖNÜLE İDRAK VER GÖZDEKİNE EŞ.